Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Fark göstermek için farklı düşünmek gerek

Geçen haftaki yazıda, İsrail, Brezilya gibi dünyanın uzak köşelerindeki seçimler üzerinden, kronikleşen küresel siyasi kriz hakkında yazmıştım. Bu örneklerden dersler çıkartırken karşı karşıya olunan sorunun ne kadar geniş olduğunu ve asıl kaynağını gözden kaçırmanın eksiklerine dikkat çekmeye çalıştım. Çünkü siyasete dar bakış açısıyla, kısa vadeli “çözüm” formülleriyle ya geçici zaferler ya da süreklileşen yenilgiler üretiliyor ama sorunun kendisini, yarattığı tehdidi azaltmıyor aksine kemikleştiriliyor hatta belki de büyütüyor. İktidardakini devirmek onu iktidar yapan dinamiği değiştirmeye yetmiyor, böyle olacağını ummak onu yavaşlatmaya bile yaramıyor. Ya melanet geri geliyor ya yerine daha beterini hazırlıyor ya da herkesi kendi rasyoneline (anaforuna) çekiyor. Bu yüzden geçen haftanın yazısı, “İktidarı değiştirmek veya indirmek yerine, bir şeyleri değiştirmek ve yeni bir şey için iktidar olmak perspektifinin sloganlardan daha ileri gitmesi lazım” cümlesiyle bitiyordu. Oradan devam edelim.

Dünya örnekleri, temsili demokrasi soyutlamasının yapısal zaafları, küresel siyasi kriz, yarım yüzyıllık siyasetsizleştirme dalgası, siyaseti tanımlama ve yapma biçimleri gibi somut olmadığına hükmedilen pencerelerden konuyu tartışınca, “boş konuşma” suçlamasına muhatap olmak normal hale geliyor. En azından ben buna artık fazlasıyla alıştım. Oysa böylesi durumlarda ileri sürülen “pratik çözümlerin” önemli bir kısmı –açılacak kapıdan girecek yeni bir şey hazırlanmamışsa- çok daha boş hevesler olarak kalmaya mahkum. Sahici sonucu yaratmak şöyle dursun, vaat edilen kısa menzili başarıyla tamamlamak konusunda bile güven veremiyor. Somut zannedilen şeyler uçucu, soyut diye dışlananlar çok daha yakıcı olabiliyor. Popüler ilgiyi kendiliğinden çağırmayan büyük meseleleri gündelik endişelerle bağlayacak dile ve çabaya sahip çıkmaktan uzak siyasetin dertleri bunlar.

Peki, bırakalım “soyut” meseleleri, küresel ve teorik siyaset tartışmalarını, gündelik siyasetin ara sokaklarına dalalım. Son hafta olup bitene ve Pazartesi günü başlayacak haftanın açılış gündemine bakarsak acaba ne bulacağız? AKP heyetinin Erdoğan’ın talimatı, Bahçeli’nin onayı ile HDP’ye anayasa paketine destek ziyareti yapmasına verilen tepkiler, geçtiğimiz haftanın ana başlığıydı. Bahçeli’den yeni bir çatlak çıkışı hatta erken seçim haberi bekleyenler oldu. Ancak Bahçeli, Öcalan mektubu benzeri “tutarlı” bir tavır aldı. Kucaklayıcı olacağı söylenen Erdoğan uçakta yine bildik konuşmaları yaparak geldi. Muhalefetin HDP ile  yan yana gösterme suçlamalarına en duyarlı kesimlerinin konuyu nasıl ele alacakları da hayli önemliydi. Onlar da bu gelişmeden, şimdiye kadar uğradıkları suçlamaların lüzumsuzluğu ve gösterdikleri hassasiyetin saçmalığı sonucunu çıkarmak yerine aynı anormalliğin ters tarafına geçebilmeyi seçtiler. 

Açılan fırsat kapısından girerek bir normalleşme atağına cesaret göstermekten imtina ettiler. AKP’yi HDP ile yan yana gelmekle, HDP’yi pazarlık yapmakla suçlama kestirmesine yöneldiler. Muhalefetin genelinde de çok haklı olarak işaret edilen iktidarın “tutarsızlığı” bahsini yeterli gören bir memnuniyet hakimdi. Tıpkı ekonomi meselesinde, faiz tartışmalarında olduğu gibi, iktidarın çelişkilerini göstermenin çok etkili bir muhalefet imkanı olacağı veya buralarda açık bulmanın iktidar seçmenini etkileyeceği düşünüldü. Erdoğan bunu söz olarak sık dile getirse bile hiçbir zaman tutarlılık ve süreklilik iddiasına yaslanmadı, seçmen desteğini de böyle toplamadı. Yürüttüğü politikalar, kurduğu ittifaklar, girdiği kavgalar hep bunu gösteriyor, şimdi direnme hattını da son derece gevşek kuruyor. Tutarsızlık, iktidarın yumuşak karnı değil, başkalarını da yönetebildiği en kullanışlı enstrümanı. 

