Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: Savaşın işe yaramadığını öğrenme sırası Rusya’da mı?

Nerdeyse tüm meslek yaşamım boyunca dış politikada askeri güç kullanımı, siyaset ve strateji ilişkisini ele alan dersler verdim. Bu dersleri verirken uluslararası ilişkilerin bir alt disiplini olan stratejik etüdlerin (ya da çalışmalar) evrimini de gözledim. Zaten halen verdiğim dersin adı da stratejik düşüncenin evrimi. Soğuk Savaş’ta ortaya çıkmış bir alt disiplin. Aslında stratejik etüdler İngiltere’de tercih edilen bir tanımlama. Atlantik’in diğer yakasında milli güvenlik çalışmaları adı tercih ediliyor.

Hangi adla anılırsa anılsın temel amaç askeri güç ve siyaset arasındaki ilişkiyi araştırmak, devletlerarası ilişkilerde askeri gücün rolü ve yerini incelemek. Soğuk Savaş’ın iki kutuplu ve gerilimli ortamı disiplinin yeşerip olgunlaşmasına olanak sağladı. Realist uluslararası ilişkiler geleneğinden beslenen bu alt disiplin Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile Soğuk Savaş deneyimlerinden türetilen önermeleri sınayıp doğrulayabildiler. Yatıştırma (appeasement), çevreleme (containment), caydırıcılık (deterrence), dehşet dengesi (balance of terror), tırmanma (escalation), uçurum diplomasisi (brinkmanship) ve nihayet karşılıklı kesin imha (mutually assured destruction: MAD) gibi kavramlar bugün dahi uluslararası siyasette askeri rekabetin öne çıktığı dönemlerde sarıldığımız kavramlar.

Bu alt disiplinin popüleritesi, uluslararası ortamın çatışmacı ya da işbirlikçi oluşuna göre dalgalandı. Örneğin ilk kez 2001’de böyle bir ders verdiğimde, öğrencilerime önerdiğim okumalar arasında stratejik çalışmaların geleceği sorgulayan eserler çoktu. Zamanla disiplin yeniden toparlandı. Zira 11 Eylül sonrasında askeri güç dünya siyasetine gürültülü bir dönüş yapmıştı. Ondan sonra bir daha 1990’lar kadar karamsar (ya da iyimser, nereden baktığınıza bağlı) bir dönem yaşamadı. Pazartesi günü bu yılın ilk dersi için öğrencilerimle buluşacağım. “Stratejik etüdlerin geleceği var mı?” sorusu uzak geçmişe ait bir tartışma gibi gelecek onlara. Bugün Ukrayna merkezli krizi askeri güç-siyaset ilişkisini dikkate almadan düşünmek mümkün değil.

Putin’in Ukrayna’yı doğrudan muhatap almadan bu ülkenin geleceğini ABD ve NATO ile belirleme gayreti, 1937’de Münih’te yaşananları çağrıştırıyor. Dönemin İngiliz Başbakanı Neville Chamberlain’in, Çekoslovakya konusunda Hitler’e verdiği tavizler hala akıllarda. Üstelik bu tavizler, egemen ve bağımsız bir ülkenin hükümeti hiçe sayılarak verilmişti. Ukrayna’yı ele alan analizlerde Münih göndermesini duyduğumuzda anlıyoruz ki “yatıştırma” siyasetinden söz ediliyor. Bu siyaset, saldırganlığı yatıştırmak yerine körüklüyor. Bunu da yine aynı tarihsel deneyimden hareketle kestirmek mümkün. Chamberlain’i savunanlar, İngiltere’nin Almanya ile baş edebilecek askeri gücü henüz oluşturamadığına dikkat çekiyorlar. Münih’te silahlanma için zaman kazandırmış İngiltere’ye. Bugün askeri güç dengesi ne olursa olsun, yeni bir Chamberlain ortalarda görünmüyor. Zira Münih 1937’in geride bıraktığı miras çok kötü. Taşınır gibi değildir. Diplomaside Chamberlain adı yatıştırma siyaseti ile özdeşleştiği için lekelidir.

