Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: Ukrayna savaşının zayıf halkası

Geçtiğimiz hafta Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi altıncı ayını doldurdu. Aradan geçen sürede iyice belirginleşen birkaç eğilim var. 

Son dönemde “Doğu” Avrupa’nın Sovyet dönemini anımsatacak tüm işaretlerden kurtulma gayreti ivme kazandı. Rusya’nın saldırganlığı nedeniyle, bu ülkelerin Sovyet dönemi ile (ve dolayısıyla mirasçısı Rusya ile) aralarına mesafe koyma arayışları daha anlayışla karşılanır oldu. Polonya ve Litvanya gibi ülkeler II. Dünya Savaşı’ndan kalma Sovyet anıtlarını birer birer yıkmaya başladı. 

II. Dünya Savaşı’nda Nazizm’e karşı kazanılan zaferde Sovyetler’in yadsınamayacak katkısı nedeniyle bu tür anıtlar Soğuk Savaş sonrasında da yerlerinde kalmaya devam etti. Öte yandan 2008’de Estonya’da bir anıtın yerini değiştirme girişimi hem Rus kökenli nüfusun hem de Rusya’nın sert tepkisine yol açmıştı. İş bu ülkenin ağır bir siber saldırıya uğramasına dek tırmanmıştı. 

Bugün Putin, Ukrayna’yı işgal girişimini meşrulaştırmak için II. Dünya Savaşı temalarına sığınıyor. “Büyük Anavatan Savaşı” ve “Naziler’den arındırmak” sıklıkla başvurduğu gerekçeler. Bu gerekçeler ise II. Dünya Savaşı’nın kazanılmasındaki Sovyet katkısının yeniden yorumlanmasına zemin hazırlıyor. Bu açıdan eski “Doğu” ve “Orta” Avrupa ülkeleri nihayet aradıkları fırsatı bulmuşa benziyorlar. Rusya ve Batı etkileşim tarihinin tartışmasız en olumlu sayfalarından birisi, Rusya’nın emperyal hırslarına kurban gidiyor. Sonuç olarak Avrupa’nın eski Sovyet coğrafyasında zaten var olan Rusya karşıtlığı iyice pekişiyor. Avrupa’da Rusya’ya karşı en şahin tutum benimseyen ülkeler kıtanın doğusunda yoğunlaşmış durumda. Bu şahinlikleri onları Fransa ve Almanya gibi diğer Avrupa ülkelerden ayrıştırıyor. 

Fransa ve Almanya’nın Rusya’ya karşı görece “ılımlı” safta yer almasının farklı nedenleri var. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Putin’ı ısrarla müzakare masasına çekerek savaşın bir an önce bitmesine çabalıyor. O da farkında ki uzayan bir savaş Avrupa’nın “stratejik özerklik” emellerine ve Fransa’nın liderlik heveslerine ağır bir darbe vuracak. Avrupa bir kez daha Amerikan büyük stratejisine tabi olacak. Yaşananları Avrupa’nın bölgesel bir sorunu olarak görmek eğiliminde. Bu yönüyle, Türkiye’deki resmi bakış ile örtüşen yönleri var.  

Almanya ise özellikle SPD (Sosyal Demokrat Parti) içindeki sol kanadın Rusya ile uzlaşma talepleri nedeniyle adeta paralize olmuş durumda. Bu kanat Çin’in arabulucuğunda, Rusya ve Ukrayna’nın barış görüşmelerine bir an önce başlamalarını istiyor. “Toprak karşılığı barış” olarak formüle edilen bu yaklaşımı benimseyenlerin sayısı günden güne artıyor. Bu arada Şansölye Scholz Ukrayna’ya vaad edilen silahların teslimini öteleyip duruyor. Almanya, zihnen hiç hazır olmadığı bir stratejik sınama karşısında bocalıyor, yalpalıyor.  

Ukrayna işgali ile bir kez daha gün yüzüne çıkan kıta Avrupası içi çelişkiler, 2003’de ABD’nin Irak işgali öncesi yaşananları çağrıştırıyor. Pek hoşuma gitmese, hatta içime hiç sinmese de o dönem ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in “yeni” ve “eski” Avrupa sınıflamasını düşünmeden edemiyorum.  Neredeyse 20 yıl sonra Rumsfeld’in işaret ettiği o fay hattına yeniden yıkıcı enerji mi yükleniyor? Bir yandan Batı İttifakı’nın birlik ve beraberliğinden dem vururken, diğer yandan Avrupa içinde uç veren bu çelişkileri gözardı etmek zor. 

