Aydın Selcen yazdı | Fransa ve Rusya’dan Türkiye’ye: Devlet ve yurttaşlık bunalımı

Ülkemizin parlak zihinleri Fransa’daki halk ayaklanmasına ve Rusya’daki Wagner ayaklanmasının bastırılmasına aynı gizlenemez coşkuyla yaklaşıyor. Avrupa’nın parlak zihinleri de Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine taş koymasından yola çıkarak Ukrayna’nın hızlandırılmış biçimde -ancak işgalden kurtuluştan sonra- NATO üyesi olmasına yine ülkemizin taş koyacağı yönünde değerlendirmelerini şimdiden paylaşıyor.

Yepyeni Türkiye’nin ayırt edici özelliği anayasasızlaşmaya, artık açıkça hukuksuzlaşma ve 28 Mayıs’ın ardından giderek muhalefetsizleşme eşlik ediyor. Son olarak, özellikle piyanist İklim Tamkan’ın ve gazeteci Candan Yıldız’ın Onur Yürüyüşü bağlamında başından geçenler ile yine gazeteci Merdan Yanardağ’ın tutuklanması bu durumun çarpıcı örnekleri.

Cumhuriyetin temel kurumlarının yok edilmesini izlemekle yetinen muhalefet kendine “kurumsal” tanımını yakıştırabiliyor. Yanardağ örneğinde CHP’nin sert tepkisi “heyet toplama” ve “cezaevinde ziyaret” kararlarının alınması olarak dışavuruldu. Yürürlükteki anayasayı bile uygulamayan AKP ile “aile-başörtüsü” kisvesi altında yeni anayasa pazarlığına girmekten de geri durmayacakları anlaşılıyor. Bu gidişle bence, düşünceye cüret edilirse, “helâlleşme” denilen yaklaşımın başat hamlesi laik cumhuriyetin ortadan kaldırılması olacak.

İsveç’te Iraklı Hristiyan bir meczup mülteci Kuran yaktı. “Demokrasi bahanesiyle” (ifade özgürlüğü kastediliyor) bu eyleme izin verilmesi buradan kınandı. Oysa demokrasi, bahane değil anafikir. Ayrıca “demokrasi bahanesiyle” islâmcılığın hoşgörülmesi laik bir cumhuriyet için daha yaşamsal bir sakınca. Laik olmayan cinsinden bir demokrasi ise olası değil, yok öyle bir seçenek. İfade özgürlüğü ise “biraz kısıtlansa, biraz eğilip bükülse” denilecek bir kavram değil. Ya tam, ya yok.     

Fransa’da sıradan bir kimlik kontrolünde polis genç sürücüyü vurarak öldürdü. Tepki olarak kenar mahallelerin ezici çoğunluğu Afrika ve Magrep kökenli üçüncü-dördüncü kuşak gençleri gerçekten “güle oynaya” okulları, toplu taşıma araçlarını, bankaları vb. ateşe veriyor. Aynı biçimde onlarca yıldır sözkonusu mahallelerin bu sakinlerinin polis tarafından kural durumuna gelmiş biçimde ayrımcı ve aşağılayıcı davranışa maruz bırakıldığı da gerçek.

Rusya’da bizim putingillerin ve putinperestlerin gözlerini kamaştıran “güçlü lider” Putin’in kendi silâhlı kuvvetleri ve istihbarat teşkilâtları üzerindeki denetiminin kısıtlı olduğu anlaşıldı. Genelkurmay Başkanı Gerasimov ve Hava Kuvvetleri Komutanı Surovikin kayıp. Aynı Putin, kısa zaman önce varlığından habersiz olduğunu iddia ettiği Wagner’in (özetle) kamulaştırıldığını duyurdu. Yine Putin, zamanında Çeçenistan’ı yerle bir eden kendi değilmiş gibi, İsveç’teki mahut eylemin hemen ardından Dağıstan’da ortaya çıkıp Kuran’ın kutsallığından söz etti. 

Putin’in o pek kıvrak zekâsı NATO’yu diriltti ve genişletti. NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini iddia eden Macron geçtiğimiz günlerde Elize Sarayı’nda NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’i ağırlıyordu. Wagner ayaklanması, Putin’i Kadirov’lara, Lukaşenko’lara da muhtaç kıldı. ABD gibi Putin’in de kalkışmadan iki gün önce haberdar olmasına rağmen o günü St. Petersburg’daki geleneksel lise mezuniyet partisini oligark dostu Kovalçuk’un megayatında geçirmesi ise izaha muhtaç.    

