Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Roj Girasun yazdı: İfade hürriyeti – Uzak diyarların henüz ithal edilmemiş tropikal meyvesi

Perihan Mağden, başlıktaki çarpıcı tanımı “istifa” kurumu için yapmıştı. Ama ifade hürriyeti de en az istifa kadar bize uzak diyarların henüz ithal edilmemiş tropikal meyvesi.

Son örnek gazeteci Sedef Kabaş’ın Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklanması.

Kabaş’ın tutuklanması üzerine Deva Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu bir tweet attı:

“Atatürk sordu:

‘Ben ne yapmışım ona?’

Şöyle açıkladılar:

‘Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan’

Atatürk’e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Gazi sordu:

‘Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?’

‘Hayır…’

‘Ben Trablus’tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat bir şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için mahkemeye. Vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!’“

Bir süre sonra Yeneroğlu tweeti sildi. Herhalde bunun son zamanlarda muhalif çevrelerde çok dönen “efsanevi” Mustafa Kemal anekdotlarından biri olduğunu öğrendi.

Muhalif çevrelerde son dönemlerde günümüzün demokrasi, ifade hürriyeti hatta ekonomik sorunlarına örnek olarak benzer Atatürk kıssaları üretiliyor ve sosyal medyadan dolaşıma sokuluyor.

Halbuki bugün bile Mustafa Kemal’e hakaret suçlamasıyla insanlar yargılanıyor. Mustafa Kemal hayattayken de durum hiç farklı değildi.

Sabahattin Ali

Bilinen en ünlü örnek Sabahattin Ali’nin 1932 yılında bir arkadaş sofrasında okuduğu şiir nedeniyle Mustafa Kemal’e hakaretten hapse atılması.

Şiir şöyleydi:

“hey anavatandan ayrılmayanlar

bulanık dereler durulmuş mudur?

dinmiş mi olukla akan o kanlar?

büyük hedeflere varılmış mıdır?

asarlar mı hâlâ hakka tapanı?

mebus yaparlar mı her şaklabanı?

köylünün elinde var mı sabanı?

sıska öküzleri dirilmiş midir?

cümlesi belî der enel hak dese,

hâlâ taparlar mı koca terese?

ismet girmedi mi hâlâ kodese?

kel ali’nin boynu vurulmuş mudur?

koca teres kafayı bir çekince

iskender’e bile dudak bükünce

hicabından yerler yarılmış mıdır?”

Sinop Cezaevi’ne konan Ali burada, Hapishane türküsü olarak anılan meşhur “Aldırma Gönül” şiirini yazmıştı. Cezaevinden ancak Cumhuriyet’in 10. senesinde çıkarılan af sayesinde çıkabilmişti. Hatta yeniden öğretmen olarak atanabilme arzusu sebebiyle Mustafa Kemal için övgü dolu bir şiir yazması gerekmişti.

Halit Ziya Uşaklıgil

Mustafa Kemal zamanında sıklıkla görülen hakaret davaları öncesinde de vardı. Öyle ki Abdülhamid dönemi bu açıdan çok daha hoşgörüsüzdü. Abdülhamid hükümdarlığının baskı ve sansür politikalarını  dönemin ünlü yazarı Halit Ziya Uşaklıgil, “Kırk Yıl” adlı anı kitabında en iyi şekilde anlatır:

“Günden güne değinilemeyecek konuların ve kalemin ucuna geldikçe atılacak sözcüklerin, hele ne türden olursa olsun saraya, yönetime, olup bitenlere işaret denebilecek sözlerin sayısı arta arta öyle bir toplama çıkmıştır ki, basın alanı artık içinde dolaşılamayacak kadar daralmış, kullanılabilecek sözcüklerin dili, ilkel bir kavramın dili kadar küçülmüştü. ‘Hürriyet, vatan, millet, zulüm, adalet’ gibi elli, yüz sözcük ile başlayan yasak sözcüklerin gün geçtikçe toplamı kabaran yeni kovulmuş eşlerini öğrenmeli ve bunları her zaman hatırda tutarak, kalemin ucuna geldikçe pis bir böcek gibi fırlatıp atmalıydınız.” (Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl, Yapı Kredi Yayınları)

1908’de 2. Meşrutiyeti ilan eden İttihat ve Terakki de kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı sertti. Bu dönemde hükümet karşıtı yazılar yazan birçok gazeteci faili meçhul suikastlara dahi kurban gitmişti.

Cumhuriyet’in kuruluş yılları Takrir-i Sükûn kanunları altında geçti. 1925’de Şeyh Said İsyanı sonrası ilan edilen Takrir-i Sükûn biter bitmez, 1930’da Menemen Olayı için yeni bir sansür ve baskı dönemi başladı. Sonra 2. Dünya Savaşı yıllarında yedi yıl süren bir olağanüstü hal rejimi…

Hürriyet ve demokrasi iddialarıyla 2. Dünya Savaşı sonrası başlayan Demokrat Parti iktidarında da 1957’den sonra iktidarı eleştirmenin bedeli ağırdı. Demokrat Partili bir bakanın yolsuzluğunu yazan aynı zamanda İsmet Paşa’nın damadı da olan gazeteci Metin Toker, “görevi başındaki bakana hakaret etmekten” yedi ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne devamlılığı sağlayan en önemli konuların başında otoriterlik, baskı ve sansür geldi.

Bugün Erdoğan’a hakaret gerekçesiyle açılan davaları, yalnızca Erdoğan’ın kişiliğiyle açıklamak o yüzden eksik ve sorunlu bir politik analiz.

Türkiye’nin siyasi ikliminde ne sağda ne de soldan özgürlükçü bir siyasi kültür ne yazık ki yok.

O yüzden tarihin sayfalarını çevirdiğimizde; muhalifleriyle barışık olamayan Abdülhamid, Enver Paşa, Mustafa Kemal, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Kenan Evren ve Recep Tayyip Erdoğan görüyoruz. Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan ifade özgürlüğünü esas olan bir siyasi iklimin yaratılmasıdır.

Böyle bir hikaye bize kimseden miras kalmadı, onu biz kendimiz tahammül ederek kurmak zorundayız.

Roj Girasun’un önceki yazıları:

 İsyandan Bilderberg’e Selahattin Beyazıt’ın vefatının hatırlattıkları…

Köylülerin eli bu kez CHP’ye gider mi?

“İzmir Kürdistan değil”

Ahmet Resai Bey’den Ekrem Bey’e

Kolluk güçlerinin siyasallaşması bu kadar mı normal?

Vaktiyle bir Atsız varmış

Yine de miting deyip geçmemek gerek…

Yine mi Abdullah Gül?

Türkiye’nin stratejik konumu o kadar önemli mi?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.