Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Amerikan seçimlerinden alınacak dersler…

Geçen hafta ülkemizle karşılaştırılması pek gerçekçi olmayan Brezilya’da yapılan başkanlık seçimlerinden alınması gereken dersleri tartışmaya vakit ayırmıştık. Bu hafta da “müstesnalığı” ile bilinen bir başka ülkede, ABD’de yapılan seçim sonuçlarından önümüzdeki yaz başı ülkemizde gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair dersler çıkarmaya soyunmuş durumdayız. Karşılaştırmalı siyaset biliminin “Farklı ülkeleri karşılaştıracaksan dikkatli ol” şiarını göz önünde tutarak bu seçim sonuçlarını da etüt etmekte yarar var.

ABD’de Senato’nun üçte birinin ve Temsilciler Meclisi’nin tamamının yenilendiği ara seçimlerin en önemli sonucu Demokratlar’ın kaybettikleri ancak düşündükleri kadar “kötü” kaybetmedikleri algısı. Bu seçim öncesinde Kongre’nin hem Senato hem de Temsilciler Meclisi kanatlarını kontrol eden Demokratlar, muhtemelen Senato’daki çoğunluklarını koruyacaklar ancak Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluklarını kaybedecekler. Kongre’nin her iki kanadının bir şekilde birbirini dengelediği Amerikan sisteminde kötü bir haber değil, birçok konuda son sözü Senato söylemekte çünkü. Buna ek olarak, seçim öncesinde yapılan bazı tahminler Demokratlar’ın Senato ve Temsilciler Meclisi’nin yanı sıra birçok valiliği de kaybedeceğini ve Cumhuriyetçiler’in yükselişini temsilen bir “Kırmızı Dalga” geleceğini öngörüyordu, olmadı. Bu durumu da Demokratlar için bir başarı olarak görenler var.

ABD Başkanı Joe Biden’a olan halk desteğinin yüzde 40’lara düştüğü, kendisini 2024 seçiminde aday olarak görmek isteyenlerin oranının kendi partisinin seçmenleri arasında bile sadece üçte bir oranında olduğu göz önünde tutulursa bu seçim bilançosunun negatif kısmını Biden’a yazmakta yarar bulunuyor. 2020 seçimlerinde eski Başkan Trump’ı ucu ucuna yenen Biden’ın, önümüzdeki dönemde yapılacak bir seçimde Trump’la yeniden rekabet ederse çok da fark atamayacağını gösteren anketler var. Bugünden o günü öngörmek zor ama Biden, Trump gibi bir rakibe karşı bile oy kaybedebilecek bir başkanlık performansı gösteriyor diyebiliriz; bu da hem bu seçimlerde görüldüğü üzere oy kaybına yol açıyor, hem de Demokratlar’ı “başka bir başkan adayı” arayışına sürüklüyor. ABD geleneklerinde görevdeki başkanın bir dönemi daha varken meydan okumak pek yaygın bir pratik değil, Biden aday olmayı düşünürse karşısına çıkmaya istekli siyasetçi kim olabilir bilmiyoruz. Bu nedenle Demokrat Parti elitlerinin Biden’a “Çekil kenara!” demeleri, siyasetin o kanadını karıştırabilir.

Neden Demokratlar’ın oyları düştü ve neden beklenen kadar düşmedi sorularının yanıtı, beklenebileceği gibi ekonomiyle ilişkili. Son dönemde ABD enflasyonu alışık olmadıkları kadar yüksek, neredeyse yüzde 10’a ulaştı. Keza çok önem verdikleri benzin fiyatları yaklaşık yüzde 50 oranında arttı, bu da hükümete olan kızgınlığın artmasına yol açtı. Seçmenler ekonominin gidişatından mutsuz ve sorumluluğu da Biden’da görüyorlar. Buradan hızla “sorun ekonomi!” sonucuna varmak mümkün olabilirdi ancak bu kadar mutsuzlukla Demokratlar’ın daha fazla oy kaybetmesi gerekiyordu; olmadı.

