Öner Günçavdı yazdı: Türkiye’nin değil, AKP’nin krizi

Ekonomik olarak bugün her şey dünden daha kötü.”

Geçmişte ekonomideki kötü gidişler, var olan kurumsal reflekslerin devreye girmesiyle tersine çevrilebiliyordu.

Asırlık kurumlarımız vardı. Liyakat sahibi kadrolara sahipti bürokrasi. Ama her şeyden öte ülkedeki hiç bir karar “tek” bir kişinin inisiyatifine bırakılmamıştı.

Şimdi yarın ne olacağını bilmek, ekonomik gelişmeler hakkında isabetli bir tahmin yapabilmek o kadar zor ki… Hatta bu zorluk o tek adamın çevresindekiler için de var artık.

Teknik anlamda ekonomide bir kriz yok. Ama siyasî manada ekonominin yönetimi ile ilgili AKP’nin ciddi bir kriz içinde olduğu söylenebilir.

AKP bugüne kadar alışık olduğu ve tecrübe ederek öğrendiği bir yönetimi yapabilecek iktisadi olanaklardan mahrum artık. Ortaya çıkan yeni koşullara yönetim şeklini uydurmakta zorlanıyor.

Bu uyum zorluğu hem AKP’nin daha önce böyle bir yönetim deneyimi olmadığı için hem de böyle bir uyum göstermesinde kendisine yol gösterecek kurumsal altyapı olmadığı için yaşanıyor olabilir. Ama bu uyum zorluğunun sistemsel nedenlerinin yanında, tüm yönetim erkini elinde toplayan “tek” adamın bizzat kendisinin değişen çevresel şartlara uyumda zorlanması da neden olmuş olabilir.

Bu yüzden belki ekonomik kriz fiili olarak topluma tam olarak yansımamış olabilir. Ama AKP halihazırda ciddi bir “siyasi yönetim krizi” içine girdi bile. Bunu zaman içinde parti içinden farklı seslerin yükselişi ile hep birlikte göreceğiz. Bu farklı seslerin yönetimi Sayın Cumhurbaşkanı için ilerleyen günlerde, bu kez geçmişten çok farklı koşullarda yapılacak bir liderlik testine dönüşecektir.

Bu yönetim krizi, aynı zamanda AKP’nin kendi eliyle yarattığı ekonomik enkazının yönetimi ile ilgili bir kriz aynı zamanda.

Güvenlik endişelerinin yol açtığı endişelerden kaynaklandığını düşündüğüm ve ülkenin 100 yılda oluşturduğu tüm kurumları yıkarak inşa edilmeye çalışılan bir rejim, çok kısa süre zarfında vatandaşına refah üretemez duruma geldi; iflas etti.

Artık bu tek adam rejimi iddia edildiği gibi vatandaşına zenginlik ve refah sağlayacak bir rejimin adı olmaktan çıktı. Aksine onu fakirliğe ve giderek daha düşük refah düzeylerine mahkûm edecek bir rejimin adı olmaya başladı.

Şimdilik yapılmaya çalışılan, bu ekonomik sıkıntıların rejim ile ilişkisinin kurulmasını engellemek ve bu şekilde rejimi korumaktan ibaret.

Bizim gibi “akut” kaynak açığı bulunan, ekonomisinin dünya ekonomisinde cari fazlalar vermesine yarayacak bir doğal kaynağa sahip olmayan ve dahası, parasının uluslararası rezerv para olmasına yarayacak bir kurumsal yapıya sahip olmayan bir ekonomide yaşanan krizler çoğunlukla dış ödemeler krizi olarak karşımıza çıkarlar. En basit haliyle, ülkenin çok uzun süre döviz gelirlerinin üzerinde harcama yapması bu krizleri tetikler.

Bu kısıtlar altındaki bir ülkede “tek” adama dayalı bir rejimi inşa etmek ve bunun gerek duyduğu kamuoyu rızasını üretebilmek için sürekli vatandaşa refah transferleri yapmak gerekmektedir. Maalesef bu ihtiyaç ülkelerde ekonomik ve siyasî krizleri tetikleyecek harcamaları yapmayı zaruri kılmaktadır. Türkiye’nin bugün yaşadığı budur.

Bazen kaynak açığı olan ülkeler dışarıdan borçlanarak aradaki farkı kapatmaya çalışırlar. Bu, kaynak açığını kapamanın en kolay yoludur. Çalışıp-didinmeye, alın teri dökmeye gerek duyulmaz; en azından kısa dönemde böyle bir imkan sunar borçlanma. Zaten iktidar erkini tek elde toplamaya çalışırken ihtiyaç duyulan kamuoyu rızasını vatandaşa “zoru” ve çalışmayı vaat ederek elde edebilmek pek mümkün olmaz. Hele bir de borçlanmanın maliyetini vatandaşın sırtına yükleyebilme olanağı varsa, tartışmasız siyasetçinin tercih edeceği seçenek borçlanmadır.

