Yaklaşık iki yıldır süren Gazze’de kanlı bir savaşı, bütün sivil baskılara ve kitlesel protestolara rağmen inatla ve ısrarla sürdüren İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, dün Beyaz Saray’dan ayrıldıktan kısa süre sonra, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’deki çatışmaları sonlandırmaya yönelik planını kabul ettiğini duyurdu.
Netanyahu savaşı devam ettirmek için neler yapmamıştı ki?
Savaşı uzatmak ve Gazze’nin büyük kısmında İsrail kontrolünü kalıcılaştırmak için aldığı kararlarla, hem iç hem dış politikada siyasi hayatta kalma stratejisine dayanan tutumu derin yaralar açtı. Nisan 2024’te 30 rehinenin serbest bırakılacağı bir anlaşmayı reddetti; bu, koalisyon ortağı aşırı sağcı bakanların (Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich) hükümeti devirme tehdidinden sonra gerçekleşti. Mayıs 2024’te Beyaz Saray’ın İsrail-Suudi normalleşmesini şart koştuğu ateşkes planını baltaladı. Ocak 2025 ateşkesinden sonra, Mart 2025’te “Hamas’ı bitirme” gerekçesiyle saldırıları yeniden hızlandırdı.
Ağustos 2025’te Gazze’nin işgal planını onayladı; bu, soykırımı daha da derinleştirdi. BM’ye göre, yardımların engellenmesi ve Gazze’ye uygulanan abluka açlık ve salgınlara neden oldu; Netanyahu, “Gazze Şeridi’ni harabeye çevireceğiz” diyen konuşmalarıyla soykırımı sürdürme niyetini gösterdi.
Koalisyonunu korumak için aşırı sağcıları kolladı; örneğin, Filistinlilerin “gönüllü göçünü” savunan Smotrich’i destekledi. BM raporunda, Netanyahu’nun “Amalek” benzetmesi (Kutsal Kitap’ta toplu yok etme çağrısı) soykırımı derinleştirme niyetini ortaya koyan bir unsur olarak değerlendirilmişti.
Harcadığı isimler
Savaş kabinesinin ılımlı lideri Gantz, Netanyahu’nun “savaşı uzatma” politikasına karşı çıktı ve istifa etti. Bu, Netanyahu’nun kabineyi feshetmesine neden oldu; artık kararlar, aşırı sağcıların ağırlıkta olduğu güvenlik kabinesinde alınmaya başlandı. Gantz, “Netanyahu barışı sabote ediyor” diyerek ayrıldı; bu, Netanyahu’nun iç muhalefeti zayıflatma stratejisinin simgesi oldu ve savaşı uzatan bir dönüm noktasıydı.
Netanyahu hükümeti, onun yolsuzluk davasını eleştiren Savcı General Baharav-Miara’yı görevden almaya çalıştı. Mahkeme bu kararı askıya aldı, ancak girişim, Netanyahu’nun yargıdaki eleştirileri susturma çabasını gösterdi. Savaşı uzatmak için iç kurumları baskılaması Gazze operasyonlarının sorgulanmasını engelleme amacı taşıyordu.
Netanyahu, hükümeti devirme tehdidi savuran Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Smotrich gibi figürlere boyun eğdi; örneğin, Mart 2025’te ateşkesi bozarak Gazze operasyonunu yeniden başlattı. Öte yandan Netanyahu, İran’a yönelik saldırının detaylarını ultra-ortodoks Moshe Gafni’ye sızdırdı; bu, koalisyon desteğini almak için savaşı uzatma taktiğiydi. Bunlarla da yetinmedi, rehinelerin savaş ve şiddeti tırmandırarak değil, diplomasi yoluyla çözümlenmesi gerektiğini savunan Savunma Bakanı Yoav Gallant’la da ters düştü. Gallant, şimdilerde partiden ihracı görüşülmek üzere Likud’un parti mahkemesine çıkmaya hazırlanıyor.
