Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı: Kürt meselesinde paradigma değişirken

Kürt meselesinde hâkim paradigma değişiyor. Ne yeni başlayan ne de olmuş bitmiş bir şeyden bahsediyorum. Aslında neredeyse 2014’ten itibaren başlayan, inişli-çıkışlı ve fakat bugün itibariyle artık birtakım eşiklerin aşıldığı bir değişim sürecinden bahsediyorum.

Edirne Cezaevi’nde bulunan HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, T24’te gazeteci Murat Sabuncu’ya verdiği mülakatta oldukça önemli şeyler söyledi. Mülakatın birçok dikkat çekici noktası olsa da özellikle medyada sanırım en çok yankı bulan kısmı şuydu:

“HDP, PKK’nin uzantısı, sözcüsü ya da destekçisi değildir. PKK ile bir bağı yoktur. Bunu Türkiye kamuoyuna anlatabilmemiz gerekir. Demokratik siyaset yürüten bir partinin silahlı bir örgütle bağı olamaz.

Bu ve benzer ifadeleri kamuoyu ilk kez duymadı. Zaten Demirtaş da Sabuncu’ya verdiği röportajda HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın bir sözüne referans veriyor. Önceki hafta KRT TV’de Seçil Özer’in canlı yayın konuğu olan Sancar şöyle demişti:

“Bizim başka bir örgüt, PKK ile bir bağımız yok, bunu defalarca söyledik. Kararlarımızı kendimiz alıyoruz”.

Dolayısıyla benim gerçekleşmekte olduğunu iddia ettiğim paradigma değişikliği bu sözlerde gizli değil. Önemli olan bu sözlerin söylenmiş olmasından çok; bu sözleri kimin, hangi koşullarda söylediği ve gerçekten ne kadar karşılığı olduğunda. İşte bugün Demirtaş’ın bu sözleri, bu koşullarda söylüyor olması yeni bir kopuşu değil; zaten uzun bir süredir sancıları süren bir değişikliğin gerçekleşmesi için koşulların daha da olgunlaştığını gösteriyor.

Öyle ki bu koşullar Çözüm Süreci’nin devam ettiği, cenazelerin gelmediği ve Kürt meselesinin çözümü için umutların oldukça yüksek olduğu zamanlarda bile bu kadar olgun değildi. Çünkü bugüne kadar HDP ve öncülü partiler, PKK’nın aksine yasal ve meşru araçlar kullanmasına rağmen Kürt hareketinde hiçbir zaman asli aktör olamamıştı. Öcalan’ın konumu ve Kandil’in kullandığı araçlar buna asla izin vermemişti. Çözüm sürecinin yürütülüşü de HDP’nin daha önce bulunduğu pozisyonun ötesine geçmesine izin verecek şekilde tasarlanmamıştı.

Ancak 2014’ten itibaren değişmeye başlayan bir tek şey vardı. O da bir siyasetçi olarak Demirtaş’ın Kürt hareketinin asli aktörlerinden biri olmaya başlamasıydı. Bugün henüz tamamlanmasa da olgunlaştığını iddia ettiğim paradigma değişikliği işte o zaman başladı. Kürt hareketinin sivil kanadında tartışmasız bir şekilde emsali görülmemiş bir karizmaya sahip olan Demirtaş, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 10 aldı ve on ay sonra genel seçimlerde partisinin oyunu yüzde 13’ün üzerine taşıdı.

Ancak bu ivme, 7 Haziran’dan sonra silahların tekrar ortaya çıkmasıyla beraber sürdürülemedi. 1 Kasım’a kadarki süreç HDP ve Demirtaş açısından oldukça zordu ancak sonuç itibariyle Demirtaş tırnaklarıyla kazıdığı aktörlüğün hakkını o süreçte verememişti. İsteseydi verebilir miydi, nasıl verecekti ve verseydi ne olurdu gibi soruların cevaplarını bugün bilmek mümkün değil. Ancak şurası benim açımdan kesin ki Demirtaş’ın Edirne’den Türkiye’ye verdiği son zamanlardaki tüm mesajlar bu dönemin kapsamlı bir özeleştirisin sonuçları. Türkiye’de ancak hakkıyla özeleştiri yapan siyasi aktörler gelecek hakkında söz sahibi olabiliyor. Keşke herkes yapabilse…  

