Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Işın Eliçin yazdı: “Back to the” faşizm!

Siyasete 15 yaşında, neo-faşist gençlik örgütlenmelerinde başlayan 45 yaşındaki Giorgia Meloni, geçen hafta oyların yüzde 26’sını alarak İtalya’daki seçimleri kazandı. Meloni, artık ülkenin en büyük partisi haline gelen İtalyan Biraderler’i (FdI) 2012 yılında kurmuştu. FdI girdiği ilk seçimde (2013) yüzde 2, ikinci seçimde (2018) yüzde 4 oy aldı. Aradan geçen dört yılda ülkede Sağlı-Sollu üç ayrı koalisyon hükümeti kuruldu. Meloni her defasında muhalefette kalmayı, muhalefet etmeyi seçti. Her dağılan koalisyon ertesinde ise Biraderler’in oyu katlanarak arttı. 

Nitekim Meloni, geçen temmuzda son koalisyon da çöküp erken seçim yolu açıldığında, Roma’da, Vittorio Meydanı’nda toplanan taraftarlarına, “[2018 genel seçimlerinden bu yana] üç farklı hükümet, üç farklı çoğunluk deneyimledik. Herhangi biri yürüdü mü? Hayır. Tarih bizi haklı çıkardı!” diyecekti.

Giorgia Meloni

Grenoble Üniversitesi’nden Emeritus Profesör Luciano Cheles, Meloni’nin sözcük seçiminde hesapsız olmadığına dikkati çekiyor

“Mussolini ölümünden beş gün önce faşist bir gazeteciye verdiği mülakatta, ‘Tarih beni haklı çıkaracak … Önünde sonunda bir genç, faşizmin bayraktarlığını yapacak bir lider çıkacak’ demişti. Meloni’nin Vittorio Meydanı’nda söylediklerinin tesadüf olduğunu sanmıyorum. Kullandığı ifade son derece şatafatlı ama aşırı Sağ içinde ‘tarih’e gönderme yaptığınızda kastedilen ‘faşizm’dir”.

Hem ülkenin ilk kadın başbakanı olmaya hem de ülkenin faşist lideri Benito Mussolini’den 100 yıl sonra aynı sloganlarla (Tanrı, Vatan, Aile) ülkeyi yönetmeye hazırlanan Georgia Meloni şu sıra koalisyon pazarlıkları ile meşgul. Bu arada Avrupa’da, özellikle Almanya’da “Faşizm küllerinden mi doğuyor?” tartışması var. 

Faşizm gömüldü mü?

İtalya’nın müstakbel başbakanı, kendisini “faşizmin meşalesi”ni (*) taşımakla suçlayanlara çatıyor ve endişeleri yatıştırmak için bu rejimi iki dünya savaşı arasındaki döneme özgü, olmuş-bitmiş bir olgu olarak değerlendirerek, “İtalyan Sağı faşizmi onlarca yıl önce tarihe gömdü’’ diyor. 

Oysa daha yakından bakınca, İtalyanlar’ın faşizmi en fazla halının altına süpürdüğü görülebilir. Biraz bahar temizliği yapılınca, karşımıza çıkanlardan birkaçını paylaşalım: Örneğin mevcut İtalyan Ceza Kanunu, Benito Mussolini rejimi sırasında Faşist Adalet Bakanı Alfredo Rocco başkanlığında hazırlanan ve kendi ismiyle (Rocco Ceza Kanunu) anılan kanundan geliyor. Üstelik bugün de aynı isimle anılıyor! Exeter Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Stephen Skinner’e kulak verelim

“Kanun, yayınlandığı tarihte, yapısında ve belli başlı hükümlerinde ‘faşist’ damgası taşıyordu ama özü itibariyle tamamen otoriter değildi. Savaş sonrası cumhuriyette kanun değiştirilmedi ancak parça parça revize edildi ve 1948 demokratik anayasası ile uyumlu hâle getirmek için yeniden yorumlandı. Sonuç olarak, baskın normatif içeriği ve uygulaması açısından, bugün esasen bir faşist yasa değildir ama yine de üzerine faşizmin gölgesi düşmektedir”.

İtalyan Anayasası, Mussolini’nin feshedilen Nasyonal Faşist Partisi’nin “herhangi bir biçimde yeniden örgütlenmesi”ni yasaklıyor. 1952 tarihli Scelba Yasası da “yeniden örgütlenme”yi bir grubun siyasi amaçlar için şiddeti övmesi ya da şiddete başvurması, anti-demokratik amaçlar gütmesi, demokrasi ve kurumlarının altını oyması veya ırkçı propaganda yapması olarak tanımlıyor. İktidara gelene kadar demokrasi trenine binenler, “Biz ırkçılık yapmıyoruz, milletimizin menfaatlerini koruyoruz” veya “Göçmenlere karşı değiliz, yasadışı göçmenlere karşıyız” diyenler ise yasanın kapsama alanına girmiyor.

