Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Avrupa Konseyi ne işe yarar?

Muasır medeniyet bahsinden sonra hak / sorumluluk / ödev kavramlarını konuşmak istiyordum sizlerle ama Avrupa Konseyi ile artan gerilimimizin medyada yeterince yer bulmadığını görünce sorumluluk konusunu bir sonraki yazıya bırakıp, bu hafta Avrupa Konseyi üyeliğinden ne elde ediyoruzu tartışmaya açmanın daha anlamlı, yararlı olabileceğini hissettim.

Avrupa Konseyi ile ilgili söz söylemenin bir zorluğu deneyimlileri de dahil olmak üzere sayısız gazeteci, uzman ve yetkilinin Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği’ni birbirinin yerine ikame edilebilir isimler olarak kullanması. Halbuki, kiraz ile karnabahar, Ankaragücü ile Fenerbahçe, Budizm ile İslam birbirinin yerine ne kadar geçebilirse, Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği o kadar birbirinin yerine geçebilir. Bu hatayı o kadar çok kişi, o kadar çok yaptı ve yapıyor ki belki bu farkı anlatmaktan vazgeçmek lazım ama bu iki kurumu birbiriyle karıştırmak hakikaten çok büyük bir hata. Başka hiçbir şeyle ilgilenmeyecek olsak bile Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucusudur ama Avrupa Birliği’ne adaydır… En azından bunu hatırlayalım. Avrupa Birliği daha görünür ve kaynak zengini olabilir ama Avrupalılığın kriterini Türkiye’nin kurucusu olduğu Avrupa Konseyi belirler. Türkiye, Avrupa Konseyi’ne üye olduğu için Avrupa Birliği’ne aday olabildi. Avrupa Konseyi’ne üye olmayan hiçbir ülke Avrupa Birliği’ne aday ya da üye olamaz.

Gelelim artan gerilimin kaynağına. Avrupa Konseyi’nin ana belgesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmenin 46. maddesi sözleşmeye taraf olan ülkelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AIHM) kesinleşmiş (temyiz yolları tükenmiş) kararlarına uymakla, onları hayata geçirmekle yükümlü olduğunu açıkça söylüyor. Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemi, üyelerin hepsinin iyi niyetli olduğu ve kendilerini bilerek, isteyerek denetime açık tuttukları inancı üstüne kurulu. Çok sıradışı bir durum olur da AİHM kararlarının uygulanmasını sağlamakla yükümlü Bakanlar Komitesi bir mahkeme kararının bir üye ülke tarafından uygulanmadığından şüphe duyarsa, üçte iki gibi çok istisnai bir çoğunlukla konuyu tekrar AİHM’e taşıyabilir. Eğer AİHM “Haklısınız, xyz ülkesi kararı uygulamıyor ve İnsan Hakları Sözleşmesi altındaki yükümlülüğünü ihlal ediyor” derse, Bakanlar Komitesi’nin ortak ve öncelikli görevi Mahkeme’nin saygınlığını ve otoritesini sağlamak olur. Bunun ne kadar istisnai bir durum olduğunu tartabilmeniz için böyle bir durumun Avrupa Konseyi tarihinde sadece bir kez gerçekleştiğini belirteyim.

Bu kadar kurum ve kısaltma dikkatinizi dağıtmış olabilir ama bir bilgiyi daha gündeminize getirmek zorundayım. Yürürlükteki anayasamızın 90. maddesi “Temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşmanın hükümleri esas alınır” der. Başka bir deyişle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin şartlarına uymak anayasamızın amir hükmü. Lakin Osman Kavala örneğinde AİHM’in verdiği “hemen serbest bırakılmalı” kararı ısrarla uygulanmamakta. AİHM, bu kararı 2019’da verdi, karar 2020’de kesinleşti; karara uyulmadığını AİHM 2022’de tekrar teyit etti ama Kavala 18 Ekim 2017’den beri özgürlüklerinden mahrum.

Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin hükümetlerinin sırf bize gıcık olduğu için, canımızı sıkmak için konuyu gündemde tuttuğunu düşünenler olabilir. Fakat Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde bu konuda yürüyüşler yapıldığının, önemli bir kamuoyu duyarlılığı oluştuğunu bilmemiz gerekir. Bu konuda kapsamlı bir basın taraması yapan EDAM’ın raporu meraklısına iyi bir fikir verebilir. Eğer bizim tarafta bir değişiklik olmazsa sorun yok olmayacak, giderek büyüyecek.