Netanyahu neden anlaşma önerisini kabul etti?
Tarafların ateşkese her zamankinden daha yakın olduğunu gösteren birçok gösterge vardı. Gerek uluslararası toplumun giderek daha Filistin yanlısı bir çizgiye gelmesi gerekse dünyada sivil tepkilerin yoğunlaşmasıyla birlikte İsrail’in giderek bir nefret objesi haline gelmesi, ayrıca Gazze’deki yıkımın kabul edilebilir bütün sınırları aşarak belirli politik hedeflerin aracı olmaktan çıkarak tamamıyla nihilist bir yıkım aracına dönüşmesi, Gazze’deki İsrail saldırılarını ve soykırımını sürdürülebilir olmaktan çıkarıyordu.
Öte yandan 21. yüzyılın en büyük soykırımına imza atan İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD’yi ve Trump’ı müttefiklerine karşı mahcup eden ve bazen de zor durumda bırakan tavırlarına da bir sınır koymak gerekiyordu. Elbette Trump’la Netanyahu arasında, Hamas’ın yok edilmesi, 7 Ekim’de yaşananların bir kez daha yaşanmaması gibi konuların yanı sıra daha başka birçok konuda fikir birliği vardı. Katar’daki Hamas ofisine yönelik saldırıya kadar durum böyleydi. Ancak Doha saldırısı, önemli bir dönüm noktası oldu.
Doha saldırısıyla birlikte, Arap Birliği’nde başı çeken ve uluslararası sahada Arapların tutumunu büyük ölçüde domine eden Körfez Arapları, büyük tedirginlik hissetti. Daha önceleri, bölgesel gerginliğin büyük ölçüde İsrail değil İran kaynaklı olduğu ve İran’ın bölgedeki proxylerini kullanarak gerginliği tırmandırdığı yönünde bir kanaat vardı. Ya da meselenin İran’la İsrail arasında olduğu, Arapları da aslında o kadar da ilgilendirmediği yönünde bir algı vardı. İsrail’in 7 Ekimden sonra ortaya koyduğu orantısız şiddet ve sivil katliamında gösterdiği performansın yanı sıra Doha saldırısı, algıları yavaş yavaş değiştirdi. İsrail’in sadece Filistinlilere ya da İranlılara değil bütün bir bölgeye tehdit olduğunu kanıtlamış oldu. Bu saldırı sadece tedirginlik yaratmadı, Arapları İsrail’e karşı birleştirdi. Elbette Doha saldırısının hemen ardından yapılan toplantıdan Telaviv’e karşı ne bir yaptırım ne de misilleme kararı çıktı ancak, toplantıda yapılan konuşmaların sertlik tonu ile karar yansıyan tedirginlik ve korku, bölge ülkelerinin haleti ruhiyesini yeterince yansıtıyordu.
20 maddelik öneri
Trump’ın bastırdığı öneri birtakım yenilikleri içinde barındırsa da eski Başkan Joe Biden’ın Nisan 2024’te açıkladığı üç aşamalı plana benziyor. O plan savaş sonrası yeniden inşa ve uzun vadeli bölgesel strateji öngörüyordu, ancak hem İsrail hem de Hamas reddetmişti. Ocak ayında imzalanan ateşkes–rehine anlaşması ise sadece 42 gün sürmüştü. O zamandan beri Gazze’de koşullar daha da kötüleşti ve yalnızca bir rehine serbest bırakıldı. Hamas, rehineleri ancak kalıcı ateşkes ve tam İsrail çekilmesi karşılığında bırakacağını söyledi; Netanyahu ise bunu sürekli reddetti.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Biden’ın planında savaş sonrası yönetim ve yeniden inşa konusunda anlaşma olmadığı gibi rehinelerin aşamalı bir şekilde serbest bırakmalarına dayanıyordu. Trump’ın planı ise 72 saat içinde tüm rehinelerin bırakılmasını, şiddeti reddeden Hamas üyelerine af verilmesini, ayrılmak isteyenlere güvenli geçiş sağlanmasını öngörüyor. Şimdiye kadar Filistin devletinin kurulmasını engellemeye yönelik sistematik bir şekilde çalışan Netanyahu, ısrarla Filistin anlaşmanın kesinlikle bir devlet sözü içermediğini ifade ediyor. Yeniden inşa için bir yol haritası ve Filistin Yönetiminin reforme edilmesinden bahsedilen anlaşmada açık ve net bir Filistin devleti ifadesi geçmiyor. Sadece ateşkes ve kalıcı barış sağlanırsa bir süre sonra Filistin devletinin zeminini oluşturacak adımlardan bahsediliyor.