Siyasetin, tamamen –meşruiyet ruhsatını elinde tutan- iktidarın kontrolündeki temas ve hareket zorlukları tarafından “temas” kurulabilen tarafına geçelim. Önümüzdeki haftanın açılış gündemi, Altılı Masa toplantılarının yeni serisinin başlayacak olması. Yerel seçimde önemli bir başarı yakalamış, geniş bir seçmen tabanında iktidarı yerinden edebileceği umudu yaratmış muhalefetin zahmetli bir sürecin sonrasında ortaya çıkardığı en “somut” -hatta şimdilik tek- sonuç Altılı Masa’ydı. İyice daraltılmış siyaset alanını açacak temas kapısı olduğu için umut vadediyordu. Herkesin kurulmasını samimi biçimde selamladığı Altılı Masa, ilk tur toplantı serisini bitirdiğinde, umudun sabırlı bekleyişi biraz zorlanmaya başlamıştı. Şimdi seçime iyice yaklaşmışken başlayan yeni turun gündem başlıklarına bakınca umudu diri tutmak kolay görünmüyor. 

Kulislere yansıyan bilgilere bakılırsa, BTP’nin Altılı Masa’ya kabulü, iktidarın başörtüsü hamlesine cevabın netleştirilmesi gibi konular masaya yatırılacakmış. Muhalefetin elindeki tek somut araç olan ve geçen sürede kendisini dahi tarif edememiş Altılı Masa’nın bu takvimde geldiği nokta, bu gündem. Yine bazı dedikodulara bakılırsa masa partilerinde, birbirine ilişkin rahatsızlıklar ve liderlere tazyikler epey artmış. Mevcut siyasi zemin, temas imkanlarını sınırlayarak yarattığı sorunlar gibi, temas kurabilenlerin ilişkilerini bozarak da etkisini yayabiliyormuş. Adaylıktan feragat edenler bu kararı tekrar gözden geçirebilirmiş. Aday mücadelesinde yeni sayfalar açılabilirmiş. Kendilerini “soyut” veya kavramsal düzeyde eleştirenlere, “bize parmak sallanamaz” diye ayar verenler, birbirlerine güvenmekte olduğu gibi kendilerine güvenmekte de nasıl zorlandıklarını ortaya koyuyorlar. Sonra buluşup bu “somut” başlıkları konuşarak siyaset yapıyorlar. 

Bazıları seçime kadar kalan süreyi, yaptıkları (veya anladıkları) “siyaset” açısından yeterli bulabilirler ama durum pek öyle görünmüyor. İşte tam bu nedenle en somut mesele, iktidarı yenilgiye uğratacak yöntem ve kişiyi bulmak olamaz. Bu konuda bulunacak bütün cevapların somut bir içerik kazanması oturtulacağı zeminle ilgili. Muhalefetin, “İktidarı yenebilir miyiz veya nasıl yeneriz” sorusunu kendisi ve destekleyicileri için ana başlık ve endişe odağı olmaktan acilen çıkarması böyle bir zemini yaratabilir. İşte o zaman bir somut formülden, sahiden çıkış için açılabilecek bir kapıdan söz açabiliriz. Burayı hızla geçince de iş bitmiyor. Kapının öteki tarafına neyi götüreceksiniz, kapının öteki tarafında bizi ne bekliyor olacak? Bu zor cevaplardan kaçmanın bahanesi, hala “Kapıya anahtar arıyoruz”. 

Baskı yöntemlerini, keyfiliği, hukuksuzluk ve ilkesizliği, kutuplaştırmanın imkanlarını, popülizmin fırsatlarını kullananların önünde anlamlı veya sonuç alıcı barajlar kurmanın yolu, onlara bu alanı açan zemine ilişkin yeni bir şey önermek. Hiç olmadıysa bunun üzerine kafa yormaya başlamak, yormayı akıl ettiğini göstermek. Değiştirmenin yolu ise onların böyle yapabilmesini mümkün kılan zeminle birlikte, onlara desteği daim ve tazelenebilir hale getiren akıl yürütme biçimiyle uğraşmaya başlamak. Aynı akıl yürütme biçiminin içinden çıkamayan, yetmezmiş gibi tam göbeğinden konuşmaya devam edenler için bu hiç kolay değil. Seçmene başka biçimde düşündüğünüzü göstermeden, onların başka biçimde düşünerek farklı davranmasını bekleyemezsiniz. Yok aynı şekilde düşünüp sizi seçmelerini bekliyorsanız, yapacağınız şeyin farklı olacağından şüphe duyulmasını engelleyemezsiniz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.