Ölenler “ölü” olduğunu bilmezler.
Yoklukları başkalarına acı verir…
Bilgi de öyle.
Bilmeyenler neyi bilmediğini bilmez,
Acıyı “bilen”ler çeker…
Sokak hayvanlarının öldürülmesi konuşuluyor son günlerde hararetle.
Kastedilen sokakta yaşayan hayvanların tamamı mı belli değil, daha çok sokak köpeklerinin diğer adı sokak hayvanıymış gibi dillendiriliyor.
Bu noktaya nasıl gelindi?
İktidara yakın medyada durmaksızın konuşan azınlığın sesi, kendilerine söz hakkı verilmeyen çoğunluktan fazla çıktı.
Buna sosyal medyada trollerin güdümündeki linç kampanyaları da eklendi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
İktidar “halk”ın isyankar talebi karşısında sessiz kalamadı ve sokak hayvanları ansızın ülkenin en önemli gündem maddesi oluverdi.
Kanun hükmünde çıkarılacak bir kararnameyle çözülemeyecek kadar büyük bir mesele olmalı ki tez elden yasa taslağı çalışmalarına başlandı.
Ama o da ne, yoksa taslak zaten hazır mıydı?
Geçen Perşembe meclisin gündemine geleceği fısıldandı önce, peşi sıra Haziran’ın ilk haftasına sarktı konu.
Peki taslak nerede?
Onu bilmiyoruz.
Taslak yasalaşırsa ne olacak?
Bakın onu biliyoruz!
Rivayet o ki, yasada yapılacak değişiklikle sokaklardaki tüm hayvanlar toplanıp barınaklara götürülecek, 30 gün içinde sahiplenilmeyenler “uyutulacak” adı altında iğne yapılarak öldürülecek.
Peki nereden biliyoruz?
E vallahi onu da bilmiyoruz, birileri birilerine; o birileri de bize fısıldıyor. Dillendirildiğinde kimse yalanlamayınca anlıyoruz ki doğru!
Peki sayıları kimi kaynaklara göre 6, kimilerine göre 10 milyon olan sokak köpeği neden öldürülmek isteniyor?
“Çünkü öyle!”
Çünkü çocuklara saldırıyorlar!
Çünkü insanlar ölüyor!
Çünkü, çünkü, çünkü….
Sanırsınız sokaklarda köpek çeteleri kol geziyor ve insan ırkı bir soykırımla karşı karşıya!
Olur da bu yasa TBMM’de kabul edilir ve uygulanırsa en başta söylediğim olacak, binlerce sahipsiz köpek katledilecek ama onlar ölü olduklarını bilmeyecek.
Yoklukları ise kamu kurumlarının başta kısırlaştırma olmak üzere üzerine düşen görevi yerine getirmediği, devletin tüm denetim organlarıyla bu duruma seyirci kaldığı, gerçeğini bilenler çok büyük bir acı verecek.
İstanbul Sözleşmesi’nden de böyle çıkılmıştı.
Yöntem aynı…
Bir avuç azınlık iktidara yakın medyada durmaksızın konuştu.
Onların sesi, kendilerine söz hakkı verilmeyen ve ülkenin yarısını oluşturan kadınlardan yani çoğunluktan fazla çıktı.
Buna sosyal medyada trollerin güdümündeki linç kampanyaları da eklendi.
Türkiye’nin öncülüğünü yaptığı, adını burada imzalandığı için İstanbul’dan alan ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi hedefleyen sözleşme kimi dini cemaatler ve o tarihte TBMM’de grubu bile bulunmayan siyasi partilerce hedefe oturtuldu.
İktidar ‘halk’ın isyankar talebi karşısında sessiz kalamadı ve İstanbul Sözleşmesi ansızın ülkenin en önemli gündem maddesi oluverdi.
Ve 20 Mart 2021’de de tek taraflı feshedildi.
Tek farkı şu: TBMM’de alınan kararla imzalanmış olmasına karşın İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzası ile feshedildi.
Peki ülkenin çözüm bekleyen yığınla sorunu varken ne oldu da apar topar köpekler, pardon sokak hayvanları ile ilgili yasa çıkarma telaşına girildi?
Üstelik maliyetli de… HAYTAP verilerine göre iğneyle uyutmanın maliyeti 3 bin 500 TL iken, kısırlaştırmanın maliyeti 150 TL ile 300 TL arasında değişiyor.
Yapılmak istenen ne?