Ülkemizde yapılması pek zor olan sandık çıkış anketleri ekonomideki sorunların neden oy kaybına dönüşmediği konusunu aydınlatıyor: Tıpkı bizde de olduğu gibi ABD’de de siyaset kimliklere dayalı bir ayrışmaya dönüşmüş, kimlikler masaya düştüğünde gerçekler flulaşıyor. Son rakamlar gösteriyor ki azınlıklar Demokrat Parti’ye muhabbet göstermekten vazgeçmemişler. Siyahiler’in yüzde 86’sı ve Hispanikler’in yüzde 60’ı Demokrat adayları tercih etmişler. Siyahi ve Hispanik kadınlarda Demokrat Parti sempatisi daha da büyük. Oy veren gençlerin üçte ikisinin tercihi Demokrat Parti yönünde olmuş, 65 yaş üstünün yarısından fazlası Cumhuriyetçi Partili. Eğitim düzeyi arttıkça Demokratlar’a, gelir arttıkça da Cumhuriyetçiler’e oy verme eğilimi artıyor. LGBTİ bireylerin yüzde 84’ü Demokrat Parti seçmeni, bunu “kültür savaşlarının” bir tezahürü olarak görebiliriz. Öte yandan Cumhuriyetçi Parti’nin Evanjelik Hıristiyanlar arasındaki desteği de yüzde 83, bu da “Kulturkampf”ın (Kültür kavgası) diğer ucu olarak nitelendirilebilir.

Bu kadar keskin fay hatları seçmenlerin hem parti tercihlerini pekiştiriyor, kimse kendisine benzeyenlerin olmadığı diğer kabile sınırlarını geçip oy vermek istemiyor. Hem de ülke gündemindeki konuların da bu fay hatları üzerinden yorumlanmasına yol açıyor. Yine sandık çıkış anketlerine göre Demokrat seçmenler için en önemli konular kürtaj ve silah sahipliğiyken, Cumhuriyetçiler’e göre en önemli sorunlar göçmenler, enflasyon ve suç. Her iki taraf da konu ne olursa olsun bütün önemli sorunları kendi partilerinin çözeceğine inanıyor, bu da konu bazlı oy vermenin pek de etkili olmadığını gösteriyor. Hangi konuların önemli olduğu sorusunun yanıtı kadar, o sorunu kimin çözeceği de hangi partiye sempati duyulduğuyla ilişkili. Özellikle Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin muhafazakâr üyelerinin kürtaj uygulamalarını eyaletlere bırakmasıyla alevlenen kültür savaşlarının vatandaşların oy verme davranışını etkileyerek Demokratlar’ın oy düşüşünü frenlediği öne sürülüyor.

Donad Trump ve Dr. Mehmet Öz

Amerikan seçimlerini ekonomik gerçekliklerden çok kimlik ayrımları ve kültür savaşlarının gölgesinde gerçekleşmesi, bu kırılmaları mahir bir şekilde zorlayan önceki Başkan Trump’a da dikkat çekiyor. Seçimi kaybettikten sonra Cumhuriyetçi Parti içinde alternatif bir güç odağı oluşturmaya çalışan Trump, başta hepimizin tanıdığı Dr. Mehmet Öz olmak üzere bazı adayları destekledi ancak büyük bir başarı yakalayamadı, yine de 2024 için adaylık umudunu koruyor. Bizim bildiğimiz Trump, yenilgiyi kendi zaferi ya da başkasının yenilgisi olarak paketlemeyi mutlaka başarır. Ancak seçimler gösterdi ki Trump, Trumpismo’nun yegâne temsilcisi değil. Florida Valisi DeSantis yüksek bir oy oranıyla yeniden seçildi. COVID-19 tedbirlerine karşı gelmesiyle, LGBTİ karşıtı söylemiyle, kürtaj karşıtlığıyla, göçmenleri sevmemesiyle ve silah serbestisini savunmasıyla tipik bir Cumhuriyetçi olan DeSantis, Hispanikler’in de oylarını almayı başarmasıyla dikkati üstüne çekti ve gelecek seçimlerde Trump’a karşı çıkabilecek bir aday olarak ön plana çıktı. Gereğinde Trump kadar “kaba” bir retoriğe başvurabildiğini gösteren DeSantis 2024 önseçimlerini şenlendireceğe benzer.

