Gökhan Bacık yazdı: Türkiye’de esnafın sosyal ve ekonomik yapısı

Esnaf, Türkiye’de hem iktisadi hem de sosyolojik bir kavram olarak önemli bir rol oynuyor. Peki, esnaf Batı’daki gibi bir sınıf mı, yoksa kökeni Türk-İslam geleneğinde mi yatıyor? Bu haftaki yazısında Gökhan Bacık, Türkiye’de esnafın sosyal ve ekonomik yapısı ve siyasetle ilişkisini inceliyor.

Türkiye’de geleneksel bir esnaf dükkanı ve tarihi esnaf çarşısı
Gökhan Bacık yazdı: Türkiye’de esnafın sosyal ve ekonomik yapısı

Batılı sınıf kavramı ve Türkiye’de esnafın sosyal ve ekonomik yapısı

Esnaf kavramı, Türkiye üzerine literatürde tam aydınlatılmamış ve muğlak bir halde kalmış vaziyette. Halbuki, Türkiye’de siyaset ve sosyolojiyi anlamak için anahtar kavramlardan birisi.

Esnaf kelimesi sınıf kelimesinin çoğulu olduğuna göre bu haliyle kastedilen bazı sınıflar olmalı. Bunlar da Türkiye’de dükkan sahipleri ve çeşitli zanaat sahipleridir. “Dükkanı var” demek yeni kuşakların dilsel-tınısal dünyasında eskimiş olarak düşünüldüğü için aslı Arapça olan dükkan kelimesine artık az rastlanıyor. Bunun yerine ofis, market gibi kavramlar öne çıktı.

Peki, Türkiye’de esnaf Batılı anlamda bir sınıf mıdır? Her toplumda tarih boyunca iktisadi ilişkiler vardır. Ancak Max Weber gibilerine göre kapitalizmle birlikte yeni bir tür iktisat anlayışı ortaya çıkmıştır. Batılı sınıflar da bu yeni ekonominin sonucudur. Dolayısıyla, bu görüşe göre Türkiye’de esnaf, Batılı bir sınıf değildir çünkü Türkiye’de Batı’da olduğu gibi eş zamanlı bir endüstri devrimi yaşanmamış, bunun sonucunda modern kapitalist toplum oluşmamıştır. Bu tartışma, hem Türkiye’de esnafı açıklamak hem de bu kavramın türettiği siyasi hareketler üzerine bazı ipuçları elde etmek için önemlidir.

Osmanlı’dan günümüze lonca sistemi

Burada bir önemli nokta geçmişteki vaziyet. Esnaflar, bizi Selçuklu-Osmanlı geleneğinde loncalara götürür. Lonca (loggia) bir tür oda, loca şeklinde esnafların örgütlenmesidir. Bu kavram modern Türkiye’de “oda” (esnaf odası) şeklinde devam ettirilmiştir. Buradaki kritik nokta, Türk esnafının köklerinin Türk-İslam geleneğindeki haline kadar uzanıyor olmasıdır. Bu gelenek, Batı’da çıkan endüstri devrimi ve modern kapitalizmle ilişkiye girmiş, ama tam olarak onların yolunda ilerlememiştir. Ortaya bir tür bileşke sonuç çıkmıştır: Bizde esnaflık bir yandan modern ekonomik ilişkilerin etkisindedir; fakat tam olarak bu işler Batı’da olduğu gibi gerçekleşmediği için, bir yandan da esnaflar tarihsel Türk-İslam geleneğindeki değerlerin de etkisindedir.

Peki bu tarihsel değerler ve pratikler nelerdir? Bu soruya kısaca şöyle cevap verilebilir: Esnaflık modern dönem öncesi zamanlarda hem Osmanlı toplumunda hem Batı’da aynı anda iktisadi ve normatif bir kurumdur. Bir diğer deyişle, esnaf, iktisadi ilişkiler içinde olan ama aynı zamanda bazı dinsel ve toplumsal değerlere dayalı iş gören birisidir. Nitekim, Türk-İslam geleneğinde esnaflık denilince hemen akla ahilik ve fütüvvet gibi kavramlar gelir. Türkiye’nin Batı’dan farklı özgün durumu ise bu geleneksel değerlerin halen esnafın zihin dünyasını belirlemesidir. Böylece Türkiye’de esnaflık, hem iktisadi hem de geleneksel (ve yoğun biçimde dinsel) bir kol olarak kalmıştır. Esnaf, salt ekonomik işlerin değil, belirli değerlerin taşıyıcısı, temsilcisi ve yaşatıcısıdır.

