Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Tarafını seç oyuna başla – Türkiye siyasetine gamer bir bakış

Geçtiğimiz senelerde Z kuşağına dair birçok analiz okuduk. Neredeyse hepimizin bu konu hakkında bir görüşü var ve aslında bu durum, henüz anlaşılmamış bir fenomen ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Üstelik Türkiye gibi her sosyal olgunun siyasi yansımalarının hızlıca hesap edildiği bir ülkede merakları celbeden konu galiba Z kuşağının ne olduğundan ziyade, bu kuşağın siyasi tepkilerinin ne olacağı. Bu yüzden siyasi partiler, bu yeni seçmen kitlesiyle iletişim kurmanın yollarını arıyor, hatta bunu yaparken kendilerini çoğu zaman komik duruma düşürüyor.

Halbuki Z kuşağının bir kesimi, son zamanlarda kendisini hiç olmadığı kadar net bir şekilde ortaya koyuyor. Bunu sosyal medya platformlarında en vulgar haliyle görmek mümkün. Yapılan birçok analizin aksine, politikleşmenin bu kuşakta sanıldığı kadar az olmadığı söylenebilir. Zira onlar Erdoğan Türkiye’sine gözlerini açtılar ve bu atmosferde büyüdüler. Erdoğan’ın hayatın her alanını itinayla politikleştirdiği ve sürekli olarak dost-düşman ayrımı üzerinden söylem ürettiği bir ülkede politikaya kayıtsız kalamazlardı. Bütün vatandaşlar gibi onlar da kendilerini koruyan ve onlara kendilerini eşit yurttaşlar gibi hissettiren bir hukukun olmadığının farkındalar. Hukukun olmadığı bu cangılda ayakta kalmak için politik bir güce, bir baskı aracına ihtiyaç duyulduğunu biliyorlar. Birçok gencin dünyası bu yüzden ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta kendilerini umutsuzluğa sürükleyen bir iktidar, diğer tarafta ise yekpare bir bütün olarak algıladıkları bir muhalefet var.

Bu aslında, ideolojik kisvesi önemli olmayan, sosyolojik açıklamalardan bağımsız bir iyi ile bir kötünün savaşı. Muhalif bir genç seçmen için ontolojik olarak kötü olan bir Erdoğan var ve onun karşısında omuz omuza vererek savaşan muhalefet. Erdoğan’ın zafer ile mağlubiyet duyguları arasına sıkıştırdığı siyasette kendilerini konumlandırdıkları alan aslında hayatlarına bir anlam da katıyor. Muhalif olmanın getirdiği siyasal haklılık ve ahlaki zırh onları hem cezbediyor hem de siyasal bir gelecek üzerine düşünürken rahat rahat konuşmaya teşvik ediyor. Böylece aslında özne olmanın tadını çıkarıyorlar. Bu aslında çok iyi bir şey. Gençlerin sürekli olarak kendilerine baskı uygulayan yapıları sorgulamaları, “ne yapmalı” sorusunu sorarak çıkış aramaları ve kendilerine müttefik arayışına girmeleri, kalabalıklaşmaya çalışmaları takdire şayan.

Ne var ki bu sürecin yöntemi yeni kuşaklar için dijital dünyanın sunduğu platformlar tarafından şekillendiriliyor. Onların hayatlarının büyük kısmı bilgisayar başında geçiyor. Bazıları için ekonomik zorluklarla dolu ve insanı tüketime zorlayan hayattan maliyetsiz bir kaçış yolu, bazıları içinse netameli sosyalleşme süreçlerini atlatmanın kısa yolu. Her ne olursa olsun, zamanının büyük çoğunu bu insanlar bilgisayar başında geçiriyorlar ve bu durum onların düşünme, algılama süreçlerini etkiliyor. Türkiye siyasetine meraklı ve geleceği konusunda endişeli bir gencin, umut ettiği geleceğe ulaşmak için tutarlı ve sistematik önermelerle ilerlemesi umulur. Bunun için siyasi kavramları, siyasi tarihi ve yakın dönem siyasi tecrübelerini bilmesi beklenir. Mamafih durum pek böyle gerçekleşmiyor. Oyun oynayan, YouTube videoları izleyen ve Twitter tartışmalarına ilgisiz kalamayan gençler için bilgi kolay yoldan edinilen ve daha çok görsel materyaller üzerinden hızlı şekilde tüketilen, bunun için de küçümsenen bir kavrama işaret ediyor. Bir imaj, bir slogan, afili laflar eden bir fenomen veya bir klip tarafından etkileniyor olmak, üzerinde düşünmeden farkedilen bir hissin peşine düşümeyi beraberinde getiriyor. Bu his, bir düşünce değil. Bir bilgiye, bir gerçeğe dayanmak zorunda da değil. Sadece farkedilen ve fark edildiği anda büyük bir fanatizm ile savunulan bir davaya dönüşüyor.

