Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: Toplumsal İslam’ın iflası

Fransız araştırmacı Olivier Roy’nın 1992’de çıkan “l’Échec de l’Islam politique” adlı kitabı iki yıl sonra Metis Yayınları’ndan Cüneyt Akalın çevirisi ve “Siyasal İslamın İflası” başlığıyla çıktı. Fransızca “échec” kelimesine “başarısızlık” daha fazla uyuyor ancak o tarihte Metis’teki arkadaşlar “iflas”ı seçerek bence çok isabetli davrandılar. Türkiye’de Siyasal İslam’ın bariz bir yükselişte olduğu bir dönemde “iflas”tan bahsedilmesi başta yadırgandı ama daha fazla merak uyandırdı ve kitap epey bir ilgi gördü.

Roy, çok iyi bildiği Afganistan ve İran örneklerini daha fazla öne çıkararak yükselişteki İslami hareketlerin bir şekilde iktidara geldiklerinde toplumsal sorunların altında kaldıklarını ve vaat ettikleri o adil düzeni gerçekleştiremediklerini anlatıyordu. Türkiye’nin aynı deneyi yıllar sonra, AKP/Erdoğan iktidarıyla birlikte yaşadığını söyleyebiliriz. Ama bu sefer çok önemli bir fark daha var ki bunu İran, Sudan, Mısır, Tunus gibi İslamcılar’ın kısa ya da uzun süre iktidarda kaldıkları ülkelerde de görüyoruz: Toplumsal İslam’ın iflası.

Cemaatler STK mı?

“Toplumsal İslam” derken esas olarak sivil toplum alanındaki Sünni İslami örgütlenmeleri kastediyorum. Tabii ilk olarak akla tarikatlar, Nurculuk, Süleymancılık gibi ekollerin kolları geliyor. Bunlara, tam olarak “cemaat” olarak tanımlanamasa da ülkenin dört bir tarafında dini hedefler güden dernek, vakıf gibi kuruluşları da ekleyebiliriz. 

Bu yapılanmaların sivil toplum kuruluşu (STK) olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı öteden beri tartışılıyor. Şahsen bunların çoğunun, başta diğerkâmlıktan ve şeffaflıktan uzak olmaları nedeniyle STK olarak görülmesini doğru bulmuyorum. Hele AKP iktidarı döneminde bu kuruluşların büyük kısmının devletle al-ver ilişkisine girip, özellikle 15 Temmuz sonrasında tam anlamıyla Erdoğan’a tabi olmaları nedeniyle STK tanımını asla hak etmediklerini söyleyebiliriz. (Bunlara yabancı dilde “GONGO” deniyor, Türkçe’ye “Hükümetçe Organize Edilmiş Hükümet Dışı Kuruluşlar” diye çevirebiliriz.)

Kim kimi belirliyor?

Siyasal İslam ile toplumsal İslam öteden beri o kadar içiçe geçmiştir ki çoğunlukla bunları birbirlerinden ayırt etmek mümkün olmamamıştır. Örneğin Arap dünyasının en güçlü İslami örgütlenmesi olan İhvan (Müslüman Kardeşler), esas olarak toplumsal alanda varlık gösterir ama başından itibaren siyasi bir örgüt olarak kabul edilir ve birçok ülkede bu nedenle yasal engellerle karşılaşır. 

Toplumsal ve siyasal İslam’ın ne kadar içine olduğunu Arap Baharı ile birlikte gördük. Örneğin Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mursi, İhvan yöneticisiydi. General Sisi’nin darbesi de dolayısıyla Mursi ile birlikte İhvan’ı da hedef aldı ve örgüt üzerinde sadece siyasi değil toplumsal alanda da baskı uyguladı. Şimdi sürgündeki İhvan yöneticilerinin “Bundan böyle iktidar mücadelesi yürütmeyeceğiz” şeklinde açıklamalarına tanık oluyoruz. Maksat, siyasi iktidar uğrunda gözden çıkarılan toplumsal alanda yeniden etkin olabilmek ancak çok kolay olacağa benzemiyor.