Bunca zaman sahip olduğu yaygın kamuoyu desteğine güvenerek, yirmi yılı aşkın süredir AKP’nin yaptığı ve hâlâ yapmaya çalıştığı budur: Vatandaşı çalışmadan, üretmeden belli bir refaha erişebileceğine inandırmaktır.

Hâlâ amaç, vatandaşın gelirlerini artırıcı bir ekonomik yönetimi yapmak yerine onları borçlandırarak harcamalarını finanse edebilecek duruma getirmek. Yani bildiğini ve bugüne kadar öğrendiğini bir beş yıl daha tekrar edebilmektir.

Ülke içinde ve dışında kendi iktidarına karşı duran güçlere karşı, sözüm ona geçmişten faklı ve “kişilikli” duruş sergilediğini iddia eden bir siyasî anlayışın, bu güçlere karşı gerçek bir meydan okuma anlamına gelecek bir çıkış yaparak, ekonomiyi cari açık veren değil, aksine cari fazla verecek bir yapıya dönüştürecek bir vizyonu sahiplenmemesi, aslında tüm bu meydan okumaların samimiyeti hakkında şüphe doğurmaktadır.

Bu yüzden üretmeyi değil, tüketmeyi bilen; iktisadi faaliyet olarak sanayiye değil ticarete çok daha fazla değer veren bir anlayışın temsilcisi olmuştur AKP.

Maalesef son 20 yıl borçlanarak tüketip vatandaşa refah transfer etmekle geçti. Sonunda elde koca bir borç yükünden hiçbir şey kalmadı.

Şimdi siyasî iktidarını sağlamlaştıramamış olmanın paniğine düşmüş olan iktidar, en son seçimleri çok net bir farkla kazanmış olmasına rağmen, tükenen mali imkânlarının kamuoyu algılarında yaratacağı tahribatı önleyebilmek için ülke ülke dolaşarak dışarıdan ek kaynak bulmaya çalışıyor.

Seçimlerin ardından kazandığı bir beş yıllık iktidarının finansmanı için kaynak arayışı içinde iktidar. Bu kaynaklar daha önce olduğu gibi dışarıdan bulunabilirse ne âlâ. İktidar, ekonomik koşullardaki olumsuz gelişmeleri vatandaşa yansıtmadan bu beş yıllık dönemi atlatmaya çalışacak. Ancak arzu edilen kaynak dışarıdan bulunamazsa benzer bir arayışa ülke içinde girişilecek. Bu harcamaların finansmanı için belli kesimlerin üstüne yüklenilmesi, o kesimlerin gelirleri üzerinden kaynak yaratılması gerekecek.

AKP iktidarların daha önce yapmadığı bir uygulamadır bu. Neredeyse bir ilk. Bu uygulamanın etkilerinin siyasî olarak nasıl yöneteceği ise merakla beklediğimiz bir konu.

AKP liderliğinin tüm meydan okumaları, dışarıdan borçlanacak kaynak varken ve bunun neticesinde refahı artan vatandaşın desteği de iktidar lehineyken yapılmıştır. Buna bakarak iddia edilen “Yeni bir Türkiye” inşa etmiş olma fikri, daha fazla refaha sahip olma, o iddialı altyapı projeleri ve birçoğu o günlerde “el parasıyla” elde edilmiş özgüvenin ürünleriydi.

Hatta yabancıdan alınan parayla yine o yabancılar tehdit bile edilebiliyordu.

Maalesef para bitince gerçekler görülmeye başladı. Bunca yıl, kullanılan onca mali kaynakla ülkenin ihracat yapma kapasitesi geliştirilemedi. Neticede ekonomi, o çok eleştirdikleri “Eski Türkiye’nin” daha önce inşa etmiş olduğu sanayinin sağladığı döviz gelirlerine mahkûm kaldı.

Ancak ekonominin ihracat geliri üretme kapasitesi yeterince gelişmemiş olsa da, ülkenin döviz tüketme kapasitesi bu 20 yıllık dönemde oldukça arttı ve ekonominin dış borçlanmaya ihtiyacı da akut bir bağımlılığa dönüştü. Bunda rol oynayan en önemli faktör AKP’nin dış kaynakların sürekli olacağına güvenerek elde ettiği özgüvenle ekonomide uyguladığı “harcama politikasıdır”.

