Öner Günçavdı yazdı: Dört yüz on sekiz milyar dolar

14 Mayıs seçimleri yaklaşırken, siyasi aktörlerin vaatleriyle kafamda yarattıkları soruların cevaplarını bir türlü bulamıyorum.

Siyasetçiler büyük kitlelerin karşısına geçtiklerinde, vaatlerini büyük bir özgüven ile tekrarlarken, benim gibilerin kafasını da karıştırıyorlar. Hatta kitlelerin inanmışlığı ve siyasetçilerin söyledikleri hakkında özgüvenlerini gördükçe, bildiklerimizden bile şüphe eder hale geliyoruz.

Yirmi yıllık bir iktidarın verdiği bıkkınlığa sona verebilecek siyasetçilere dokunmadan, iktisadi sağduyumu geri planda tutup, belki de benim bilemediğim bazı bilgilere sahip olduklarını varsayarak kendimi bu vaatlere inanmaya zorluyorum. İnanın; kendi bildiklerimle siyasetçilerin vaatlerini bir kantara koyduğum da, onlara daha fazla kredi vermeye çalışırken buluyorum kendimi.

Bu normal mi?

Bence mümkün. Zira yirmi yılda o kadar mantık dışı olayın olmayacağını düşünürken, olduğunu gördük ki… Her şeye inanır olduk.

Seçim yaklaştıkça, siyasetçiler dur durak bilmiyor. Kalabalıkların ve kamuoyunun desteğiyle söylediklerine aşırı güven duyuyorlar. Ancak kendileri ve etrafındakiler ara sıra durup, söylediklerini gözden geçirmekten ve söylediklerinin ne anlama geldiğini düşünmekten kaçınıyorlar.

Vardır bir bildikleri elbet. Ama ben yine de önemli gördüğüm bir konuyu dikkatlerinize sunmak istiyorum. Belki benim sahip olmadığım bir bilgiye sizler sahipsiniz diye. Kim bilir belki de benimle paylaşırsınız.

Bazen siyasetçiler yaptıkları konuşmanın şehvetine kapılarak, kastını aşan laflar sarf edebilirler.  Ama bu lafları daha sonraki konuşmalarında konu etmediklerinde, bunların kasıtlı sarf edilen sözler olmadığı anlaşılır ve üzerinde durulmadan, unutulur gider. Kaza dersiniz geçersiniz.

Fakat Kemal Kılıçdaroğlu bir süredir,  “Beşli Çete” diye nitelendirdiği bir gurup iş adamının devletle yaptıkları işlerde bazı usulsüzlüklere karışıp, hazineyi zarara uğratmış olduklarını iddia ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu bu ithamlarını bir kez yapmadı. Belli aralıklarla tekrarlamayı tercih etti. Dolayısıyla konu ettiği ithamların ne anlama geldiğini bildiğini kabul edebiliriz.

Bu iş insanlarından bazılarının isimleri geçmişte de usulsüz işlere karıştığı ve hiç bir şekilde yaptıklarından dolayı hesap vermedikleri için, halihazırda kamuoyu nezdinde sabit olan olumsuz imajları vardı. Bu sebeple, onlara yönelik herhangi bir ithamın kamuoyunda kabul görme ihtimali yüksekti.

Bu olumsuz imajın yanında, iktidarın kamunun yapacağı altyapı yatırımlarında, mevcut yasaları hiçe sayarak, doğrudan bu insanlarla iş yapması kamuoyunda şüphe uyandıran bir durumdu ve sıkça sorgulanmaktaydı.  Bu yüzden vatandaş, tıpkı AKP’li Ali İhsan Yavuz’un dediği gibi, “hiç bir şey olmasa bile kesin bir şey olmuştur” diyerek, yöneltilen ithamlara inanmaya meyilliydi. Bu ithamlara inananlar sadece muhalefet seçmenleri değil. Aynı zamanda iktidarı destekleyen seçmenler arasında da buna inanların olduğuna şüphe yok.