Öte yandan plan sadece Hamas’ı yönetimden uzaklaştırmayı değil aynı zamanda dinler arası diyalog ve ılımlı eğitim müfredatı gibi uzun vadeli radikallik karşıtı politikaların uygulanmasını öngören madde de içeriyor. Nitekim Beyaz Saray da öneriyi, Gazze’yi “radikalleşmeden arındırılmış, terörsüz, komşularına tehdit oluşturmayan bir bölge” haline getirecek bir taslak olarak tanımladı.
Netanyahu’nun Trump’la anlaşmaya vardıktan sonra çektiği son videoda bahsettiği yeni haritada, İsrail birliklerinin Gazze’nin büyük kısmında kalmaya devam edeceği gösteriliyordu. İlk geri çekilmeden sonra rehinelerin serbest bırakılması sürecinde, İsrail ordusunun pozisyonlarını koruyabileceği; ardından Arap ve Müslüman ülkelerden oluşacak Uluslararası İstikrar Gücü konuşlanana kadar da bölgede kalacağı belirtiliyor.
İkinci aşamadan sonra bile İsrail ordusu, Gazze’nin üçte birinden fazlasında varlığını sürdürebilecek. Üçüncü aşamada ise ordu tamamen çekilecek, ancak Gazze’nin çevresinde güvenlik tamponu kurulacak.. Planın ilk halinde sadece İsrail ordusunun “kontrol ettiği toprakları kademeli olarak devredeceği” yazıyordu. Güncel versiyon ise bu devri, silahsızlandırma süreçleri ve takvimine bağlayarak İsrail lehine netleştirdi.
Netanyahu’nun son aşamada devreye girerek Washington’u ek değişikliklere ikna etmesi, Arap ve Müslüman ülkelerin müdahale imkânını sınırladığı gibi planın yeniden revize edilmesini de güçleştirebilir. Ayrıca Trump’ın Netanyahu ile görüşmesinde, İsrail liderinin “Filistin devletine yönelik anlaşılabilir itirazını” açıkça kabul etmesi, planın devlet kurma yolunu öngören kısmını fiilen zayıflattı. Hamas’ın bu haliyle ABD önerisini kabul etmesi zor görünüyor, anlaşmanın ilk 72 saatte tüm rehinelerin serbest bırakılmasını öngörürken İsrail’in yalnızca kısmi bir çekilmeyi kabul etmesi, Hamas’ın tüm kozlarını elinden alacak ve bu da Hamas açısından kabul edilemez bir şey.
Netanyahu’nun Trump’ın planını kabul etmesi, onun savaş boyunca izlediği “uzatma ve yıkım” stratejisinin artık sürdürülemez hale geldiğini gösteriyor. İsrail, hem uluslararası arenada hem de bölgesel dengelerde ciddi bir yalnızlığa sürüklendi. Doha saldırısıyla birlikte Arap dünyasında oluşan kırılma, İsrail’in yalnızca Filistin değil, bütün bir Ortadoğu için tehdit olarak algılanmasına yol açtı. Trump’ın planı, savaşın sona ermesi için bir zemin sunsa da içindeki boşluklar ve İsrail lehine yapılan son dakika düzenlemeleri, kalıcı barış ihtimalini zayıflatıyor.