Göksel Göksu yazdı: İzmir’de ölen 5 kardeş Belçika’da doğsa yaşar mıydı? 

Yazının başlığındaki sorunun muhatabı Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş. Nedeni, Göktaş’ın Belçika’da doğup büyümesi, hatta orada 2 dönem de milletvekilliği yapmış olması. Belçika’yı da biliyor Türkiye’yi de. O nedenle bir kez daha sormalı: Devletin kapısına 18 kez gittiği bir barakadaki bakıma muhtaç 5 kardeş, Belçika’da olsa hayata tutunur muydu?  Velev ki onlar da başaramadı 5 çocuğa ölüm yerine, yaşadığı toplumla barışık bir gelecek sunmayı; o bakan üzüntüsünü bildirmekle yetinip görevine devam edebilir miydi? 

5 kardeşin ölümü bir yüzleşmenin de kapısını araladı bu haliyle.

Kıymanın kilosunun 400, sütün litresinin 90 liraya dayandığı bir ülkede barakaya sığınan ve elektrikli sobayla ısınmaya çalışan, babanın cezaevinde olduğu, annenin hurda toplayarak çocuklarını doyurmaya çabaladığı yedi kişilik bir aileden söz ediyoruz. O aile artık iki kişiden ibaret. 5 çocuğun 5’ide hayatta değil artık.

Samimiyetle yüzleşelim. 

5 çocuğun fotoğrafına baktınız mı hiç? Baktıysanız sizin de yüreğiniz dağlanmış olmalı. Aranızda anneyi suçlayanlar da olmuştur, “Be kadın küçücük çocukların üzerine kapıyı kilitlemek de nedir? Niye yalnız bıraktın el kadar bebeleri o evde?”

Kiminiz de kendisi de kadın olan bir milletvekili yani Özlem Zengin’in penceresinden bakıp “Burada annenin de hayat tarzı işte, acılı günde söylemek istemiyorum…” sözleri karşısında sükut ettiniz. Bu acımasız cümledeki imayı herkes kendi hayal gücü doğrultusunda ayrı bir yere çekmiş olmalı. Bu yargılayan, inciten, ötekileştiren ama en önemlisi sorumluluğu üzerinden atıp beş evladını kaybetmiş bir anneyi hedefe oturtan bu üslubu yadırgayanlar da oldu şüphesiz.

Sorular birbirini izledi: “Uyguladığınız politikalar sonucu doğum kontrol seferberliği rafa kalktı, her kesin 5 çocuk doğurmasını istediniz ama 5 çocuğa bakacak sosyal refahtan mahrum bıraktınız aileleri. Birer yaş arayla 5 çocuk doğurmuş o da!”

Kimi de neden kürtaj yaptırmamış, neden bakamayacağı kadar çocuk doğurmuş diye hayıflandı, devlet hastanelerinde uzun yıllardır fiilen kadınların kürtaj yaptıramadığı, kürtajın bile varsıl kesimlere sunulan bir ayrıcalığa dönüştüğü gerçeğini göz ardı ederek. 

Asıl soruyu soranlar da oldu elbet, dillere pelesenk olan deyişle “Nerde bu devlet, nerde bu millet?”

Devletin işleyişine kafa yoranlar şöyle sordu: “Yoksula sadaka veren değil, yoksullukla mücadele eden, gelir dağılımını düzenleyip vatandaşların temel ihtiyaçlarına asgari düzeyde güvence veren, yaşam koşullarını iyileştiren, herkesi ve her kesimi kanatlarının altına alıp sağlık, eğitim, barınma güvencesi veren sosyal devlet bu çocukların değil ölümüne, ölüme yaklaşmasına izin verir miydi?” 

O politikaları hayata geçirmekle yükümlü olan Mahinur Özdemir Göktaş’ın üzüntüsünden, Özlem Zengin’in anlattıklarından anlıyoruz ki onların meseleye bakışı epey farklı. 

Annenin yaşam tarzı nedeniyle “öteki” tarafta tutulduğu izlenimi veriyor sergilenen tutum.

Ailenin sosyal yardım aldığını söyledi Zengin, doğru veya değil. Belli ki sosyal yardım derken “para desteği” verildiğini ima ediyor. Yaşadıkları barakaya, annenin hurda satmasına, babanın cezaevinde olmasına, kadının çocuklarını eve kilitlemek zorunda kalmasına bakılırsa başka bir destek almadıkları ortada. Olsa şimdiye kadar çoktan açıklanırdı zaten.

En çok da “yetkililer evi on sekiz defa ziyaret etti” sözüne takılıyor insan. Adına ziyaret denilmesinin özel bir anlamı var mı? Yani sadece ziyaret mi ediyorlar yoksa destek vermek üzere mi kapısı 18 kez çalınıyor ailenin. Kim gitti ziyarete, gidenler sosyal hizmet uzmanı mıydı, ziyaret sonrası ne gibi önlemler alındı, hangi sorun nedeniyle neden 18 kez gidildi o barakaya ve ne tür destekler verildi aileye? 

Çocukların devlet korumasına alınmak istendiği ancak ailenin buna izin vermediği söyleniyor. Belli ki çocuklar ile ilgili yolunda gitmeyen bir şey varmış ve gördükleri her neyse barakaya 18 kere gidilmesini gerekli kılmış… 18 kez çocukları koruma altına almak isteyip 18 kez reddedilp sonra da ailenin kararına boyun eğmek zorunda mı kaldı giden uzmanlar? Şüphesiz öyle değildir ama eve kaç kez gidildiği sayı vererek kesin bir dille ifade edilebildiğine göre her defasında rapor da tutulmuş olmalı.

Bu durumu kime rapor ettiler, bağlı oldukları birimin başındakiler ne yaptı? Sorular dönüp dolaşıp o birimin en tepesindeki Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’a uzanıyor. En baştaki soru hala geçerli. Göktaş Belçika’da bakan olsaydı ve kapısını 18 kez çaldıkları evde 5 çocuk ölseydi hala bakan olarak görevine devam edebilir miydi? 

Belçika’da bakıma muhtaç çocuklara devlet nasıl el uzatıyor, sistem nasıl işliyor?

Kocası cezaevindeyken 5 çocuğunun karnını doyurmak için çalışmak zorunda kalan bir anneye iş olanağı sunuyorlar mı oralarda, yoksa çalışamadıkları zaman diliminde işsizlik maaşı mı alıyorlar? Anne çalışırken çocuklar nerede kalıyor, kreş desteği var mı? Yaşları 1 ila 5 arasında değişen bakıma muhtaç çocukların sağlığa, eğitime erişimi, dengeli ve düzenli beslenmesi nasıl sağlanıyor, barınma sorunu var mı oralarda da? 

En çok da şunu merak ediyorum…

5 kardeşin fotoğrafına baktığında kimler farketti çocukların son nefeslerini verdiği baraka ile örtüşmeyecek kadar sağlıklı ve gürbüz olduğunu önceden. Bir aile nasıl bu hale geldi?

Ve son soru: Giderek yoksullaşan, yoksullaştıkça çaresizleşen bilmediğimiz daha kaç aile var, biliyor muyuz sayısını?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.