Kemal Kılıçdaroğlu bununla yetinmedi, bir de rakam telaffuz etti. Yirmi yıllık süre içinde AKP iktidarının kayırdığı iş insanlarının yaptıkları usulsüzlüklerle hazinenin toplam 418 milyar dolar zarara uğratıldığını iddia etti. Ardından da, eğer seçilirse bu paranın her kuruşunun onlardan alınacağına söz verdi.

Benim kafam ilk olarak burada karışıyor.  

Acaba bu açıklama ve vaatlerle Kemal Bey, kendi yönetiminde uygulayacağı bir duruşa mı dikkat çekmek isteniyor, yoksa gerçekten bu konu edilen miktarı geriye alınmasını mı kastediyor? Zira konu edilen miktar çok büyük ve bunun ülkemizdeki sermaye birikimi üzerine ciddi etkilerinin olması bile beklenebilir.  Buyüzden konunun sadece maliyeci gözlüğü ile dikkate alınması doğru olmayacaktır. Aynı zamanda, bu boyutta bir nakit transferinin iktisadi bakımdan yaratacağı etkilerin de dikkate alınmasına gerek olduğunu düşünüyorum.

Şu an için 418 milyar dolar, maalesef kamuoyunun hayal edemeyeceği kadar büyük bir rakam olmaktan öteye gitmiyor. Nasıl hesaplandığı, nasıl usulsüzlüklerle bu miktarın hazineden alınmış olduğu ve kimlere, nasıl kanalize edildiği gibi soruların cevabı şimdilik çok net değil. Seçim sonrası bu sorulara detaylı cevap verileceğini düşünüyorum. Ama bildiğimiz bir şey var ki, o da Kemal Kılıçdaroğlu’nun yakın çevresinde bu tip usulsüzlüklerle mücadelede uzman bir kadrosunun olduğudur.  Sanırım ondaki özgüveninin kaynağı da böyle bir kadroya sahip olmaktır.

Ülkemizde son yıllarda ekonomik verilerin şeffaflığından bahsedebilmek elbette mümkün değil. Hatta kamunun finanse ettiği büyük projelerin kamuya kaça mal olduğu konusunda çok fazla bilgiye sahip değiliz. Doğan olarak bu nedenle konu hakkında kesin bir görüşe sahip olabilmek de mümkün olmuyor bu aşamada.

Yapılan suçlama ciddi. Neden mi? Konu edilen miktar dört yüz on sekiz milyar dolar. Sanırım bu, Cumhuriyet tarihimizin en büyük usulsüzlüğü olabilir. Bugüne kadar hazineden belli kişilere bu boyutta kaynak aktarıldığı görülmedi. İddianın büyüklüğünü anlayabilmek için 418 milyar doların bazı temel makroekonomik büyüklüklerle karşılaştırılmasının yapılmasında yarar var.

 Örneğin yıllık ortama kur dikkate alınarak,2022 yılında Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasıla miktarının 906 milyar dolar olduğu düşünülürse, iddia edilen 418 milyar dolar, 85 milyonluk Türkiye nüfusun bir yıllık çalışması neticesinde elde edilen toplam gelirin yüzde 46’sı. Neredeyse ülke olarak ede ettiğimiz bir yıllık gelirimizin yarısı Kemal Kılıçdaroğlu’nun telaffuz ettiği bu miktar.

Dikkat çekmek istediğim bir konu da, hazineden bu iş insanlarına aktarılan paranın, AKP’nin ülkede inşa etmeye çalıştığı alternatif bir sermaye birikimini geçekleştirme çabasının sonucunda gerçekleştirilmiş olduğudur.  Ancak yirmi yıl boyunca bu birikim modelinin ekonominin geneli için çok fazla verimli olmadığı, aksine kaynak üretemeden ülkenin kaynaklarını tüketen bir model olduğu görülmüştür. Elbette bu da, tartışmalarda bahsi geçmeyen bir maliyetin doğmasına yol açmaktadır. Diğer bir deyişle, hazineden bu iş insanlarına yapılan 418 milyarlık ödemenin büyük kısmı yeni bir gelir yaratmaktan ziyade, mevcudun “yeniden dağıtım” anlamına gelmektedir. Yani birim ürettiğimiz ve bizim olması gereken toplam gelirinin yarısına tekabül eden bir miktar sadece el değiştirip, bu iş insanlarına verilmiştir.