Tunus’ta da ayaklanma sonrası iktidara gelen İslamcı Ennahda Partisi’nin lideri Raşid el Gannuşi de “artık İslamcı olmadıklarını, camiye siyaset sokmayacaklarını” söylemek durumunda kaldı fakat onun bu geç müdahalesi İslam’ın siyasal ve toplumsal örgütlenmelerini düştükleri krizden kurtarmaya yetmedi.

Fethullahçılar’ın zehirlediği toplumsal alan

Türkiye’de toplumsal İslam’ın krizinin gerçek başlangıcının, Fethullahçılar’ın Erdoğan iktidarıyla ittifak yaptığı, önlerinin sonuna kadar açık olduğu dönem olduğunu düşünüyorum. Başta eğitim, sağlık, medya olmak üzere tüm toplumsal faaliyet alanlarında Fethullahçılar, hem AKP iktidarının desteği hem de devlet içindeki kadrolarının maharetiyle birlikte tartışmasız tekel haline geldiler. Öyle ki diğer cemaatlerden aileler de çocuklarını “başarılı” gördükleri Fethullahçı okullarına, yurtlarına yollar oldular. 

Açık Toplum Vakfı’nın Prof. Dr. Binnaz Toprak yönetiminde bir ekibe hazırlattığı Mahalle Baskısı araştırması, Anadolu’da muhafazakâr mahallenin neredeyse tamamen Fethullahçılar’ın denetiminde olduğunu ortaya çıkarınca ciddi bir tartışma yaşanmıştı. İşte o araştırma sözünü ettiğim krize işaret ediyordu: Büyük ölçüde kendiliğinden, ya da gevşek disiplinli yapıların inisiyatifiyle şekillenmesi beklenen toplumsal alan, istihbarat örgütü gibi çalışan, kapalı ve hedefi toplumu değil de devleti kazanmak olan bir şebekenin hakimiyeti altına girmişti. 

Dünyevi ve uhrevi yoksullaşma

Fethullahçılar’ın Erdoğan iktidarı tarafından her yerden, sadece devletten değil toplumdan da kazınması süreciyle birlikte o bereketli toplumsal İslam alanının tam bir çöle döndüğünü gördük. Diğer cemaatler Fethullahçılar’dan boşalan alanları doldurmaya ne nicel ne nitel olarak hazırdılar. Nitekim dolduramadılar ancak iktidarın desteğiyle ve onun çizdiği sınırlar içerisinde yağmaya giriştiler. 

Bu dönemi Sünni İslami cemaatlerin “hormonlu büyüme” dönemi olarak tanımlıyorum. Önleri açıktı ama asla sonuna kadar değil, zira Fethullahçılar’dan sonra Erdoğan’ın cemaatlere güvensizliğinin daha da artmış olduğu ortadaydı. Yani hareket alanları Erdoğan tarafından belirleniyor ve sınırlanıyordu. Aralarında garip bir alışveriş söz konusuydu: Erdoğan kendilerine epey geniş “dünyevi” imkanlar sunarken onlardan ellerinde kaldığı kadarıyla “uhrevi” olanı alıyordu. 

Kısa bir süre sonra Erdoğan’ın “dünyevi” imkanlarının sonsuz olmadığı ortaya çıktı. Tabii ki cemaatlerin “uhrevi” açıdan epey yoksullaşmış oldukları da.

Dini geri plana koyarak gidilebilecek yolun sonu

1985’ten beri İslami hareketleri ve cemaatleri anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. İlk yıllarda, ağırlık toplumsal İslam’daydı: Başta Nakşibendiliğin İskender Paşa kolu olmak üzere kimi cemaatlerin modernliğe ayak uydurma çabalarını, yine Nakşibendiliğin İsmail Ağa kolu başta olmak üzere kimi cemaatlerin modernliği yok sayma gayretlerini gözlemlemek çok ilgi çekiciydi. Refah Partisi’nin yükselişiyle birlikte ağırlık siyasal İslam’a geçti. (İskender Paşa şeyhi Prof. Mahmut Esat Coşan’ın Necmettin Erbakan’a meydan okuyup kaybetmesi bu geçişin en sembolik olayıdır) Fethullahçılar’ın su yüzüne çıkmasıyla birlikte melez, siyasal ve toplumsal İslam’ın karması bir olgu hegemonyasını ilan etti. Şimdiyse hepsinin hep birlikte iflasına tanık oluyoruz. Artık bunu başlatanın, diğerini aşağıya çekenin kim olduğunu anlamak da zor ve sanki çok da anlamlı değil.