Faşizm adı, eski Roma’da birlikten güç doğduğunu simgeleyen ve İtalyanca’da “fascio” olarak bilinen bir baltaya bağlanmış sopa demetinden gelmektedir. Bununla birlikte faşizm, 2. Dünya Savaşı’na giden süreçte ve savaş sırasında hâkim olan, İtalyan milliyetçi retoriğine dayanan diktatörlük yönetimine verilen addır. Benito Mussolini’nin 1922’de iktidarı kazanmasından sonra İtalya’nın resmi ideolojisi olan faşizm bu özelliğini uzunca bir süre koruyacaktır. Bu tarihten, 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar uzanan süreç, faşizmin bir devlet rejimi olarak açıkça kullanılabildiği tek dönemdir.

Popülizm ve faşizm

2. Dünya Savaşı’nın bitişinden günümüze faşistlerin (önce Neo sonra Post) iktidar koalisyonlarının parçası olabildiği ülkede, yakın geçmiş sosyo-politik söylemin canlı bir parçası. Sağ Popülist Lig’in lideri Matteo Salvini’nin (2018-2019 arası İçişleri Bakanı), Sol popülist 5 Yıldız Hareketi’nin lideri Giuseppe Conte’nin (2018-2021 arası Başbakan) konuşmaları incelenebilir. 

Bu noktada İtalyan gazeteci Gad Lerner’in “popülizm faşizmin yeni sürümüdür” sözlerini ciddiye almak gerekir. Lerner, mülakat yapmak üzere görüştüğü Salvini’nin kendisine “Sen İtalyan değilsin, Yahudisin” dediğini anlatıyor ve ekliyor: “İnanılmaz kötü şeyler söylüyor ama bedeli ödetilmiyor. Faşist olarak suçlanmak aksine hoşuna gidiyor. Konuşmasına serpiştirdiği Mussolini alıntılarının sahibini bilmiyormuş gibi yapıyor. Kışkırtıcı davranmanın lehine olduğunun farkında. İnsanların öfkesini yönlendirecek düşmanlar yaratıyor; düşman yaratmak için geçmişin hortlaklarını canlandırıyor”.

Bu seçimlere Meloni’nin İtalyan Biraderler’i ve Berlusconi’nin Haydi İtalya’sı ile ittifak yaparak giren Salvini’nin partisi, 2018 seçimlerine göre sekiz puan kaybetti; 2018’deki yüzde 17’den 2022’de yüzde 9’a geriledi. Seçime Sol partilerle ittifak yaparak girmeyi kabul etmiş olsa, Meloni liderliğindeki Sağ İttifak’a çelme takması muhtemel Conte’nin partisi ise tam 17,3 puan kaybetti! (2018’de yüzde 32,7; 2022’de yüzde 15,4). Anlaşılan seçmen, “sahicisi” (Biraderler) varken, “sahtelerine” itibar etmedi bu seçimlerde.

İtalyan seçmenin Mussolini’nin mirasçısı olarak anılan bir kadının faşizmine itibar etmesinin nedenlerine dair epey yazı var. Geçen haftaki yazıda bahsettim: Kimisi Solun birlik olamamasında arıyor suçu, kimisi de Solun Meloni’nin aksine (**) başta ekonomi olmak üzere seçmenlerin akut sorunlarına somut çareler üretmek yerine, “faşizme karşı demokrasi” gibi soyut reçetelerle kampanya yürütmesinde. Meloni dışındaki diğer bütün siyasetçilerin geçmişte iktidara ortak olduğunu, seçmenin yeni bir ismi denemek istediğini söyleyenler de var. Muhtemelen hepsinde belli bir doğruluk payı var.  

Ancak hiçbiri Paolo Gerbaudo’nun 140 karaktere sığdırdığı şu durumu izaha yetmiyor: “Almanya’da Adolf Hitler’in soyundan gelen birinin üye olduğu bir partinin iktidara gelmesi durumunda insanların ne diyeceğini bir düşünün. Meloni’nin partisinde ise Mussolini’nin akrabası bir değil iki kişi var: Yeğeni Rachele ve büyük torunu Caio Giulio Cesare!”.

