Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Ekonomide sona doğru

İnsan bir ekonomi için neden böyle düşünür ki?

Çünkü o ekonomide enflasyon almış başını gitmiş. Ama onunla mücadele edecek ciddi bir muhatap kalmamış.

Döviz kurları bir gün sakin, arkasından tekrar hareketlenmiş ve her bir hareketlenmesi sonunda bir önceki seviyesini aratır durum gelmiş. Yine bunun önüne geçecek, kurları istikrara kavuşturacak bir muhatap ortalıkta kalmamış. Sanki ekonomi sahipsiz, insanlar kendi kaderlerine bırakılmış.

TL talebine istikrar kazandırmaktan sorumlu Merkez Bankası mücadeleyi bırakmış, havlu atmış. Tıpkı bir mirasyedi gibi, birikmiş rezervleriyle günü kurtarmanın telaşına düşmüş. Sanki yarın o birikimlere hiç ihtiyaç duymayacakmış gibi harcamaya başlamış.

Yapacağı hiçbir şey yokmuş gibi, kendi görevlerini başkalarına devretmiş bir Merkez Bankası’yla karşı karşıyayız. Aktör olmak yerine seyirci olmayı tercih etmiş.

Maalesef ortaya çıkan resim iktidarın ekonomide günü kurtarmanın peşinde olduğunu düşündürüyor insana. Yarını düşünmeden, iktidarda kalmasını sağlayacak seçimlere kadar durumu idare etmeye çalıştığının izlenimini veriyor kamuoyuna.

Oynadığı maçın resmi süresi biterken, maçtan puan çıkarmayı hedefleyen ve maçı birkaç dakikalık mücadeleye sığdırmaya çalışan bir futbol takımı gibi, çabalıyor duruyor ekonomide. Ama bir türlü o sonuç gelmiyor. Ancak oyuncular yorgun. Takımın başındakilere olan inançlarını yitirmiş halde maçın bitmesini bekleyen oyuncular kalan son güçleriyle, kaptırdıkları topu geri vermeye niyeti olmayan rakiplerini sahada kovalamaya çalışıyorlar. Seyirciler ise oyuncuların tükenişini seyrederken, bu oyunun nasıl sonuçlanacağını merak etmekteler.

Geçen yılın sonbaharında, en azından o günkü gelişmelere bahane olsun diye bir ekonomik model tartışması vardı ortada. Önceleri farklı farklı isimleri denedikten sonra, “Türk Tipi Büyüme Modeli” dediler bu modelin adına.

Aslında çok da özgünlüğü olmayan bu model hem başka ülkelerde hem de önceki yıllarda Türkiye’de kullanılmış bir modeldi. Ancak her şeyde olduğu gibi bu konudan da kendine özgü bir fayda çıkarmaya çalışan AKP iktidarı, bu modelin geçmişle olan bağını kopartıp, ekonomide kendi sahip olduğu yetkinliğin bir ürünü, orijinal bir modelmiş gibi bir algıyı kamuoyunda yerleştirmeye çalıştı. Ancak iktisadi söylemin muhataplarının sıradan halk olmaması, iktisat kamuoyunun bu model kurgusu hakkında çok daha bilgili olması, dahası bu modeli kurgulayan AKP’li uzmanların yetersizlikleri nedeniyle, Türk Tip Büyüme Modeli yeterince inandırıcı bulunmamıştı zaten.

Aslında model bahaneydi. Ana amaç; o günlerde düşürülmeye başlanan faizlerin yol açtığı enflasyon ve kur artışlarına, sözüm ona “inandırıcı” bir gerekçe sunabilmekti. Yüksek kur ile ihracatın dünyada daha rekabetçi yapılması, bu şekilde ülkenin ihracat gelirlerini arttırılması sağlanmaktı niyet ama ekonominin ithalata bağımlılığı düşünülmemişti.

