Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: 15 Temmuz’dan kalan

Siyasal ya da toplumsal olayların anlık ve süren etkileri, kapatılması zor hatta imkansız açık hesaplar gibi çalışıyor. Tamamlanmış görünen kısmının hala aktif olduğu, devam ettiği sanılan tarafının ise çoktan bittiği, bazen epey sonra anlaşılıyor. Beklenen, istenen, hesaplanan ve gözlemlenebilen etkiler; hesaplanmayan, beklenmedik, istenmeyen sonuçların çok gerisinde kalabiliyor. Bazen gözlemlenmesi çok daha zor olan ikincil sonuçlar, çok daha derin etkiler yaratabiliyor. 15 Temmuz, Türkiye için böyle hadiselerden biriydi. Çok açık seçik görünen, gösterilen, altı fazlasıyla çizilen tarafları kadar, hesap dışı artçı sonuçları da sonraki yıllarda daha iyi kavranacak olabilir.

Türkiye darbe ve darbe girişimleri tarihi açısından hiç küçümsenmeyecek kadar çeşitli deneyimlere sahip. Emir komuta içinde yapılanları, küçük cuntalar eşliğinde kotarılmaya kalkanları, post-moderni, balans ayarlısı, başarılısı, başarısızı. 1960, 1971 ve 1980 serisi, on yıllık bir rutin yaratmıştı. Bunların önünde, arkasında, arasında, başka hazırlıklar, girişimler ve hiç bitmeyen söylentiler etki sürelerini uzattı. Sonra uzunca bir aranın ardından, başka bir on yıllık periyot gündeme geldi: 1997, 2007 ve 2016. 28 Şubat, E-Muhtıra ve 15 Temmuz serisi. Bunların arasında, önünde, arkasında da yeter miktarda söylentiyle desteklenmiş bir canlılık mevcuttu. Bu hadiselerin dolaylı etkileri ve kullanılma biçimleri, kendi etki heveslerinden farklı sonuçlar da verdi.

Siyasal ve toplumsal akışı kesen, kesintiye uğratan veya yönünü tamamen değiştiren “normal dışı” müdahalelerin, yaşandığı anda ve sonrasında, çok katmanlı sonuçlar yarattığını, beklenmedik süreçleri başlattığını biliyoruz. Hatta bu etkiler öylesine derin ki, yakın dönem siyasi tarih, öncesi ve sonrası şeklinde bu olağanüstülüklerle takvimleniyor. Toplumsal, ekonomik, siyasi ve hatta kültürel kırılma eşikleri ya bu olaylar ya da bu olayların yarattığı sonuçlar üzerinden dönemleniyor. Çünkü bu olağandışılığı üreten veya tetikleyen sistem krizleri, “doğal” akışın, “normal” işleyişin çözemeyeceği çatışmaları veya ancak daha sarsıcı hamlelerle dengeleyebilecek dönüşümleri çağırıyor.

Yukarıda da söylediğim gibi, bu olağandışı müdahaleler ve müdahale girişimlerinin, hem yapanlar hem de hedefinde olanlar açısından gayet açık gerekçeleri ve bu gerekçelere bağlı muhtemel sonuçları var. Ancak hadise, yaşandığı -hatta süreç işlemeye başladığı- andan itibaren bu niyet ve hesaplardan biraz bağımsızlaşıyor. Bir taraftan yeni imkan kapıları açarak çeşitli aktörleri pek de hazırlıklı olmayabilecekleri hızlı hamlelere zorluyor, bir taraftan da bu hızlanma yine beklenmedik süreçleri başlatıyor. İşte bu tablo, imkanları ve pazarlıklar dolayısıyla olup bitenlerin “daha büyük bir oyunun” parçası olduğunu ileri süren komplo iddialarının önünü açıyor. “Kontrollü” sıfatı buradan zuhur ediyor. Kontrollülük ispatı zor bir iddia belki ama kullanışlılık fazlasıyla aleni. 

15 Temmuz’a gidilen süreç, 15 Temmuz’da yaşananlar ve bu girişime verilen cevap konusunda çok az sorunun tam olarak cevaplandığını söyleyebiliriz. Bu hadisenin, bir kısmı bilinçli olarak kapalı tutulan, bir kısmı fazla karmaşık, bir kısmı da belki hiçbir zaman tam olarak öğrenilemeyecek tarafları var. Meselenin ilk andan itibaren “Allah’ın lütfu” olması ve bu kullanımın sürebilmesi için de böyle olması gerekiyordu. Ancak 15 Temmuz’u “Allahın lütfu” haline getiren imkanlar ve iktidarın bu imkanlar üzerinden yürüdüğü yol, her şeyin hesaplandığı ve arzu edilen biçimde ilerlemediğini düşündürüyor. Cuma günü Ruşen Çakır’la yaptığımız “Haftaya Bakış” bu konuya değindik ama bir kere daha altını çizmek iyi olur.  