Öte yandan Rusya’nın taleplerine ve hamlelerine Batı’nın iki farklı biçimde yanıt verdiğini görüyoruz. İlki diplomasi. Özellikle Fransa ve Almanya yüksek profilli girişimleri ile bu tırmanmadan çatışmasız çıkmaya öncelik veriyor. Arada halkla ilişkiler kazaları da yaşanmıyor değil. Geçtiğimiz hafta Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Putin ile görüşmesine damgasını, konunun özü ya da esası değil, oturma düzeni vurdu. Salgın ile gerekçelendirilse de “Kremlinologlar” bu düzeni Fransa’ya yönelik bir başka hoşnutsuzluğun ifadesi diye yorumluyor. Sevgili Aydın Selcen geçen hafta katıldığı yayınlarda pek güzel özetlediği için ben ayrıntılarına girmeyeceğim. Ama Aydın’ın söylediği gibi diplomasiye bir şans verilmiş olması dahi Macron’un hanesine bir başarı olarak yazılabilir. Almanya’nın taze Başbakanı Scholz da yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyor. Macron’un beklentisi bu krizden AB’ye bir “stratejik otonomi” imkanı çıkarmak. Scholz ise krizin hem Alman ekonomisine hem de küresel ticaret düzenini daha fazla tehdit etmeden çözümü için uğraşıyor.

Ukrayna, NATO üyesi değil. O yüzden ittifakın ünlü 5. maddesinden yararlanması mümkün değil. Ancak bu ABD, İngiltere ve kısmen Türkiye gibi ittifak üyelerinin caydırıcılığa yatırım yapmasına engel olmuyor. Bu da diplomasiyi dışlamadan, askeri yöntemlerle kriz yönetimi anlamına geliyor. Bir yandan Ukrayna’ya savunmasını güçlendirilecek silahlar verilirken, diğer yandan komşu NATO üyelerine ABD askerleri konuşlandırılıyor. Özellikle Baltık ülkeleri ve Polonya’daki Amerikan askeri varlığı artıyor. Biden yönetimi buna ne kadar hazırdı? Daha fazla Amerikan askerlerini Avrupa’da konuşlandırmaya ne kadar hevesliydi? Bu sorular geçen sonbaharda sorulsaydı, herhalde yanıt olumsuz olurdu. 20 yıllık bir savaşın sonrasında, Afganistan’dan neredeyse bozgun halinde bir çekilme yaşamış bir ülke sonuçta ABD. Yeni denizaşırı kuvvet kaydırmalarına hiç sıcak bakılmadığı rahatlıkla söylenebilirdi. Geçtiğimiz günlerde “caydırıcılık” amacıyla, ABD ordusunun en seferi birliği olan 82. Hava İndirme Tümeni’nden 3000 asker Polonya’ya kaydırıldı.

Bu tümen 1991’deki Körfez Savaşı’ndan itibaren Amerika’nın Soğuk Savaş sonrasında yürüttüğü tüm askeri harekatlara katıldı. Bu harekatlar arasında ABD’ye askeri gücün her durumda işe yaramayacağını bir kez daha hatırlatan Afganistan ve Irak Savaşları da var. Gerçi ABD’nin bu dersi Vietnam Savaşı ile aldığı sanılıyordu ama büyük bir yanılgıymış. Soğuk Savaş sonrasında ABD tarihte eşi benzeri görülmemiş bir askeri üstünlüğe sahipti. Maslow’a atfedilen şu söz ABD’nin tüm sorunları askeri güçle çözme çabasını pek güzel özetliyor: “Elindeki tek araç çekiç ise tüm sorunlar çivi gibi görünür.” 11 Eylül sonrasında 20 yıl boyunca ABD’nin çekiç elde oraya buraya müdahalesi, gücünde ve itibarında ciddi aşınmaya neden oldu.