Nazi Almanyası lideri Adolf Hitler ve Faşist İtalya’nın lideri Benito Mussolini

Hesaplaşma olmadı

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman yazar Günter Grass, “Almanlar’ın suç işlemeye mecbur bırakıldığı konusunu değil, Almanlar’ın bilfiil suçlara katıldığı konusunu” işlediğini söylemiş bir yazar olarak, Naziler’in en kıyıcı kolu SS’lerin gençlik örgütüne üye olduğunu tam 60 yıl boyunca gizlemişti. Oysa bugün İtalya’da aileler, Mussolini’nin faşist rejiminde bilfiil görev almış yakınları olduğunu gizlemiyor. Yahut Mussolini’nin doğum yeri Predappio’daki mozolesinde anma etkinlikleri düzenleyip, birbirlerini Nazi selamıyla selamlamaktan gocunmuyorlar (***). Neden?

İtalyan tarihçi ve yazar Francesco Filippi’den öğrenelim:

“İtalyanlar özellikle son yıllarda Mussolini için, ‘Büyük liderdi, Hitler ile ittifak yapması, Holokost’a katılması hataydı ama İtalya’ya da büyük faydası dokundu’ olarak özetlenebilecek mitlere fazlasıyla itibar eder oldu (****). Nedenini anlamak için 2. Dünya Savaşı’nın nasıl bittiğine bakmak lazım. Almanya, Hitler ve Naziler, Müttefikler’e yenildi. Sonrasında Almanya’ya Nazilik’ten arınma dayatıldı. İtalya’da ise bu olmadı. Mussolini, Temmuz 1943’te kendi partisi içinden insanlar tarafından iktidardan devrildi. Savaşın son iki yılında Mussolini, Nazi işgali altındaki kuzeyde kukla bir yönetim kurdu. Ülkenin geri kalanı ise Müttefikler ile işbirliği yapan eski faşistlerin kontrolündeydi. Bu arada çok güçlü bir anti-faşist direniş vardı ve savaş bittiğinde Müttefikler’in yönetimi teslim edebilecekleri güçlü bir siyasi yapı oluşmuştu. Ancak Soğuk Savaş’ın eşiğinde Batı’nın en büyük Komünist Partisi’ne sahip ülkesi İtalya’da, ABD ve İngiltere anti-faşist hareketi çıkarlarına tehdit olarak gördü. O nedenle, yaklaşan “kızıl tehdit”e karşı ülkeyi olduğu gibi eski faşistlerin yönetiminde bırakmayı tercih ettiler. Bu da, İtalyanlar’ın geçmişe dair anlatıyı istedikleri gibi kurgulamalarına olanak tanıdı. Faşizmle hesaplaşma olmadı”.

“Bir Hitler değil!

Irak Amerikan Üniversitesi Süleymaniye’de çalışan tarihçi Barın Kayaoğlu’nun sosyal medyada paylaştığı analizi de kısaltarak eklemek isterim:

“Savaş bitince İtalya’da 20 yıldır bastırılan sosyalist ve komünist hareket karşısında ABD, CIA üzerinden Hıristiyan Demokratlar’ı, diğer Sağ unsurları ve mafyayı harekete geçirdi. 

1946 referandumu ve özellikle 1947 seçimlerinde ciddi ABD müdahalesi oldu. Hemen sonra kurulan ve Sovyet işgali gelirse direnişi örgütleyecek Gladio oluşumu diğer ülkelere örnek oldu. Her türlü Sol, ‘Sovyet işgali / beşinci kol hareketi’ muamelesi gördü… Ancak Batı Almanya’da çok önemli bir dönüşüm oldu 1960’larda. Batı Alman Solu, ABD’deki medeni haklar hareketi ve Vietnam Savaşı karşıtı gösterilerden İtalya ya da Türkiye’ye göre çok daha fazla etkilendi; çok daha çabuk bir şekilde pan-Avrupacı ve beynelmilel bir özellik kazandı.

Batı Almanya geçmişiyle yüzleşmeye (*****) başlarken, Batı Almanya’da (ve komünist Doğu Almanya’da) Nasyonal Sosyalizm tabu olup, sembolleri yasaklanırken; ‘Her türlü Sol, komünizmdir’ anlayışının hâkim olduğu İtalya’da bu hesaplaşma yapılmıyordu…

