Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Berrin Sönmez yazdı: Seçimin afakını sarmış gökkuşağı

Bakanların, bakanlık bütçesiyle seçim kampanyası yürütebileceği şekilde istifa ettirilmeden -pardon- görevden affedilmeden milletvekili adayı yapılması, seçim güvenliğinin tabutuna çakılan son çivi gibiydi. Seçimlere 15 gün kalmışken iktidarın, giderek tırmandırılan dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı seçim propagandasına sığındığı görülüyor. Kısaca “paçalar tutuşmuş” tespitiyle kestirip atılacak bir tablo çiziyor iktidar. Ancak sadece seçim yarışıyla, sadece muhalefetin kazanma olasılığıyla paniklemenin ötesine geçip insana, cana zarar verici hal aldı AKP ileri gelenlerinin söylemleri. Son günlerde meydanları ve salonları doldurup gündeme damga vuran ve toplumu birbirine karşı kışkırtma potansiyeli de yüksek ağır hakaretler en üst düzeyden oturma odalarımıza doluyor. Kısmen Erdoğan’ın geçirdiği rahatsızlığın gündemdeki yerini azaltmakla vazifelendirildikleri intibaı yaratan “çaresizce” çırpınışları, seçimin ötesinde ileriye dönük hesapların ifşası niteliğinde görmek de mümkün. Her halükârda seçim kazanmak için “kime bırakacaksınız” sözünün çağrıştırdığı “benden sonrası tufan” anlayışıyla topluma maddi-manevi her türlü zararı vermeyi göze aldıklarını söylemek hiç abartı olmaz. Bu ülkede demokrasinin, insan haklarının, hukukun izini tozunu bırakmamaya yeminli gibi iktidar adına konuşanlar.

Örneğin İçişleri Bakanı ve AKP milletvekili adayı Süleyman Soylu, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Alevi” videosundan iktidarın ne denli rahatsız olduğunu gösteren sözler sarfetti. Aklının estiği, elinin erdiği her yere terör yaftası yapıştırmakla maruf ve uzun zamandır CHP’lilerin dilinde “suç işleri bakanı” olarak anılan Soylu, bu bağlamda kültürel terör kavramı kullanmış. Hani Erdoğan’dan önce kadın yoktu, buzdolabı da yoktu ya tıpkı bunun gibi Alevi’yim diyen de yokmuş, inanırsanız. “Olmasaydın olmazdık” mı dedirtecekler insanlara, tuhaf şey. Gerçi Erdoğan olmasaydı olmayacak şeyler var tabii. İktidara geldiğinde Hazine’den milli servetin dışa akıtılmasına yol açan delikleri tıkadı amenna! Bankalardan toplumun kaynaklarını vampir gibi emen hortumları da kesti eyvallah! Kestiklerinin ve tıkadıklarının yerine çok kısa sürede boru hattı döşedi. Milli servet Hazine’ye bile giremeden döşenen o boru hattından yandaşa gürül gürül akıtılıyor ya işte bu icat daha önce kimsenin aklına gelmemişti. Olmasaydı olmazdı diyebileceğimiz bu mesele bir bahsi diğer ve erbabına havale ederek Soylu’ya dönelim. 

Bu topraklarda tarihsi hayli uzun Alevi-Sünnî gerilimini, son derece insani ve herkesi kucaklayan yaklaşımla kısacık bir video kaydında dile getirip tabuları yıkması, Kılıçdaroğlu’nun büyük başarılarından birisi. Haliyle üzdü iktidarı. Nasıl üzülmesinler, nasıl kızıp köpürmesinler ki, en çok sevdikleri oyuncak ellerinden alındı. Tuhaf olan toplumsal barışa katkısı tartışılmaz ölçüde önemli olan bu videodaki sözlere kültürel terör demek, bir seçim kazanmak için dahi söylenmeyecek siyasi sorumluluk gerektirir. Şaşırmadık demek durumu anlamakta yeterli olmayışın ötesine geçip aslında şaşırma yetimizi yitirmenin, iktidarın bu sorumsuzluk mertebesine yükselmesindeki payımızı düşündürmeli. Kanıksamak kötü şey kısacası. Tarihi temelleri olan bir toplumsal ayrışmayı, ayrışma ve çatışma odağı olmaktan çıkarma potansiyeli yüksek sözlerin, bir içişleri bakanınca icat edilmiş kültürel terör kavramıyla ilişki kurup ağzından köpükler saçarak eleştirilmesi. Bunun kanıksanacak yanı olamaz. Seçmen aklıyla alay etmeyi alışkanlık haline getirmiş AKP’lilerin bu sözler karşısındaki savunmasını tahmin etmek de zor değil. Hemen özrü kabahatinden büyük dedirtecek şekilde “Ama kültürel terör kavramını LGBTİ+ politikası için kullandı” şeklinde akıllara seza, vicdan kanatacak bahaneler üretmekten gocunmazlar, biliyorum. İnsanların yaşam hakkına yönelik büyük bir tehdit ve toplumsal gerilimi tırmandırma riski, bir içişleri bakanı tarafından aynı konuşma içinde ve öfkeli sözlerle topluma empoze edilirken topluma, insanlık bilincine verilen zarar umursanmıyor. Seçim kampanyasında dile getirildiği için de kazandığı takdirde yapacaklarının vaadi niteliğinde.