AKP ve Erdoğan’ın kaybetmesinin bir dizi nedeni var, cemaatlere gelince de belki aynı şey söz konusu ancak şahsen birinci sıraya bu yapıların dinden uzaklaşmasını koyardım. Şöyle ki: Bir insan, dini bir cemaate iki temel motivasyonla yöneliyor: a) Dini inancın, dini ibadet ve faaliyetin sunduğu ontolojik güvenlik alanı; b) Bir topluluğa ait olma ihtiyacı.

Cemaatlerin ilk faslı geri plana itip ikinciyi ön plana çıkarttıklarını görüyoruz. Yani insanları “Bize katılırsan huzura erersin”den ziyade, “Bize katılırsan refaha erersin” diye cezbetmeyi tercih ediyorlar. Bir yerden sonra bir cemaatin İslam’ın hangi yorumunu, nasıl aktardığından ziyade çocuklarına ne tür eğitim, kendilerine hangi iş imkanlarını sunduklarına bakılır oldu. Tabii bu arada bir “başarı öyküsü” olarak görülen Fethullahçılığın gerçek yüzünün ortaya çıkması, sıradan insanların her türden cemaate karşı daha fazla şüpheyle bakmasına neden oldu.

Cemaatler kime ve neye meydan okuyacak?

Çok yakın bir gelecekte Sünni İslami cemaatlerin, komik kaçacak ama “küçülme”ye gideceklerini düşünüyorum. Erdoğan iktidarı kaybeder ve yeni iktidar sahipleri cemaatlere mesafeli davranırsa bu süreç çok daha erken başlayacaktır. Her durumda cemaatler maddi imkanlar açısından öz kaynaklarına dönmek zorunda kalacak ve epey bocalayacaklar. Ama daha zorunu “dine dönüş” yolunda yaşayacaklar. Bu kadar tepeden tırnağa dünya işlerine, para pul hesaplarına batmış bu yapıların tekrardan, sahici ve inandırıcı bir şekilde, mesela tasavvufa dönmeleri kolay olmayacaktır.

Bir diğer husus, cemaatlerin bir “dava”sının kalmamasıdır. Uzun bir süre cemaatler kendilerini partiler ve siyaset üstü göstermeye çalıştılar ancak varlıkları bile başlıbaşına Atatürk Cumhuriyeti’ne bir meydan okumaydı. Artık böyle bir iddia, meydan okuyuş yok. Hatta tam tersine 20 senelik AKP iktidarıyla özdeşleşmiş oldukları için onlara meydan okuyanlar var.

Bu çölü kim ağaçlandıracak? 

Şurası bir gerçek: Sünni İslami cemaatler, devletin sosyal vasfını yitirdiği an ve yerlerde devreye girip başta eğitim ve sağlık olmak üzere farklı alanlarda yoksul kesimlere imkanlar sunarak güçlendiler. Bu noktada zirve Fethullahçılar’dı. Ancak onların nasıl komplocu bir yapı olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte cemaa ve eğitim kelimeleri yanyana gelince artık başarı öykülerinin yerini cinsel istismar, fiziki şiddet, intihar, yangın gibi hadiseler aldı.

Cemaatlerin muhtemel küçülmesini herhalde en bariz şekilde eğitim alanında gözleyeceğiz. Açıkçası devletin sosyal vasfını yeniden kazanabileceği konusunda pek iyimser değilim. O zaman bu çölleşen alanı kim ağaçlandıracak, yoksul aile çocuklarının okul, dersane, pansiyon, burs vb. ihtiyaçlarını kimler karşılayacak?

Türkiye’de sahici STK’ların olup olmadığını test etmek için cazip bir fırsat! 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.