Araya önce seçimler, sonra yurtdışı sehayatlerim girince uzunca süre yazılarıma ara verdim. Bu hafta için Kosovo’ya NATO birliklerini takviye amacıyla bir Türk komando taburunun kaydırılmasına ilişkin bir yazı planlamıştım. Ancak John Lennon’u haklı çıkartırcasına ben başka planlar yaparken yaşam apayrı bir yöne evrildi. Wagner lideri Prigozhin’in Putin’e kazan kaldırmasıyla WhatsApp gruplarımıza uzun süredir hâkim olan sessizlik bile kırıldı. Baş döndürücü bir haber ve yorum trafiği başladı. Rusya’nın 18. ayına giren Ukrayna’yı işgal girişiminde yeni bir aşamaya girildi. Belki de sonun başlangıcındayız. Bu satırlar yazılırken “savaş sisi” olanı biteni anlamayı ve anlamlandırmayı bir hayli zorlaştırıyordu. Dolayısıyla yorum ve analizlerde ihtiyatlı olunması gerekiyor. İşin sonunda yanılmak ve mahçup olmak da var.
Aslında Lüleburgaz’da konuşlu 65. Mekanize Piyade Tugayı’ndan bir komando taburunun geçen hafta NATO ihtiyat kuvveti olarak Kosova’ya kaydırılması, aynı Wagner ayaklanmasını gibi “büyük resim”in bir parçası. Büyük resim derken kastım Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal girişiminin tetiklediği büyük uluslararası dönüşüm. Wagner ayaklanması, Rusya’nın bu dönüşüm sonunda savaş öncesine göre çok daha düşük bir uluslararası siyasi, ekonomik ve askeri statüyle yetinmek zorunda kalabileceğinin bir başka işareti olarak okunabilir. Kosova’ya birlik kaydırmak ise Türkiye’nin NATO içerisindeki yerini ve konumunu tartışmasız biçimde teyid eden bir gelişme. Yakında Ankara’dan bunu pekiştirecek, güçlü siyasi mesajlar gelebilir.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin ilk haftalarında NATO olan bitenden oldukça kaygılıydı. Kaygıları üç konuya odaklanıyordu. En büyük kaygı, Rusya’nın nükleer güçlerinin alarm düzeyini yükseltmesiydi. İkinci konu, Rusların Ukrayna’nın ardından Moldova’ya yönelme olasılığıydı. O sırada Rusya’nın Ukrayna’yı kısa sürede dize getirip mevcut kuvvetlerini bu ülkeye yönlendirmesi bekleniyordu. Bu durumda Rus birlikler NATO üyesi Romanya sınırlarına dayanmış olacaktı. Üçüncü kaygı konusu ise Rusya’nın Bosna ve Kosova gibi yerlerde iç huzursuzlukları kışkırtarak AB ve NATO’nun dikkatini Ukrayna’dan Batı Balkanlar’da yöneltmeye çalışmasıydı. İzlediğim bir NATO brifinginde, aynı zamandaki Bosna’daki AB gücü ALTEA’nın da komutanı olan Fransız general, önlem olarak buradaki birliklerin sayısını derhal iki katına çıkarttıklarını belirtmişti.
Rusya’nın askeri güce başvurması aslında pek çok konuda ezberleri bozmuştu. AB gibi NATO da uzunca süre askerlerini savaşmaktan çok, kriz yönetimi ya da istikrar harekatları için eğitmiş ve konuşlandırmıştı. Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamının sonucu olan bu tür görevler AB ve NATO arasında alışılmadık ortaklıklara ve işbirliklerine yol açmıştı. Örneğin NATO üyesi olmayan İsveç, bu tür harekâtlarda NATO’ya sağladığı katkı ile sivrilmişti. Bir başka NATO brifiginde üst düzey bir yetkili İsveç’in bu tür görevler için en çok tercih edilen ülke olduğunu ifade etmişti. En iyi barış/istikrar koruyucuları bu ülke sağlıyordu. Herkes İsveçlileri bu tür harekâtlarda görmek istiyordu. Ama bir sorun vardı. Bir İsveç taburunu barış/istikrar gücünü denizaşırı görevde kullanmak 5 milyar dolara mâl oluyordu. Bu, bayağı ağır bir mali külfetti. Ayrıca para bulunsa bile İsveç, ikinci bir taburu oluşturacak insan kaynağına sahip değildi.