Bunun nedeni ne? Van Creveld gibi askeri tarihçiler daha 1990’da savaşın doğasının değiştiğini ileri sürmüştü. Yani savaş ile siyaset arasındaki ilişki bitmişti. Küreselleşme, devletlerinin egemenliğinin zayıflaması, devlet dışı aktörlerin yükselişi ile devletlerin askeri güçle siyasi hedeflerine ulaşabilmelerinin ekonomik ve insani maliyeti çok arttı. Buna karşılık Hew Stretchan gibi askeri tarihçiler ise savaşın doğasının değil, karakterinin değiştiğini savunuyorlar. Yani savaş hala siyasi güdülerle yürütülen bir eylem ancak başat aktörleri arasında devletlerin yanı sıra devlet dışı aktörler de var. Hangi pencereden bakarsanız bakın, askeri güç kullanmak devletler açısından eskisi kadar cazip değil. Yine önemli askeri tarihçilerden Andrew Bache, savaşların artık işe yaramadığını teslim edenler arasında. Bunu Bache’den önce söyleyenler elbette var ama Bache, liberal uluslararası ilişkiler geleneğinden gelen bir isim değil. Ona göre son “iyi” savaş İkinci Dünya Savaşı’ydı. Bir savaşı “iyi” yapan kesin sonuç getirip getirmediğidir. Artık “kesin sonuçlu” (decisive) zaferle biten savaşlar kalmadı. Küreselleşme çağında çatışmayı mekan ve zaman olarak sınırlamak hayli güç.

Bu dersi ABD pahalı bir bedel ödeyerek yeniden öğrendi. Geçenlerde bir uzman, ABD’nin başka ülkeleri işgal konusunda çok beceriksiz olduğunu ama işgale karşı direniş destekleme konusunda başarılı olduğunu yazdı. Bu önermenin ardında Afganistan örneği vardı. Sovyet işgali boyunca ABD, Afgan direnişine destek sağladı. Sonuçta bu ülke, Sovyetler Birliği’nin asimetrik savaşlar konusunda boyunun ölçüsünü aldığı yer oldu. Ya mirasçısı Rusya? Akla Çeçenistan, Gürcistan ve Kırım örnekleri geliyor. Buralar eski Sovyet coğrafyasının parçalarıydı. Dolayısıyla ABD’nin, Afganistan ve Irak maceralarından farklı düşünülmeleri gerekebilir. Kremlin ise, bu örneklerden askeri gücün hala işe yaradığı sonucunu çıkarmış olabilir. Ukrayna krizini tırmandırma kararının altında bu düşünüş yatıyor olabilir.

Ukrayna ise diğer örneklere göre çok daha geniş topraklara sahip, çok daha kalabalık ve nihayet kimliği oturmuş ülke. Bu ülkenin yaptığı hazırlıklara ve dostlarından aldığı yardımın niteliğine bakarak askeri bir işgal durumunda hedefinin Rusya’yı kesin sonuçtan mahrum bırakmak olacağı anlaşılıyor. Başkentleri düşse dahi, muhtemelen sürgünde bir “Özgür Ukrayna” hükümeti kurulacak ve direnişi sürdürmeye gayret edeceklerdir. Bu durumda Ruslar kendilerini bir yıpratma savaşı içerisinde bulacaklar. Belki de savaşın işe yaramadığını deneme-yanılma ile öğrenen ülkeler arasına katılacaklar. 

Serhat Güvenç’in önceki yazıları:

“Sorunsuz çember”in sorunlu kuzey halkası

Türkiye-Rusya’nın “rekabet yönetimi” ve Ukrayna krizi

Ukrayna krizi mi, Avrupa krizi mi?

Avrupa güvenliğini konuşmak

NATO genişlemesi ve Rusya’nın gecikmeli tepkisi

NATO’nun 70 yıllık müttefiki

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.