Esnaf ve tarikatlar arasındaki bağlantı

Esnafın bu özelliğini, günümüz Türkiye’sini derinden etkileyen bir örnekle açıklayabiliriz. Türkiye’de eskiden beri tarikatlar ve cemaatler vardır. İşte bunların varlığının temini esnaftır. Esnaf, tarikatların ve cemaatlerin hem finansörü hem de yerel ağlarını kurmada ihtiyaç duydukları sosyal prestijin kaynağıdır. Bir tarikat, yahut cemaat, dayandığı esnafın ekonomik gücü ve sosyal itibarına göre başarılı olur. Şöyle açıklayalım: Cemaatin veya tarikatın fonksiyoneri (abi, şeyh, mesul, hafız, hoca, mürit) yurt, okul yahut kurs gibi kurumlar meydan getirmek ve “insan yetiştirmek” için paraya ihtiyaç duyar. Bu parayı esnaf sağlar. Esnaf, para vererek parçası olduğu bu dinsel ağın yerel olarak prestijini de inşa eder.

Buradaki kritik nokta ise, Türk esnafının yukarıda bahsettiğimiz geleneksel normatif değerlerin temsilcisi olmayı sürdürmesi yüzünden ortaya çıkan sorunlardır. Para ve prestij vererek var oluşuna katkıda bulunduğu cemaatin, yahut tarikatın, idaresine esnaf müdahil olmak istemez. Fiilen bu, cemaat/tarikat fonskiyonerinin (ki bunların çoğu salt dini eğitim almış pratik ve teorik ticaret bilmez kişilerdir) esnaftan toplanan paraları hesapsız kitapsız harcamasına yol açar. “Filan kasabada okul yok oraya da yapalım,” “Falan yere iki kurs açalım,” şeklinde dinsel motivasyonla esnaftan alınan para çoğu zaman ekonomik gerçekliğe uymayan şekilde harcanır. Dikkatle bakılırsa esasen Türkiye’de tarikatlar/cemaatler ekonomik olarak her zaman müflis durumdadır. Bunu görünmez yapan, esnafın sürekli nakit akışı sağlamasıdır. Esnaftan gelen akış bittiğinde kendi özgün üretimini satacak ve bununla eko-sistemini sürdürecek bir tane cemaat ve tarikat yoktur.

Cemaatlerle finansal ilişkiler

Peki esnaf neden para verdiği bu tarikat/cemaat sistemini denetlemiyor? Bunun cevabı, Türk esnafına yapışmış tarihsel kimlik: Modern öncesi alışkanlıkları devam ettiren esnaf, para vererek girdiği sistemde ekonomik bir bakışı temsil etmek yerine bir tür yarı-Sufi rolü benimsiyor. Parasal gücüyle dahil olduğu oyunda iktisadi aktör olmak istemiyor. Ancak, bu durum bir tür rantiye sistemi de doğuruyor. Esnafın hazır parası üzerine kurulu cemaat/tarikat dünyası içinde sosyalleşen “talebeler” inovasyon, girişim, sanat gibi bireysel-risk almayı gerektiren alanlarda güdük kalıyor. Tam aksine tarikat ve cemaat yurdunda kalmak demek devlet sınavlarına girmeyi hedef haline getirmek oluyor. Paradoksal biçimde kökeni esnaf olan bir sistemin nihai ürünü memur oluyor. Burada sorun cemaat ve tarikatlarda değil; bu sistemi para ve prestijle besleyen esnafın, parçası olduğu oyuna bir tür Sufi gibi girmekte ısrar etmesindedir.

Esnafın günümüzde bir yandan iktisadi imgesini diğer yandan da yarı-Sufi rolünü sürdürmesi, Türkiye’de siyaseti başka alanlarda da etkiliyor. Bunun en tipik örneği, nüfusun az olduğu yerler. Buralarda siyasi partilerin teşkilatları esnaflaştırması her zaman işe yarar. Esnafın bu iki-yönlü kimliği, onların ekonomiye bakışını anlamak için de faydalı. Örneğin, tarih boyunca tağşiş/enflasyon, memurların ve askerlerin sorunu olmuştur. Esnaf, enflasyonu elbette sevmez, fakat ona uyum sağlar. Şaşırıcı biçimde enflasyonist ortamlar ve şoklar, Anadolu’da zenginleşen yeni esnaflar üretebilir. Esnafın asıl korkusu ise piyasada nakit hareketliliğinin azalmasıdır.     

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.