Erdoğan iktidarı, Haziran 2015 itibariyle girdiği iktidar krizini aşmak için yenilediği ittifak terkibini 15 Temmuz ile sağlamlaştırdı. (Veya o ittifaka mecburiyeti, bu eşikten geçildikten sonra çok daha keskin bir hal aldı) Bugün ülkenin “şahsım parti devleti” haline getirilmesini mümkün kılan rejim değişikliği, 15 Temmuz’un sağladığı olağanüstü hal ile gerçekleştirildi. Hem bu fırsatın doğduğuna hükmedilerek süreç hızlandırıldı hem de referandum sonucu bu atmosferde alındı. Yargıdan güvenlik bürokrasisine, akademiden eğitim kadrolarına kadar bütün devlet kapasitesi bu sayede elden geçirildi, istendiği gibi yeniden -sadakat odaklı olarak- şekillendirildi. 

15 Temmuz ile açılan imkan kapısından geçilerek kabulü zor olacak pek çok manevra herhangi bir tepki yaratmadan uygulamaya konulabildi. Güvenlik riskleri üzerine inşa edilen yeni olağanüstülük rejimi, iktidarla devletin özdeşliği iddiasına doğru hızla ilerletildi. Memlekete dayatılan ve siyaseti ilga dönüşen “beka davası” için bitmez tükenmez bir bahane kaynağı bulundu. Türkiye -ve bu iktidarın düşmanı- dış güçler ve içerdeki işbirlikçileri anlatısı yeni bir ivme kazandı. İktidarın içine girdiği, ülkeyi ortasına attığı bütün sorun başlıklarında ileri sürdüğü bahaneler için somut örnek olarak kullanıldı. En son Erdoğan, bugün yaşanan enflasyonun 15 Temmuz’un devamı olduğunu söyleyebildi. Tıpkı yüzde onluk bile bir döviz hareketi yaratmamış Gezi’nin kur krizinin başlangıcı sayılması gibi.  

Dolayısıyla Erdoğan iktidarının “Allah’ın lütfunun” hakkını verdiğini söyleyebiliriz. Fakat açık bir darbe girişimi olan 15 Temmuz, 2007’deki E-muhtıranın sağlayabileceği kadar bile siyasal destek getirmedi. İktidarın ittifak tabanı -yeni ortaklıklarla- genişletmesine rağmen herkesin kaçınılmaz saydığı konsolidasyon gerçekleşmedi. “F-16’lara kafa atmış” halkın durdurduğu darbe girişimi, iktidarı için kalkan olan milli iradenin yapıştırıcısı haline getirilemedi. Aksine, aradan çok kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen 15 Temmuz, iktidarın resmi bayramına ancak toplama kalabalıklarla idare edilen bir ritüele dönüştü. Oysa, Kılıçdaroğlu’nun yuhalanmak pahasına gitmek zorunda kaldığı Yenikapı Mitingi sonrasında -iktidar ve hatta muhalefetten- pek çok kişi, bu havanın Erdoğan’ı daha yenilmez kılacağını düşünmüştü. 

Bu gelişmenin pek çok sebebi var ama bence en önemlilerinden biri, iktidarın “Allah’ın lütfunu” kullanma tercihi. Erdoğan iktidarı, 15 Temmuz’a -darbeye- direnmiş milli irade anlatısını bir süre ve fazla zorlama biçimde araçsallaştırdıktan sonra, bu “lütfu” millet ve kendi tabanıyla paylaşmak yerine, imkanları maksimum kullanmaya odaklandı. Yani önceki iki paragrafta sayılan fayda listesini eksiklik tamamlamayı, bir hikaye kurmaya yeğledi. İktidarın bu imkan sarhoşluğunu da ilk önce kendi tabanı fark etti. Bunun en önemli göstergesi, darbe girişiminin bir yıl sonrasında yapılan referandumda, iktidarın yoklamasından ciddi fire çıkmasıydı. Açıkçası darbeyi, demokrasiye kalkan olan halkın engellediğini söylemek biraz zor -en azından zorlama- ama bunun paylaşılan bir siyasal övünç haline gelmesini engelleyen bizzat iktidarın kendisiydi. 

Saraçhane meydanında topladığı kalabalığa, bu buluşma “Cumhur İttifakı’dır” diyen Erdoğan, 15 Temmuz’dan temin edebildiği ve elinde kalan destek hacmini de özetlemiş oluyor aslında. İktidara -ve bir kısım muhalefete- yapabildikleri ve ilerleyebildiği yol büyük bir lütuf gibi görünüyor olsa da bu imkanı en verimli biçimde kullanıp kullanamadığı hala tartışmalı. 15 Temmuz’u iktidar imkanı olarak görmenin, kendiliğinden işleyecek siyasi imkanı ikinci plana düşürdüğü ortada. Bugün gelinen noktada, sadece bu imkandan sayısal olarak faydalanmak şöyle dursun, artık olayın hikaye değeri bile tartışmalı hale gelmiş görünüyor. Bu yüzden yıldönümünde toplanan kalabalığa “15 Temmuz’da onlarla birlikte yaptıklarını” anlatmak yerine, başkalarının ne yapmadığından bahsediyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.