Ron DeSantis

Bu seçimlere damgasını vuran başka bir olgu da yaygın dezenformasyon kampanyaları. Daha önceki seçimlerden dili yanan sosyal medya platformları her ne kadar tedbirli davranıp yoğurdu üfleyerek yemeye çalışsalar da yanlış bilginin yayılmasına engel olamamışlar. Trump’ın sıklıkla seslendirdiği “seçimin çalındığı” ve “seçim hilesi yapıldığı” iddiaları son dönemde bütün platformlarda en fazla yer bulan iddialar olmuş. Özellikle Arizona gibi kritik eyaletlerde yaşlılar ve etnik azınlıklar dezenformasyon kampanyalarının hedefi haline gelirken, çok sayıda komplo teorisi dolaşıma çıkarılmış. Bazı akademik gruplar bu kampanya döneminde Çin yanlısı çok sayıda bot hesabın aktif hale geldiğini iddia etmekteler. Keza, azınlıkları hedef alan ve kültür savaşlarını alevlendiren nefret söyleminin de daha önce hiç olmadığı kadar sosyal medyada yer aldığı söyleniyor. Bu kampanyalar “Kırmızı Dalga” denilen bir Cumhuriyetçi zaferine yol açmış olmasa da 2024 seçimlerinin nasıl bir ortamda gerçekleşeceğine dair bir karamsarlık yaratıyorlar.

Amerikan seçimlerinde ilgi çeken iki unsur daha var. Bunlardan birincisi gençlerin seçime katılmamaları. Tıpkı bizim ülkemizde de olduğu gibi, ABD’de “oyunu değiştirecek” sayıda genç seçmen bulunuyor, oy kullansalar tabii. Özellikle Arizona ve Nevada gibi eyaletlerde siyahi ve Hispanik gençlerin oyları seçim sonuçları üzerinde radikal bir değişiklik yaratabilecek durumda. Ancak eldeki rakamlar pek iyimser değil, gençlerin seçime katılma oranları son 30 yılın en yüksek rakamlarına ulaşmış olsa da yüzde 27 gibi düşük bir oranda kalmış. Siyah gençlerin yüzde 90’ı, Hispanik gençlerin yüzde 68’i ve beyaz gençlerin yüzde 58’i Demokratlar lehine oy kullanmışlar; seçime katılmamış olanların da bu şekilde oy kullanmaları durumunda kırmızı değil, masmavi bir dalga görülebilirdi. Gençlerin neden oy kullanmadıkları başlı başına bir muamma. İkincisi, bu ara seçimler son dönemin en pahalı ara seçimleri, 17 milyar ABD Doları harcandığı tahmin ediliyor. Değdi mi derseniz, bilinmez. Ancak seçim sonuçlarını tahmin eden birkaç internet sitesi sonuçların mayıs ayında öngördükleri gibi olduğunu söylerken, bahis piyasalarının en azından Temsilciler Meclisi’ni kimin kontrol edeceği konusundaki kararlarını ocak ayında verdiklerini görmekteyiz. Bu da harcanan paraya değip değmediğine dair bir spekülasyon yapmamıza izin veriyor. 

Brezilya seçimlerinden aldığımız dersleri şu şekilde özetleyebiliriz: Anketlere güvenme, hükümetin harcama kapasitesini küçümseme, kültür savaşları satar, sandık şiddeti muhalefeti susturur ve dezenformasyon kampanyaları her zaman işe yarar. ABD seçimlerinden alacağımız dersler de çok farklı değil: Ekonomi çok can yakar ancak kimlik politikaları pansuman işlevi görebilir, kültür savaşları satar ve dezenformasyon kampanyalarına dikkat. Keza bu menüye genç seçmenin sandığa gitmesinin ne kadar önemli olduğunu ve harcanan paraya çok da değmediğini ekleyebiliriz. Bir de Bolsonaro gitti, ancak Bolsonarismo duruyor; Trump gitti ve Trumpismo güç kaybetmiş değil. Eğer böyleyse dikkatimizi aktörlerden çok bu aktörleri mümkün kılan faktörlere kaydırmak, içinde bulunduğumuz durumu anlamamızı kolaylaştırabilir. Bize hiç benzemeyen ABD ve Brezilya seçimlerinden öğrendiklerimiz de önümüzdeki altı ayı nasıl geçireceğimiz hakkında iyi bir fikir verebilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.