Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cengiz Özdemir yazdı: Beşiktaş’tan Tophane’ye bir yürüyüş-3

Bu yazı dizimizin üçüncü ve son bölümünü Salıpazarı-Tophane hattına ayırdım. İlk yazıda Beşiktaş ve çevresi, ikinci yazıda Dolmabahçe-Fındıklı arasını yazmıştım. Salıpazarı yakın zamana kadar şehrin limanı, antreposu idi. 1980’li yıllarda tanımaya başladığım bu semtin üniversite hayatım boyunca ve sonrasında nasıl bir değişime uğradığına bizzat şahidim. 1980’li yıllarda şehrin “kamyoncu yatağı” sayılan semt zamanla limanların şehir dışına taşınması kararıyla hızla boşaldı. Devamında 2000’li yılların sonunda gündeme gelen Galataport Projesi’nin hayata geçmesiyle hızlı bir değişim geçirdi. Oysa bu bölge Osmanlı’nın son yıllarından 1970’lere kadar bilhassa nakliyat sektöründe çok büyük sınıfsal hareketlere yataklık etmiştir. Hamallar, kamyoncular vb. sektör aktörlerinin II. Meşrutiyet’ten itibaren yürüttükleri sınıfsal mücadeleleri Noemi Levy-Aksu ile yaptığımız bir yayında konuşmuştuk.

Bununla bitmiyor, Salıpazarını biraz geçince yolun karşısında artık küçük bir bakiyesi kalan Tophane-i Amire tesisleri gerek Geç Osmanlı, gerek erken cumhuriyet dönemlerinde çok önemli işçi hareketlerine tanıklık etti. İmalat-ı Harbi Osmani işçileri kurtuluş savaşında işgal edilen İstanbul’dan Ankara’ya ilk giden kafilelerde yer aldılar ve Kurtuluş Savaşı’nda Ankara’da büyük yararlılıklar gösterdiler. Bunların bir kısmı işçi-milletvekili olarak birinci Meclis’te yer aldı. Kurudukları imalathanelerle mühimmat ve silah üreterek, o dar zamanlarda mucizeler yarattılar.

Tophane-i Amire’nin temelleri Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden hemen sonra atıldığını biliyoruz. Sonrasında Kanuni döneminde ve 18. yy.’da çeşitli değişiklikler geçirmekle birlikte Ukrayna’dan İran sınırına kadar tüm kuşatma harekatlarında burada dökülen toplar ve mühimmatlar kullanıldı. 19. yy. başında sultan II. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdığında burada bir askeri okul inşa ettirdi ve bir makam olarak Tophane Müşirliğini kurdurdu. Bu askeri okulun bahçesine bir de meydan saati diktirdi. Bu meydan saatinin biraz büyüğü olan Dolmabahçe Meydan Saati’nden geçen hafta bahsetmiştik. Bu saatin etrafında inşa edilen topçu talim kışlasının fotoğrafları günümüze kadar ulaşmıştır. 1908’de kapatılan topçu okulunda 1908’e giden yolu açan epeyce ittihatçı subay yetişmiştir. İttihatçılar iktidara gelince şehrin ortasında kalmış bu kışlanın yaratacağı tehlikeleri görmüş olmalılar.

Kişi kendinden bilir işi derler ya, onun gibi.

Tophane’nin son müşiri ve Abdülhamit’in has adamı Zeki Paşa, ittihatçı talebelere çok sert davranmadığını Murat Belge “Boğaziçi Yalılar ve İnsanlar”da yazar. Müşir Zeki Paşa dönemin ruhuna uygun olarak çok zengin olmuş ve Rumeli Hisarı’nda kendi adıyla anılan ve bana göre bir çirkinlik abidesi olan Boğaz’ın ilk yalı apartımanını dikmiştir.

Topçu Kışlası cumhuriyetten sonra bir ara Ford otomobilin Türkiye deposu ve hafif montaj alanı olmuştur. Sonrasında yerini antrepolara vs. bırakmış, günümüzde şehrin mutena mekanlarının sıra sıra dizildiği bir alana evrilmiştir. 1980’lerde Galata Köprüsü altındaki birkaç nargilecinin, 90’larda köprünün kapatılması ve geçirdiği bir yangın neticesinde Tophane’ye taşındığını biliyoruz. Hem köprü altında, hem Tophane’de Ümmü Gülsüm Erzurum çayevinin düzenli bir müdavimi olarak, zaman içinde Tophane’den hızla uzaklaştığımı hatırlıyorum. Ne içilen şey nargile, ne gelen tipler nargileciydi. Çayın, çorbanın, nargilenin, insanın hızla yozlaştığı, bozulduğu bir süreç yaşadık, hâlâ da yaşıyoruz.