İlginçtir, 1970’lerde ve 80’lerde İtalya’da Komünist Parti de Sosyalist Parti de hem dönüştü hem de iktidara geldi. Hatta o dönem başbakan olacak sosyalist lider Bettino Craxi, daha sonra ‘Temiz Eller’ operasyonu yüzünden Tunus’a kaçacaktı… Birleşme sonrasında Almanya’da geçmişle yüzleşme sadece eğitim sisteminin bir parçası olmadı; adeta ulusal kimliğin bir parçası hâline geldi. Holokost’u anma, 2. Dünya Savaşı ve müsebbiblerini lanetleme… Bunlar İtalya’da yok; en azından Almanya ölçeğinde yok. Tam tersi, ‘Mussolini ve faşistler ülkeyi kaostan kurtarıp düzene koydu’ cümlesi hem İtalya içinde hem de zaman zaman dünyada söylenegelir: ‘Trenler zamanında hareket etmeye başladı, çöpler sokaklardan toplandı’ gibi… Ancak şu nokta çok önemli: Mussolini, 1936’da Etiyopya’ya saldırana kadar ‘uluslararası toplum’un saygın bir üyesi kabul ediliyordu. 1940 yazında Mussolini Fransa’ya saldırana kadar, hep bir ‘bu adam Hitler değil’ algısı vardı. Bu algının tortuları hâlâ bizimle”. 

Diktatörlüğe giden yollar

Yazıyı bitirmeden, bir uzun ama önemli alıntı daha yapacağım. Tanıl Bora’nın 2000’de yazdığı “Faşizmin Hâlleri” başlıklı makalesinden:

“Faşizmin bir rejim olarak tekerrür etmediği ileri sürülebilir – ki bu sav da şüphelidir; halihazırdaki egemenlik sistemlerini faşizmin mutasyonları olarak görmek mümkündür… Faşist hareketlerin marjinalleştiği söylenebilir -ki hiç de kıyıda-köşede kalmamış faşist hareketlere, illâ iktidara gelmeseler bile, birçok örnek verilebilir. Ancak en sarih olanı, faşist ‘güdüler’in, ‘kitle ruhu’nun ve davranışların, kısacası sıradan faşizmin, ‘renklenerek’, capcanlı berdevam olduğudur. Dahası, neo-faşizm (ya da post-faşizm), sıradan faşizmle doktriner ve örgütlü faşizm arasındaki uçuruma sağlam bir köprü kurmaya yetenekli görünüyor. Faşizmin kapitalizmle hemâhenk biçimde modernleşmesinde katettiği mesafe, ‘klasik’ faşizmden farklı bir faşist rejim ihtimalini pekâlâ gündeme getiriyor”.

Dilerim ne Meloni o köprüyü kurmaya muktedir, ne de başına faşist sıfatı konsun konmasın “diktatörlük” rejimleri kurmaya yeltenenler başarılı olur. Ancak aşırı Sağcıların birbirleriyle kurduklarına benzer güçlü ittifaklar, henüz Solcular arasında kurulabilecek gibi görünmüyor. Meloni liderliğindeki koalisyon ne kadar iktidarda kalır bilinmez ama (İtalya’da 1946 sonrası kurulan hükümetlerin ortalama iktidarda kalma süresi 14 ay) kampanyalarında vadettiği gibi İtalya’ya parlamentoyu marjinalleştirecek bir başkanlık sistemi getirmek için elinden geleni yapacağını; göçmenlere, “LGBTİ lobileri”ne, sendikalara ve “müesses Sol nizam” olarak nitelediği çevrelere saldırmaya devam edeceğini öngörmek zor değil.

*1946’da Benito Mussolini rejiminin külleri üzerine kurulan İtalyan Sosyal Hareketi’nin (MSI) amblemi olan İtalyan bayrağı renklerindeki meşale, FdI’nin sembolü olmayı sürdürüyor.

**Meloni’nin işçi ve emekçilerin oyunu toplamasına yaradığı söylenen ekonomik reçetesi için bakınız

***Filipinler’de de diktator Marcos’a dair benzer mitler, 30 küsur yıl sonra oğlunu iktidara taşıdı

****2017’de iktidarda olan merkez-sol Demokratik Parti’nin, İtalya’nın “20 yıl” olarak anılan 1922-1943 arasındaki faşist rejimi ile Almanya’daki Nazizm’in sembollerini, jestlerini kullanan ve bunların propagandasını yapanların hapisle cezalandırılması öngören bir tasarı hazırladığını ancak Lig ve 5 Yıldız Hareketi’nin “özgürlükleri kısıtlayıcı” olduğu gerekçesiyle buna karşı çıktığını da yeri gelmişken hatırlatalım.  

*****Faşizmin Almanya’da kökünün kazınmadığı AfD’nin (Alternative für Deutschland – Almanya İçin Alternatif) yükselişine bakarak söylemek mümkün. “Almanlar toplum olarak yüzleşmeyi ne kadar başarabildiler; zorla, yasakla gerçek bir yüzleşme olabilir mi?” konusu ise ayrı bir yazı ve tartışmayı hakediyor. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.