Üretmeye ihtiyaç duymadan sürekli kaynak tüketerek kamuoyuna, daha çok da kendini destekleyen kesimlere, refah transfer edebileceğini düşünmesidir. Görünen o ki AKP’nin uyguladığı siyasetin çok önemli bir parçası olan bu transferleri ne pahasına olursa olsun yapmaya devam etmeye çalışacaktır. Bir şekilde bu transferlerin oluşturulacağı maliyetler de toplumun diğer kesimlerine yüklenmekten kaçınmayacaktır. Zira oldukça kalabalık olan bu kitle kendilerine yapılan refah transferleri devam ettiği müddetçe AKP’nin tercih ettiği hamasi siyasî söylemlere çok daha fazla duyarlılık göstererek ve bu şekilde daha kolay yönlendirilebilen bir kesimdir.

Bugün Mehmet Şimşek ve ekibinin son vergi artışları ve fiyat ayarlamalarıyla yaptıklarının amacı budur. Dün refahının artmasından etkilenip iktidarı destekleyenlerin, şimdi de bu refah ayarlamalarına rıza göstermesi ve iktidarı desteklemeye devam etmeleri beklenmektedir. Böyle bir beklentinin gerçekleşmesini beklemek bugünkü koşullarda pek mümkün görünmüyor. Bu yüzden de yaşanacak refah ayarlamalarının etkisini düşük tutabilmek için, iktidar Körfez ülkelerinden kaynak arayışına girişti. Bu şekilde AKP kendi içinde düştüğü krizi çözemese de yerel seçimlere dokuz ayın kaldığı bu süreçte kendi siyasî krizinin etkisini kendi içinde yönetebilmeyi hedeflemektedir.

Şu anda ülkemizde uluslararası ödemeler bakımından bir kriz görünür olmasa da, harcama politikası tartışmasız bir şekilde çökmüştür. Teknik olarak ödemeler krizi içinde olmasak bile siyasilerin geniş kitleler için refah üretecek bir harcama politikası uygulama kapasitesi kalmamıştır. Önümüzdeki beş yıllık süredeki iktidarın politikalarının finansmanı için bile kaynak bulunabilmesi pek olası görülmemektedir. Bu kaynaklar çok büyük ihtimalle içeriden temin edilecektir.

Siyasî iktidar temsilcileri ülkede bir ekonomik krizin olmadığını iddia ediyorlar. Doğrudur. Belki bir ödeme sorunu yok. Ama yeterli düzeyde bir harcama yapamama durumu var. Sayın Şimşek bozulan mali dengeleri yeniden dengeye getirmek için ekonomide gelir arttırıcı birtakım tedbirleri uygulamaya koydu. Bu yaparken de iktidarın harcama alışkanlıklarından pek de vazgeçmeye yanaşmadığının sinyallerini kamuoyuna verdi. Bu beklendiği gibi iktidarın harcama politikasından pek fazla taviz vermeyeceği anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla seçim sonrası alınan bu tedbirler, bırakın ekonomide yeni refah üretmeyi, mevcut refahın devlet hakemliğinde yeniden dağıtımını amaçlayan niteliğe büründüğü görülüyor. Ülke genelinde vatandaşın refahından fedakarlık yapmaya rıza göstermesi artık açık açık dile getirilmektedir.

Daha bundan iki ay önce, seçimlerin hemen ardından Mehmet Şimşek’i ekonominin kurtarıcısı olarak görüp, destek verilmesini isteyenlere şimdi sormak istiyorum: Ülkenin mevcut kaynaklarıyla uyumlu yeni bir harcama politikası neden hâlâ görülemedi? Bu koşullar altında kamuoyunun neyi desteklenmesi istendiği çok açık değil.

AKP iktidarının bunca yıl iktidarda kalmasına olanak sağlayan harcama politikası iflas etmiştir. Şu anda sadece kamuoyu nezdinde bu iflasın daha görünür olmasını önleyici tedbirler alınmaktadır. Bu yapılmak istenenlerin desteklenmesi aynı zamanda bugüne kadar süregelen iktidar anlayışının desteklenmesi anlamına gelmektedir.

AKP’nin kendi kişisel iktidarının ve inşa etmeye çalıştığı rejimin içine düştüğü bir krizden kurtulabilmek için devreye soktuğu uygulamaların desteklenmesi midir söz konusu olan, yoksa ülkeyi bir bütün olarak kapsayacak birtakım politika ve uygulamaların desteklenmesi midir bahsedilen?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.