II. Mahmut vaka-ı Hayriye’den sonra sadece kışla yaptırmaz, hemen yanı başına da Nusretiye Camii’ni inşa ettirir. Yeniçerilere karşı kazandığı zaferin anısına bu ismi koyduğu malumdur. Cami, Boğazda’ki barok cami dizisinin müstesna örneklerinden biridir. Mimarı Krikor Balyan’dır. Kalem gibi yivli minareleri, korint tarzı bezemeleri, S kıvrımlı dönüş detayları ile Osmanlı neo-barok mimarisinin en güzel örneklerinden biridir.

Tophane Meydanı’nda Lale devrinde başlayan ve I. Mahmut devrinde hızla süren meydan çeşmesi yaptırma modasının bir örneği olarak Tophane Meydan çeşmesiyle karşılaşırız. Aslında meydan çeşmesi yaptırmak, Kağıthane gibi mesire alanlarını “şenlendirmek” bir devlet politikasıydı. Hayatın hızla modernleştiği, dış dünya ile ilişkilerin güçlendiği bir çağda halkın evden sokaklara davet edilmesinin bir parçasıydı meydan çeşmelerinin inşası. Bu çeşmeler mutlaka anıtsal bir mabedin yakınında ve etrafındaki ticari faaliyetle şehrin yeni röper noktaları olmuştur. Bizdeki meydan çeşmelerinin İtalya’daki “piazza”lardan bir farkı teorik olarak yoktur. Bu çeşmeler şehrin yeni çekim mekanları olmuş ve içinde bulundukları meydanlara ve semtlere hayat vermiştir. Özelikle Lale devriyle başlayan bu akım I. Mahmut ile zirveye ulaşmıştır. Bendeniz I. Mahmut’a “sucu” Mahmut derim. Çünkü şehrin pek çok meydan çeşmesine cevaz vermiş, Taksim su şebekesini inşa ettirerek susuz Pera bölgesinin kaderini değiştirmiştir.

Tophane Meydan çeşmesi döneminin barok estetiğine uygun olarak olağan üstü zarif bezemeleriyle geleni geçeni selamlar.

Hemen arkasında yer alan “küçük Ayasofya” diyebileceğimiz Kılıç Ali Paşa Camii ise Tophane’ye hakim yapısıyla yüzyıllardır ayaktadır. Sinan’ın geç dönem eserlerinden biri olan caminin (bitimi 1580) banisi bir devşirme olan Kılıç (Uluç) Ali Reis’tir. Çekirdekten denizci olan reis, hayatında gemiye binmeden kaptan-ı derya olan bazı karacı paşaların aksine ömrü denizlerde geçmiş bir deniz kurdu idi. Bu bilgeliği sayesinde tamamen bir felakete dönüşen İnebahtı hezimetinde kendisini dinlemeyen paşaların aksine donanmanın sol tarafını kurtarmayı becermiştir. Bu başarısından dolayı da kaptan-ı deryalığa kadar yükselmiştir. Bu cami tam bir yalı camisi idi. Yüzyıllar içinde denizle bağlantısı koptu, epey içeride kaldı. Yapıldığı dönemde denize ahşap kazıklar çakarak zemin iyileştirmesi yapıldığı biliniyor.

Caminin plan tipi ve oranları neredeyse Ayasofya ile bire bir aynıdır. Bunun nedenini Uluç Reis olduğunu söyleyenler de var, Mimar Sinan’ın tercihi olduğu söyleyenler de var. Rivayet muhtelif. Sinan bu camiyi yaparken yanına bir medrese, bir hamam ve bir türbe yaptırmayı ihmal etmemiş. Uluç Reis halen türbede medfundur. İlginç olan caminin hamamının kubbesinin cami kubbesinden geniş yapılmasıdır. Bu hamam popüler Osmanlı geç dönem kabadayılık hikayelerinde adı çok geçen bir mekandır. Refi Cevat, Reşat Ekrem, Ahmet Rasim gibi yazarlar buralardaki değişik eğlence hayatını yazmışlardır. Tabii bölgenin liman olması, kozmopolit yapısı, bu hayatın en önemli sebeplerindendir.

Dün olduğu gibi bugün de öyle değil mi?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.