Peki, Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyesi olması Allah’ın emri mi? Niye ayrılmıyoruz Konsey üyeliğinden? Buraya kadar aktardıklarım nesnel bilgiler, veriler idi… Bundan sonrası benim şahsi, öznel değerlendirmelerim. Avrupa Konseyi üyeliği tabii ki amaç değil araç… Aslolan Türkiye’nin kendi kararları, tercihleri. Egemen ve bağımsız bir ülke olarak Türkiye nereye, niçin üye olacağına, üye kalacağına kendi karar verir. Türkiye dilediği zaman Avrupa Konseyi üyeliğinden ayrılabilir; Meclis’te yeterli sayı varsa 2004’te oybirliği ile yazdığı anayasanın 90. maddesini değiştirebilir. Ama bunlara yeltenmeden önce gözden geçirmemiz gereken birkaç soru var: Mesela; Menderes, İnönü, Demirel, Ecevit, Özal, Yılmaz, Çiller, Erbakan gibi hükümet başkanları niçin Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nde tuttu, Konsey’e özel büyükelçi atadı, üyelik yükümlülüklerini yerine getirdi? Bu sağlamayı yapmadan Konsey’den çıkmayı düşünmek, kendimize dahi, bizden öncekileri yetersiz bulduğumuz anlamına gelir.

“Geçmişte üyelik doğruydu ama artık değil” diye düşünüyor olabiliriz. Bu durumda üyelikten ayrılmanın Osman Kavala’yı hapiste tutma inadı dışında ne gibi yararlar getirebileceğini dillendirebilmek gerekir. Ben üyelikten ayrılmanın bazı bedellerinden bahsetmek isterim. Başlıklar önem sırasına göre değil:

  1. Bu konu gündeme geldiğinde Strazburg’u en iyi bilen gazeteci ve yazar Kayhan Karaca, Avrupa Konseyi üyeliği sonlanan bir Türkiye’nin UEFA’da da kalamamakla karşılaşabileceğini söyledi. Silivri’deki koğuşta hayatımda izlemediğim kadar maç izleyen birisi olarak bu meseleye kulak kabarttım. Artık tuttuğumuz takımların Barcelona ile değil Bahreyn İdman Yurdu’yla yaptığı maçları izleriz, napalım.
  2. Bu aralar, malum, Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’deki maksimalist talepleri ile uğraşıyoruz. Avrupa Konseyi ve dolayısıyla Avrupa Birliği ile ilişkileri sonlanmış Türkiye’nin devasa Avrupa Birliği bütçesini arkasına almış bir Yunanistan ile uğraşması çıkarlarımıza ne kadar hizmet eder düşünelim derim. Ukrayna krizinde Avrupa Birliği’nin varolan bütçesini askeri mühimmat alımı için kullanma kararı alabildiği dikkatli gözlerden kaçmamıştır muhakkak.
  3. Batı ve kuzey komşularımız Avrupa Birliği’nin yoksul ülkeleri ve Birlik bütçesi gereği GSMH’larının yüzde 1’i kadar katkı yaptıkları AB bütçesinden GSMH’larının yüzde 4’ü kadar destek alıyorlar. Eşdeğer bir kaynağı kendi kamu bütçemiz için bizim yaratabilmemiz için her aile, her yıl 1000 dolar daha fazla vergi vermek durumunda kalacak. Buna hazır ve razı mıyız?
  4. Dünyanın en yaygın uçuş ağına sahip olduğu için övündüğümüz Türk Hava Yolları bu ağa biraz da – mesela Emirates ya da Singapur Hava Yolları’ndan farklı olarak – Gümrük Birliği alanının parçası olmanın sağladığı avantajlarla ulaştı. Bu avantajdan vazgeçmeye hazır mıyız? Brexit sonrası İngiltere’de hangi otomotiv fabrikalarının kapandığını hatırlıyoruz herhalde. Arçelik, Beko, Vestel, Avrupa’ya ihracatlarında uzun yıllar Japon ve Koreli rakiplerine göre nasıl avantajlara sahip olduklarını acaba bizimle paylaşmak isterler mi?
  5. FETÖ, PKK gibi haklı iade taleplerimiz AİHM ve Avrupa Konseyi ile bağlarımız kesildikten sonra daha mı hızlı, daha mı yavaş gerçekleşir düşünmeye var mıyız?

Bu listeyi uzatmak mümkün; benimkisi gayet üstünkörü bir deneme. Amacım her tercihin, her kararın hemen akla gelmeyen bedelleri olabileceğine dikkat çekmek. Yoksa, temel gerçekler çok net: Türkiye bağımsız ve egemen bir ülkedir. Kendi çıkarını, kendi kararını kendi belirler. Bu konuda görüşü, önerisi olan herkesin önerisinin getirisini, götürüsünü tüm açıklığıyla kamuoyuna anlatması asgari yurttaşlık, kaderdaşlık sorumluluğudur. Ortak aklın ve birbirine kulak vermenin niçin gerekli olduğunu zaten etraflıca konuşmuştuk… tekrar kafanızı şişirmeyeyim.

Mektup adresi:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.