Fransa’da da, Rusya’da da farklı biçimlerde de olsa, bir devlet ve yurttaşlık bunalımı sözkonusu. Bizimkilere bakılırsa Fransa’da iktidar bir olağanüstü hal ilan etmekten, polisi TOMA’larla donatmaktan, medyayı ele geçirmekten aciz olsa gerek. Diyalogla, ölçülü güç kullanımıyla, uzun vadeli eğitim, istihdam ve inşaat programlarıyla sorunu çözmeye çalışıyor. Daha tuhafı, devlet televizyonlarında bile sorunu enine boyuna ve çoğu zaman devletin eksiklerini öne çıkararak tartışmaktan da geri durmuyor.

Türkiye, Prof. Dr. Serhat Güvenç geçen haftasonu buradan paylaştığı üzere, NATO’nun AirDefender ve BaltOps tatbikatlarına hava kuvvetleriyle etkin biçimde katılırken, Kosova’ya da bir tabur konuşlandırıyor. Rusya’nın NATO sınırını 1300 km uzatan Finlandiya’nın NATO üyeliğini zaten onayladı. Ukrayna’ya askeri yardımı durdurmuş veya Karadeniz’i savaş gemilerine, hava sahasını Rus savaş uçaklarına açmış da değil. Üstelik Macaristan, Vilnius Zirvesi’nden önce İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanmasını sonbahara ertelediğini duyurdu. Avrupa’da bunlardan söz eden yok.

Aynı Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da, şu fakir düşmüş durumumuza rağmen milyonlarca Suriyeli ve Afgan sığınmacı bulunuyor. Bugüne dek ne Fransa’daki gibi ayaklanma, ne Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de yaptığı gibi geri itme görüldü. Buna karşılık, “barbar Türkler şimdi de zavallı Suriyelileri tehcir edecekler” yaygarası aldı yürüdü. Geçenlerde sohbet ettiğim bir Polonyalı gazeteci bana “biz komşumuz Ukraynalılara kucak açtık, siz neden komşunuz Suriyelilerden şikâyetçisiniz” diye akıl veriyordu.

Oscar Wilde’ın sıkça aktarılan dizesi: “Oysa herkes öldürür sevdiğini.” Putin’in yaptığı bu. Bizde yerel seçimlerin yapılacağı 2024 Mart ayında, Rusya’da da genel seçimler var. O ufukta akıbeti belli olur. Ancak kadayıfın altı kızarmışa benzer. Buradan bakışsa, yukarıda değinilen oryantalist mi nasıl tanımlanacağını bilemediğim baskın Avrupalı yaklaşımı bağlamında, insanın “size Erdoğan az bile…” diyesi geliyor.

Ancak Erdoğan da tutup Putin’i Ankara’ya davet etmek, kaçak silâh-mühimmat taşıyan sivil Rus şileplerinin yüzden fazla kez Türk limanlarına uğramasına göz yummak, yahut durduk yere S-400 almak gibi kendi kalesine goller atmaktan geri durmuyor. Yoksa Prof. Dr. İlhan Uzgel’in kapsamlı yazdığı üzere Erdoğan devletler arası ilişkilerde zamanın ruhunu çok iyi öğrendi.

Rusya’nın Kramatorsk örneğindeki gibi toplu sivil katliamları sürerken, aynı biçimde karşılık vermeksizin Ukrayna işgalden kendini nasıl kurtaracak? Tanesi aşağı yukarı 600 dolara mal olan ev yapımı bir kamikaze dronun, beheri 180.000 dolarlık bir Javelin füzesiyle aynı işi görmesinin stratejik, taktiksel sonucu ne olur? 

Fransa’da ve Rusya’da var da, Erdoğan’ın Türkiye’sinde devlet, cumhuriyet ve yurttaşlık bunalımı yok mu? Batı açısından, Türkiye’de Erdoğan ve Rusya’da Putin mi o efsunkâr istikrarı simgeliyor? Küresel olarak demokrasiler karşı karşıya kaldıkları ölümcül sınamalardan nasıl ve hangi vadede çıkabilir?

Yurttaşlık “bilinçlenecek, bilinçlen!” diye komutla olmuyor. Kurumları bozulursa cumhuriyetler ayakta durmuyor. Tek adamlar en güçlü olduklarını sandıkları zamanlarda devrilebiliyor. Buna karşılık her tek adam da, Stalin örneğinde olduğu gibi, her büyük hezimetin ardından kendiliğinden devrilmiyor. Her bakımdan şu henüz haritası çıkarılmamış topraklardayız.   

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.