Öyle ya! Gündemde çok daha can yakıcı meseleler var.
Ekonomik kriz zaten başı çekiyor.
Emekliler parasızlıktan burnunu bile dışarıya çıkaramaz halde.
Dahası onlara en hafif tabirle şaka yapar gibi “size tatil yapmanız için öğrenci yurtlarını tahsis ediyoruz” deniliyor. Kimin aklına geldiyse öğrenci yurdunda tatil yapma garabeti bir yana emekliler oralara gidecek yol parası bulmaları bir başka yana onlar kara kara akşam sofraya ne koyacağını düşünüyor.
Diğer tarafta çalışan yoksullar var. 31 Mart seçimlerinde iktidara fatura kesen milyonlarca kişi, o günden bu güne daha da yoksullaştı. Bir somun ekmeğin hesabının yapıldığı, geçim derdinin günden güne derinleştiği bir zaman diliminde sıra nasıl oldu da sokak hayvanlarına geldi?
Yargı kanadında ayrı bir trafik var.
Kobani davası sonuçlandı ama Eski HDP Eş Genel Başkanlarından Selahattin Demirtaş’ın 42 yıl, Figen Yüksekdağ’ın 30 yıl 3 ay hüküm giymesinin yankıları dinmedi. Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk de 10 yıl hapse mahkum oldu. Gündemde cezanın üst mahkemede onaylanması halinde yeniden kayyum atamaları mı başlayacak sorusu var.
Ayhan Bora Kaplan davası üzerinden siyaset-emniyet-mafya üçgeninde süregelen ayrı bir tartışma var. Gizli tanıklar, görevden alınan hatta tutuklanan üst düzey emniyet güçleri, davaya adı karıştırılmak istenen yine üst düzey siyasetçiler, kumpas iddiaları, darbe girişimi nitelemeleri…
Diğer yanda iktidar ile muhalefet arasında süregelen “siyasette yumuşama ya da normalleşme” hamleleri var. Cumartesi Anneleri’ne 1000. hafta izni çıkması o hamlenin bir tezahürü olsa gerek, sırada normalleşmeyi bekleyen çok sayıda başlık var. En çok ilişkilendirilen ve dillendirilen de Osman Kavala’nın tutukluluk hali, tabi Gezi Davası da diğer tarafta duruyor…Milletvekilliği düşürülse de başta kendisine oy verenler olmak üzere demokrasi talebini yükselten tüm kesimlerin fahri vekili Can Atalay da Anayasa Mahkemesi kararına rağmen hala hapiste.
Bitmedi sırada 9. Yargı Paketi ve şimdiden tepki çeken düzenlemeler var.
O kapsamda kadınların kendi soyadını kullanma hakkının elinden alınması, etki ajanlığı hatta üstü örtülü bir affın gelmesi bile gündemde.
Bu yoğun trafiğin içinde neden ve nasıl sokak hayvanlarını konuşur olduk?
Başlıkları daha da çoğaltmak mümkün.
Sırada İktidarın küçük ortaklarının her fırsatta hedefe oturttukları 6284 sayılı yasa var. Neymiş efendim, AKP iktidarının toplumun geniş kesimlerinden gelen taleplere henüz kulak tıkamadığı ve karar alma süreçlerinde göstermelik de olsa muhalif kesimlere kapıların aralandığı bir dönemde 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6284 sayılı o kanun ‘aile’yi yok ediyormuş…
Oysa kadına karşı şiddetle mücadelede uygulamaya dönük somut mekanizmaların kurulmasının elde kalan tek teminatı o kanun.
Kadın cinayetleri dur durak bilmiyorken dili lal olanlar, çocuk cinsel istismarları karşısında ağzını bıçak açmayanlar epeydir o kazanı kaynatıyor, işe şiddet mağduru kadınların ‘normal’ hayata adım atması için baston işlevi gören nafaka hakkını ellerinden almakla başlamak istiyorlar. Mantık şu: Kadının boşanacak gücü kalmazsa aile kurumu ayakta kalır!
Aynı kesim Erzincan’daki siyanürlü liç yığınının yol açtığı ve açacağı felaketin göz göre göre geldiğini ortaya koyan raporlar havada uçuşurken de suskun.
Bu iklimde insan sormadan edemiyor, bunca dert varken sokak hayvanları nasıl oldu da kanayan yaraya dönüştü ve ortada bir yara varsa siz neden tedavi etmek yerine öldürmeyi seçiyorsunuz?