İster savaş için olsun, ister barışı ya da istikrarı korumak için olsun denizaşırı görevler pahalıya mâl olur. Türkiye’nin NATO üyeleri arasında en yüksek maddi katkı sağlayan üyeler arasına girdiği dönemler bu tür denizaşırı sorumluluklar üstlendiği zamanlara karşılık gelmektedir. Örneğin Afganistan’da Kabil Komutanlığı görevlerinin üstlenildiği dönemlerde Türkiye’nin ittifaka katkısı ciddi oranda artmıştır.
Ankara, bu tür denizaşırı görevler için oldukça seçici hareket etmeyi yeğleyen bir üyeydi. Uzunca süre Balkanlar bu tür görevler için öncelik verilen coğrafya olageldi. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde hazırlanan beklemedik durum planlarında, Balkanlar’daki görevlere her pahasına olursa olsun devam etmenin yolları aradı. Gerekirse başka yerlerdeki taahhütlerden vazgeçilip Balkanlar’da askeri varlık muhafaza edilecekti. Bu yaklaşım, Türkiye’nin Avrupa’nın siyasî parçası olması iddiasının yansıması ve gereğiydi aynı zamanda.
Öte yandan Türkiye’nin askeri olarak Balkanlar’a dönüşünü arzu etmeyenler de vardı. Bunlar arasında yerel aktörler olduğu gibi Türkiye’nin bölgedeki ayak izini olabildiğince küçük tutmak isteyen AB üyeleri de vardı. Öyle ki BM, Bosna’da görev yapacak birlik bulmak için kırılırken, Türkiye’nin tahsis ettiği piyade tugayına uygun konuş yeri ve görev belirlemek çetin müzakere gerektirmişti. Bu birlik, Hırvatistan’ın Zenika kentine konuşlandırılmış ve muharip özellikleri bir kenara bırakılarak adeta bir inşaat birliğine dönüştürülmüştü. Gerekçe, Osmanlı mirasıydı. Türk askerinin varlığı, gerginliği körüklemekten başka işe yaramayacaktı. Aynı mantık Türk Hava Kuvvetleri’nin eski Yugoslavya üzerindeki hava harekâtlarındaki görevleri için de geçerliydi. 1995’de Sırp hedeflerine yönelik saldırılarda Türk F-16’ları kullanılmadı. Uzun himaye ve devriye uçuşları yaptılar. 1999 Kosova hava harekâtında ise yeterli kuvveti oluşturmada zorlanan NATO, özellikle de ABD’nin tercihi ile Türk F-16’larına taarruz görevleri vermek zorunda kaldı. Şartlar, “Osmanlı mirası”nı Türkiye’nin Balkanlar’daki askeri varlığını kısıtlayıcı bir faktör olmaktan çıkarıvermişti. Zamanla Balkanlardaki istikrar görevlerini AB devraldı. Türkiye de NATO üyesi olarak bu tür AB görevlerine destek vermeye devam etti.