Buna karşılık ABD’nin Ukrayna’ya askeri yardımı katlanarak sürüyor. Biden yönetimi son olarak 3 milyar dolar değerinde bir yardım paketi daha ilan etti. Vaşington, Rusya’ya karşı tavizsiz bir tutum sergiliyor. Londra da farklı değil. Başbakan Johnson, biraz da içerideki sorunları örtebilmek adına, Ukrayna meselesinde şahinlerin en şahinliğine soyunmuştu. Geçtiğimiz hafta Kiev’i başbakan sıfatıyla son bir kez ziyaret etti. Johnson’un görevi bırakmasından sonra İngiltere’nin Ukrayna siyasetinde büyük bir değişiklik beklenmiyor. NATO’nun şahinleri arasında Kanada da sayılabilir. Şahinlerin ortak düşüncesi, Rusya’ya saldırganlığı nedeniyle mutlaka bir bedel (hem de ağır bir bedel) ödetilmesi gerektiği. 

Üç hafta önce RAND, Ukrayna savaşının gidişatını ele alan bir görüş yazısı yayınladı. Başlığını “Ukrayna’da İhtiyatlı İyimserlikten Yana” (The Case for Cautious Optimism in Ukraine) olarak çevirebileceğimiz yazının yazarları Raphael S. Cohen ve Gian Gentile. Savaşın taraflarının mevcut kaynaklarını büyük ölçüde tüketmelerinin yol açtığı durağanlığı göz önüne alan Cohen ve Gentile, bundan sonraki altı ayda savaşın kaderini tayin edecek üç parametreye dikkat çekiyor: Teçhizat, insan kaynağı ve moral (ya da savaşma azmi). 

Teçhizat bakımından ABD’nin desteğini almış Ukrayna’nın kendini Rusya’ya oranla daha kolay ve hızlı toparlayabileceği görüşü ağır basıyor. Aslında bunun yeni işaretlerine her gün tanık oluyoruz. Örneğin, Ukrayna Mig-29 savaş uçaklarına, Amerikan yapımı AGM-88 HARM anti-radyasyon füzelerinin entegre edilmiş olması, savaşın bir sonraki aşamasında Rus hava savunma sistemlerinin ciddi baskı ve tehditle karşı karşıya kalacağına işaret ediyor. Benzer şekilde Ukraynalı pilotlara tank avcısı A-10 uçaklarıyla eğitim verildiği haberleri paylaşılıyor. Bu gelişme, önümüzdeki aylarda yapılacağı söylenen Ukrayna karşı saldırısı için ciddi bir hazırlık anlamına geliyor.

Buna karşılık Rusya’ya bu ölçekte bir savaşı sürdürebilecek nitelik ve miktarda teçhizatı sağlayabilecek tek ülke Çin. Pekin şu ana dek Rusya’ya askeri malzeme tedariği bakımından bir hayli ihtiyatlı davrandı. Gelecek günlerde bu durum değişmediği takdirde, Rusya’nın silah ve teçhizat için İran gibi ülkelere bel bağlamaktan başka çaresi kalmayacak. 

İnsan kaynağı açısından Rusya, Ukrayna’ya göre çok daha büyük bir potansiyele sahip. Ancak Ukrayna işgalini bir savaş olarak değil de “özel askeri harekat” olarak tanımlama ısrarı, seferberlik ilan etmesine engel oluyor. Seferberlik ilanı sonucu çok sayıda insanı silah altına alıp cepheye göndermek, Putin için yönetilmesi güç siyasal ve toplumsal sonuçlar doğurabilir. 

Ukrayna da savaşta çok ağır insan zaiyatı verdi. Nüfusu daha küçük. Ancak Ukraynalılar ülkelerini, bağımsızlıklarını savunuyorlar. Üstelik bu onlar için ölüm kalım meselesi. Yüksek motivasyonlu askerlerden oluşan taze birlikleri daha hızlı oluşturmaları olası. Ukrayna’nın cepheye bir milyon civarında asker sürebileceği tahmin ediliyor. Bunların hepsinin aynı ölçüde eğitimli olmayacakları da bir başka gerçek.

Moral ya da savaşma azmine bakıldığında, henüz iki tarafta da ne liderler düzeyinde ne de kamuoylarında çözülme belirtisi görülüyor. Rusya’nın yaptırımların etkisini giderek daha fazla hissedeceğine şüphe yok. Ekonomik sonuçları ne kadar ağır olursa olsun yaptırımların Putin’in hesaplarını değiştireceğini söylemek mümkün değil. 

Bu üç parametrenin ışığında, Cohen ve Gentile, stratejik dengenin giderek Ukrayna lehine döndüğü sonucuna varıyorlar. Bu durumun devamı ise tek bir koşula bağlı: Batı’nın Rusya’dan önce havlu atmaması. Bu durumda Ukrayna’da devam eden yıpratma savaşının zayıf halkası olarak Avrupa öne çıkıyor. Rumsfeld’in sınıflamasına bir kez daha başvuracak olursak burada da en zayıf halka “eski” Avrupa. AB Yüksek Temsilcisi Josep Borell’in Avrupa kamuoylarına “stratejik sabır” telkin ederken bir bildiği varmış demek ki. Hemen herkes söyledi, yazdı. Ben de tekrar etmiş olayım. Bu kış zor geçecek. Hele Avrupa için.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.