Bugün Demirtaş’ın açıklamaları, tüm Türkiye’nin sorunlarıyla ilgilenen bir parti olarak HDP’nin yukarıda bahsettiğimden çok daha öte bir noktaya, Kürt hareketinin asli aktörü konumuna koyuyor. Bazıları bu tespitime, “Türkiyelileşmiş” bir parti olarak HDP’nin zaten Öcalan’ın projesi olduğunu söyleyerek itiraz edebilirler. Olabilir. Ancak bu projeyi gerçekleştirmek, sadece ortaya atmaktan çok farklı meziyetlere sahip olmayı gerektiriyor. Demirtaş, bu meziyetlere sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca şunu da unutmamak lazım: Her ne kadar HDP Öcalan’ın projesi olsa da Öcalan’ın bu projeyi eninde sonunda kendi öneminin azaldığı, daha öncü aktörlerin ortaya çıktığı bir süreç olarak tasarladığını hiç sanmıyorum. Öcalan bu fikri ortaya attığında muhtemelen Çözüm Süreci’yle beraber tamamen sivilleşecek olan Kürt hareketinin “önderi” olmayı sürdüreceğini umdu ancak 7 Haziran sonrası silahların kazıldığı yerlerden çıkarılması ve şehirlerin harabeye dönmesi bu sivilleşmeyi bir başka bahara bıraktı.

Gelgelelim ki çatışmaların yeniden başlaması “paradigma”nın değişimini yavaşlatsa da durdurmadı. 7 Haziran sonrası çoğunlukla Kürtler’in yaşadıkları şehir merkezlerinin geldiği hal ile birlikte Kürt meselesinin çözümü için bir araç olarak silahların Kürtler nazarında inandırıcılığını hiç olmadığı kadar kaybettiği bir döneme girilmiş oldu. Bununla birlikte 20 yıl önceye göre çok daha fazla kent merkezlerinde yaşayan Kürtler’in ve özellikle de Kürt gençlerinin, Kürt meselesine ek olarak ortalama bir Türk’le benzer sorunlardan mustarip olması artık geri dönülemeyecek yeni bir dönemin kapılarını aralamışa benziyor.

Sonuç olarak bahsettiğim paradigma değişikliği, lider de önder de olsa bir kişinin tasarlayabileceğinden çok daha büyük ve karmaşık bir şey. Akıllı liderler, bu gibi değişiklikleri dizayn edemeyeceklerini bilip, onlara ayak uydurmayı becerebilenlerdir. Demirtaş bunu çok iyi yapıyor. Ancak Demirtaş’ın tek meziyeti bu değil. Demirtaş, tüm alternatiflerinin aksine, Kürtler’e hitap etme kapasitesini azaltmadan Türkler’e hitap etme kabiliyetini arttırabilen bir figür. 2014 ve özellikle 2015’te bunu gördük. Şimdi de görüyoruz. Dolayısıyla daha önce PKK’yı ikna etme kabiliyeti gerekçe gösterilerek öne çıkan Öcalan’ın yerine, er ya da geç Kürtler ile beraber Türkler’e de hitap edebilen Demirtaş gibi siyasetçilerin yükseldiğini ve Kürt meselesinin çözümünün büyük ölçüde buna bağlı olduğunu göreceğimizi düşünüyorum.

İşte bu paradigma değişikliği bence önemli ve umut veren bir değişim. Tekrarlamakta fayda var; bu değişiklik henüz tamamlanmış değil. Ancak bugün itibariyle aşılan eşiklerle birlikte her şeye rağmen bu değişimin ilerlediğini ve nihayete ereceğini düşünüyorum.

Peki Kürt hareketinden buna direnenler olmayacak mı? Başta Kandil olmak üzere muhakkak olacak. Ancak buna direnen hiçbir aktörün değişimin gücünü dengeleyecek bir kuvvete sahip olduğunu sanmıyorum. Tam da bu sebeple tüm Türkiye’nin, yarının Türkiyesi’ni temsil ettiğini iddia eden herkesin bu değişimi desteklemesi elzem.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.