Öte yandan Türkiye’nin dış politikada dikkati ve gayreti Ortadoğu ve Afrika’ya yoğunlaştı. Balkanlar gündemden büyük ölçüde düştü. Bölge, AB’nin mıntıkasına dönüştü. Bölgeye istikrar kazandırma sorumluluğu AB’ye verilirken, 1990’lardakilere benzer büyük krizler yaşanmadığı gibi Türkiye’nin askeri katkısına da eskisi kadar ihtiyaç kalmadı. Zaten Türkiye “güvenlik sağlayıcı” ülke olmanın da AB üyeliğini kolaylaştırmayacağını görmüştü.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı tüm bunları bir çırpıda değiştirdi. Bugün NATO’nun en temel çabası üye ülkelerin askeri güçlerinin yeniden savaşçı nitelik kazanması. On yıllardır krizi yönetimi amacıyla barışı koruma ve istikrar harekâtları için koşullanmış askeri yapıların yeniden dönüşmesi gerekiyor. Her ne kadar kamuoyunda NATO’nun genişlemesi gelecek NATO zirvesinin en önemli gündem maddesi gibi duruyorsa da temel mesele kuvvet oluşturma (force generation). Bunun hızlı ve maliyet etkin biçimde yapılması gerekiyor. İsveç’in NATO üyeliği ittifakın güvenliğini artırabilir. Bir İsveç taburun yıllık maliyeti 5 milyar dolar olduğu sürece, kuvvet oluşturma sorununu hafifletmesi beklenmemeli.
Çatışma riski yükselince, Kosova’ya Türk komando taburunun kaydırılmasına Osmanlı mirası ya da yerel hassasiyetler nedeniyle karşı çıkan yok. Yeni bir dünyadayız artık. Türkiye her şeye rağmen NATO’ya anlamlı ve kapsamlı katkı yapabilen sayılı üyelerden biri. Kosova’ya tabur gönderildiği sırada, Türk Hava Kuvvetleri aynı anda iki ayrı NATO tatbikatı için Avrupa’ya F-16’lar ve E-7T HİK uçağı konuşlandırdı. Bunlardan ilki Almanya’nın en sahipliğinde gerçekleştirilen Air Defender 2023 tatbikatı -ki bu, bugüne dek yapılan en büyük hava tatbikatı-. Diğeri ise Baltık Denizi’nde yürütülen BALTOPS 2023. Putin’in bu tatbikattan özellikle rahatsız olduğu biliniyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin NATO üyesi olarak konumunu pekiştirirken, Rusya’da Wagner’in kurucusu Prigozhin’in başlattığı isyan savaşın gidişatını değiştirmeye aday. Prighozin’in rejim içerisinde gizli destekçileri olup olmadığı henüz belli değil. Bu yönde giderek güçlenen işaretler var. Wagner birliklerinin şu ana dek ciddi bir direnişle karşılaşmadan ciddi ilerleme kaydetmiş olması şaşırtıcı. İşin sonu nereye varırsa varsın, Putin Rusya’sının dünyaya nizam veren ülkeler arasında yer alma iddiasına ağır bir darbe daha vuruldu. Rusya’nın aynı anda iki askeri sınamayla baş edebilme becerisi tartışmalı. Bu durumun Ukrayna için bir fırsat olabileceği düşünülüyor. Yıpratma savaşına dönüşen işgal girişiminde Rus stratejisi Batı kamuoylarının azmini kırmaya yönelikti. Prigozhin isyanı, Rusya’nın savaşma azmine yönelik en büyük tehdidin rejim içinden kaynaklandığını ortaya koydu.
İsyanla baş etmek için Putin’in başvurduğu söylem, özellikle Batı dışı kamuoylarında etkili olan Ukrayna savaşı anlatısını aşındıracak nitelikle. 1917 Devrimi’ne ilişkin olumsuz ifadeleri, Rusya’yı Sovyetlerin mirasçısı ve anti-emperyalist mücadelesinin bayrak taşıyıcısı olarak görenler açından hazmı kolay olmayan bir gelişme. Rusya’nın hemen tüm cephelerde başı dertte. Kolay kurtulacağa da benzemiyor. Bugüne dek Rusya’yı sakınmaya özen gösteren ülkelerde tutum değişiklikleri gözlenebilir.