Siyasetin oyuna dönüştüğü, daha önce de söylediğim gibi kişinin kendini bölüm sonu canavarına karşı mücadele eden ve zorlukları aşan bir oyun kahramanı gibi tasvir ettiği an aslında burada başlıyor. Zira Erdoğan’ın “bölüm sonu canavarı” olduğu oyunda muhalefete atfedilen yekparelik, kişinin bütün muhalefeti kendisine benzer şekilde görme eğilimini, dolayısıyla kendisine benzemeyen muhalifi de oyunu tasarlayanların bir tuzağı olarak görmesini beraberinde getiriyor. Bütün engeller aşılmak için orada bekliyor. Hainler ve oyunu yazan firma ile işbirliği içinde olan irili ufaklı bütün düşmanlar teker teker mağlup edilmeyi bekliyor. Oyunun siyasetle alaşması, imaj ve görüntülerden müteşekkil bir bilgi dünyasıyla birleşince, ortaya internet cafede oyun oynayan bir grup gencin heyecan içinde, bağıra çağıra oyun oynarken çıkardığı seslere benzer seslerle siyaseti yorumlamalarını da beraberinde getiriyor.

Özellikle başkanlık seçimleri öncesi birçok adayın ismi geçerken, gençlerimizin çoğu tarafını seçmiş ve oyuna başlamış durumda. Her birinin savunduğu bir aday, bu adaya atfettiği bir değer ve bu adayın tercih edilmediği bir dünyanın kabusa dönüşeceğine dair bir düşünce var. Siyasetçiler, onların joystick ile kontrol edebildikleri ve yine onların üstün becerileriyle düşmanları birer birer yenen bir kahraman olarak orada bekliyor. Karşı tarafın destekçilerine sosyal medyada had bildirmek, onları yıldırmak, linç ettirerek rezil etmek savundukları kahramanın güç barını arttıran faaliyetlerden farksız bir hal alıyor. Günün sonunda, sosyal medyada oynanan ve sosyal medyada kazanılan, yine sosyal medyada kaybedilen bir siyaset oyununun içinde buluyorlar kendilerini.

Oysa hayat bütün gerçekliğiyle devam ediyor ve dışarıda bir yerlerde akıp gidiyor. Sosyal medyanın yaşadığımız gerçek hayatın gündemini belirleme gücünü yadsımak aptallık olur. Ancak sosyal medyanın bir gerçeklik üretip, onu topluma dayatamayacağını da anlamamız gerekiyor. Dışarıda, Twitter’da gördüklerimizden daha sakin, daha öfkesiz, ahlaki konularda daha az hassas, daha duyarsız ve siyasete daha ilgisiz bir hayat var çünkü insanlar oyun oynamıyor. Daha uzun vadeli ilişkiler kuruyor, acılarını ve mutluluklarını daha doğrudan, daha kısa vadede yaşadıkları bir hayat sürüyorlar. Bu yüzden Twitter’a girdiğimiz zaman içimizi kaplayan kasvet, siyasal hoyratlık ve birbirini aleni şekilde aşağılayan insanlara gerçek hayatımızda rastlamıyoruz. Gerçek hayatın maliyetli doğası sosyal medya platformlarında olmadığı için, bir kitleye eklemlenen bireyin toplumsal yargılanma endişelerini bir kenara bırakarak kendini güvende, güçlü hissetmesi ve saldırganlaşması gayet normal. Alınan destek yorumları ve beğeniler ise bu gücü, bu birliktelik halini yani oyunun tek başına oynanmadığını gösteriyor. Ortak düşmanlara karşı birçok insan ile aynı takımda olduğu hissi muhteşem olmalı. Bu cazibeye kapılmadan yaşamak çok güç.

Buna nasıl direneceğimiz konusunda çok parlak fikirlere sahip değilim. Herhangi bir konunun sanıldığı kadar basit anlaşılmayacağını, krizlerin öfkeyle veya vicdanla çözülmeyeceğini ve farklı düşünen insanların gizli ve kirli bir ajandalarının olmadığını söylediğim zaman sıkıcı bir “PhD31” olarak yaftalanacağımı biliyorum. Kahramanımıza level atlatamadıktan sonra yapılacak her tartışmanın ve itirazın bir oyalanma, vakit geçirme ve oyun tasarımcısının tuzağı olduğunu düşünecektir bunu yazanlar. Sorun değil. Ama kitlesel bir ayine, histeriye dönüşen ve bütün rasyonel tartışmaları bir güçsüzlük ve vakit kaybı olarak gören, hızlı ve öfkeli stratejinin sonuçları değişmeyecektir. Bölüm sonu canavarı olduğu yerde kalır, hem de bu öfkeyi ve sürati kullanarak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.