Tabi rakamın büyüklüğünü görünce ve Türkiye ekonomisi için önemini anlayınca, bu boyuta bir paranın nasıl tahsil edileceği kamuoyunda merak uyandırıyor ister istemez. Sanırım seçim sonrası kamuoyunun gündemini işgal edecek önemli sorulardan biri de bu olacak gibi.

Peki ama bu miktar ödenebilir bir miktar mıdır?

İki önemli sorun var bu noktada. Bunlardan ilki bahsi geçen paranın nerede olduğudur. Bu paranın ülke içinde ve dışında olmasına göre farklı hukuk süreçler izlenmesi gerekebilir. Bu her iki duruma göre de ekonomik etkileri farklılaşabilir. Para dışarıdaysa ve tahsilat gerçekleşirse, dışarıdan sermaye girişi etkisi yaratarak, ekonomiye olumlu bir etkisi olabilir.

Ama para ülke içindeyse, bu kez de bu boyutta bir paranın sistem içinde nasıl mobilize edileceği ve bunun ekonomiye etkisinin ne olacağı biraz daha detaylı düşünmeyi gerektiriyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun telaffuz ettiği miktar aslında yirmi yıllık sürede oluşan zararın karşılığı olan bir muhasebe kayıt miktarı. Bu paranın filli olarak ülke içinde bulunmasında birtakım sorunlarla karşılaşılabilmek mümkündür.  Örneğin  31 Mart 2023 günü itibariyle ekonomide tedavül eden TL miktarı takriben 366 milyar 100 milyon TL’dır.  O tarihli TCMB’nin dolar satış kuru 19,19 dikkate alındığında, tedavüldeki para miktarımız yaklaşık 19 milyar dolara tekabül ediyor. 418 milyar dolar bu miktarın tam tamına 22 katı bir para.  Böyle bir para veya varlık ekonomide bulunsa bile, böyle bir miktarın kesimler arasında el değiştirmesinin makroiktisadi dengeler üzeride de dikkate alınması gereken etkileri olacaktır.Sistemden kamuya bu boyutta bir varlığın transfer edilmesi ekonomideki işlem hacmini yavaşlatıcı etkisi olabilir.

Bu miktarı Türk bankacılık sisteminin aktif büyüklüğü ile de karşılaştırabilmek de mümkün.  BDDK’nın 2021 Aralık raporunda, bankacılık sistemimizin toplam aktif büyüklüğünün 14 trilyon 344 milyar olduğu, bunun ise yukarıda bahsi geçen kurdan 747 milyar dolara karşılık geldiği görülüyor.  Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği 418 milyar dolar bankacılık sistemimizdeki aktif büyüklüğünün yüzde 56’sı.

Yine 30 Aralık 2022 itibariyle bankacılık sistemimizdeki toplam mevduat büyüklüğü 9 trilyon 155 milyar TL’dir. Bu takriben 477 milyar dolarlık bir mevduata karşılık gelmektedir. Buna bakarak, 418 milyar dolar da, ülkemizdeki toplam mevduat büyüklüğünün yüzde 88’ine karşılık geliyor. Bu para bankacılık sistemimizde mevduat olarak tutulmuş olsa, bunun hazineye ödenmesi bankacılık sistemindeki mevduatın yüzde 88’inin kaybolması anlamına gelecektir.  Elbette bunlar en uç ihtimaller. Ama işaret ettiği gerçek itibariyle böyle bir transferin mevduatlarda azalmaya, bunun da ekonomide bir likidite sorununa yol açması mümkün.  Buna “olası bir deflasyonist etki” olabilir..

Bu konu üzerinde daha fazla düşünmeye ihtiyaç var.

Herkese mutlu ve sağlıklı bayramlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.