Alevi videosundaki o dengeli mesajlara cevap üretme becerisi olmadığı için “Kılıçdaroğlu’nun ‘Batı’nın’ emrinde LGBTİ+ getireceği” iddiasına sığınmış. Çaresizlik nasıl RTÜK’ü Kızılcık Şerbeti’ni yasaklamak için toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine sığınmak zorunda bıraktıysa, Soylu’yu da seçim sonucunu AKP lehine çevirmek için LGBTİ+ varlığına sarılmak zorunda bırakmış görünüyor. Gülsek mi ağlasak mı, denilecek işler işte. Yakın geçmişte Madımak, Çorum, Maraş katliamları yaşanmışken ve halen sık sık Alevi yurttaşların kapılarındaki çarpı işaretleri haberlere yansırken bunca sorumsuz bir içişleri bakanı, milletvekili adayı konuşması, önümüzdeki on beş günü nasıl etkiler sorusunu hatırdan çıkarmak mümkün değil. Ve LGBTİ+ varoluşuna sahip arkadaşlarımızın, yurttaşlarımızın yaşamı, yaşam hakkı yok sayılıp varlıkları bir içişleri bakanı tarafından şiddet faillerine hedef olarak gösterilip aynı zamanda muhalefet liderine, cumhurbaşkanı adayına yönelik siyasi şantaj olarak kullanılmak isteniyor. Gel de “suç işleri bakanı” isimlendirmesine itiraz et, mümkünü yok. Vekil adayı olmadan önce işinin başındayken de işini yapmıyor, erkek şiddetini önlemek için gerekli 6284 sayılı yasayı etkin uygulamıyordu. Üç yılı aşkın süredir her ay yükselip neredeyse kadın cinayetleri sayısına ulaşan şüpheli kadın ölümleri kategorisi, AKP ve Soylu’nun devr-i iktidarı için belirgin özellik oldu. İktidarı kaybetseler de bu özellikle anılacaklar, kaçarı yok. Şüpheli kadın ölümleri dosyalarında yeterince soruşturulmayan kadın cinayetleri olacağı gibi büyük kısmının da üstü örtülen, faillerin cezasızlıkla ödüllendirildiği LGBTİ+ cinayetleri olduğu yönündeki kuşkular yabana atılacak cinsten değil. 

Soylu, kuşkuları giderecek açıklamalar yapmakla yükümlü bir bakan olduğu gerçeğini idrakten uzak, kerameti kendinden menkul değerlendirmeler yapmakla meşgul. “İstanbul Sözleşmesi sonrası kadına yönelik şiddet azaldı” türünden açıklamalar yapması trajikomik. Tıpkı TÜİK’in enflasyon oranlarını açıklarken topluma hesaplara esas aldıkları sepeti, sepetin içindeki ürünleri ve geçmiş fiyatları ile karşılaştıracak bir kriter sunmadığı gibi havada kalıyor Soylu’nun sözleri. Görevi olmasına rağmen şiddet verilerini düzenli tutup belli aralıklarla paylaşmıyor. Paşa gönlü çektiğinde kimi sayıları cımbızlayarak ve karşılaştırma ölçütü sunmadan iddialı cümlelerle şiddetin düştüğüne dair algı oluşturmaya çalışıyor. Çok iyi bildikleri algı yönetimi, hakikati belki bir süre perdeleyebilir ama ortadan kaldıramaz. Nitekim Cuma günü sosyal medyada yayılan bir paylaşım İstanbul Sözleşmesi’nden hukuka aykırı çıkış sonrası eril şiddetin hangi boyutlara tırmandığını ve şiddete maruz kalanların neler yaşadığını bir kere daha göz önüne serdi. Ebru Güneş, 25 Nisan günü boşandığı erkek olan Ahmet Göktaş tarafından ateşli silahla vurularak öldürülmüştü. Tokat-Turhal’da gerçekleşen kadın cinayeti sonrası Cuma günü Ebru Güneş’in kızkardeşlerine vasiyet gibi emaneti çıktı ortaya ve sosyal medyada gündem oldu. Ebru Güneş kendi adaletini arayacağından emin olduğu kadınlara bir fotoğraf bırakmıştı. Kendisini en iyi gösteren, en sevdiği fotoğrafını kadınlara emanet ediyor, cinayetten sonra toplumun kendisini bu fotoğrafla tanımasını istiyor. “Eğer bir gün bu adam beni öldürürse…” diyerek not bırakıyor kadınlar. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonraki şiddetle mücadelede vaziyet ve manzara-i umumiye Ebru’nun notunda ayan beyan seçiliyor. Soylu’nun iddiaları havada kalıyor. 

Ve tam da bu nedenle seçim kazanmak için nefret söylemini kendilerine şiar edinenlere inat, seçimin ufkunu gökkuşağının çevrelediğini söylemek mümkün. Kadınlara, çocuklara, LGBTİ+’lara yönelik erkek şiddetini insan hakları ihlali olarak görmekten çıkmış olan iktidara böyle bir cevap gerekir elbet. İnsan haklarını çiğneyen ve bundan sonra daha şiddetli bir yönetim anlayışıyla insan haklarını yok edeceğini vaat eden seçim kampanyası, bir çaresizliğin ürünü ama hiç de çare olacak gibi görünmüyor. Çünkü özellikle son günlerde gerçekleşen 21 ildeki ev baskınlı 150 kişiye yakın gözaltı operasyonu, bölgedeki sandık güvenliğiyle ilişkili. Gözaltına alınanlar arasında seçim güvenliği üzerine çalışanlar da bulunuyor. Sandık güvenliğinin haberini yapacak, hukuki işlemleri yürütecek kişilerin alandan çekilmesi anlamına geliyor bu gözaltılar. Bir başka deyişle HÜDA-PAR kod adlı Hizbullah militanlarına sandık güvenliği konusunda alan açma teşebbüsü. Seçim öncesi topluma yönelik büyük bir kıskaç operasyonu, her yönden sıkıştırılıyor gibiyiz ve bu iktidarı kaybetme korusunun eseri.

e-posta: berrin.sonmez@hotmail.com

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.