Hem bu şekilde artan dış talep ekonomide büyümenin de motoru olacaktı. Bir yandan dış talep, öte yandan iktidarın desteklemeden bir türlü vazgeçmediği iç talep artışlarıyla, yüksek büyüme oranları yakalanabilecekti. Sanki aynı üretim kapasitesiyle tüm bunlar yapılabilirmiş gibi…

Sonucu enflasyon ve yüksek kur olsa bile elde edilebilecek yüksek büyüme ile insanların gelirlerinde de artış sağlanabileceği bekleniyordu.

Aynı zamanda böyle bir model enflasyonla mücadelenin de yenilikçi bir yolu olarak pazarlanmaya çalışılmıştı o günlerde. Sözüm ona cari açığın kapanmasını sağlayacak olan ihracat artışları, TL’nin değerlenmesine imkân sağlayacak ve bu da ithal maliyetini düşürerek genel fiyatlara olumlu bir gelişme olarak yansıyacaktı.

Ancak bu model çok kısa sürede “iflas” etti. Cari açık artmaya devam ederken, ekonominin döviz ihtiyacı arttı. Kurlar kısa süreli istikrarın ardından tekrar yükseliş trendine girdi. Dahası artan ithalat fiyatları bırakın dış ticaretten kar etmeyi, zarar etmemize yol açmaya başladı. Tabii tüm bu gelişmeler TL talebinin daha da istikrarsızlaşmasına neden oldu. TL’den kaçış hızlanırken, vatandaşın dövize yönelimi başladı. Bu arada TCMB sadece gelişmeleri seyretmeyi tercih etti.

Artık ülkenin geneli için refah üretmeyi vaat eden ne bir ekonomik modelimiz ne de bir iktidar var. Bugünlerde iflas etmiş eski modelin yerine yeni bir model koyma ihtiyacını bile hissetmiyorlar. Sanki mevcudun dayandığı tüm beklentiler karşılanmış ve bu modelin hala bir başarı şansı kalmış gibi devam etmeye çalışılıyor. Ne para politikasından ne de izlediği maliye politikasından ödün verilmek istenmiyor.

Ancak en dramatik olanı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası gibi enflasyonu kendine dert edinmesi gereken, ülkemizin en önemli ekonomi kurumu kendini bu gelişmelerden muaf tutuyor. Bir kenarda bekliyor. Özellikle son zamanlarda kurlarda görülen aşırı dalgalanmaları döviz satmak dışında hiçbir araca başvurmadan engelleyebileceğini düşünüyor. Negatif rezerv miktarının yarattığı risklerden bihaber gibi, bir de elindeki para politikası araçlarını kullanmayı erteliyor. Aynı en son para politikası kurulu sonrasında faizlere dokunmadıkları gibi.

Biz iktisatçılar için etkin bir para politikasının icrası için para talebinin istikrarı önemlidir. Bu istikrarı elindeki araçları kullanarak sağlamak ise TCMB’nin görevidir. İstikrarı olmayan bir talep üzerinden izlenecek para politikasının sonuçlarının ne olacağını kestirebilmek son derecede zordur. O nedenle para talebinde istikrarın sağlanması önemlidir.

İlginçtir ki geçen aralık ayından beri TCMB para talebini istikrara kavuşturma işini, yani kendi yapması gereken işi Hazine’ye devretmiş durumda. TL’de kaçışın hızlandığı, TL talebinin düştüğü her durumda Hazine meydana çıkıyor, kendi üzerine ek mali yük getiren birtakım finansal aracı piyasaya sürerek, TL’nin talep edilebilirliğini arttırmaya çalışıyor. Oysa bu öncelikle TCMB’nin işi, Hazine’nin değil.

İyi de bunun çok daha ve hatta maliyetsiz bir yolu var. TCMB kendi kontrolündeki faizleri arttırarak aynı işi daha az maliyetle yapabilir. Ama bundan özenle kaçılıyor. Peki, bunun sonucunda faizler düşük mü kalıyor? Kesinlikle hayır. Hazine giderek artan oranda faiz yüküyle karşı karşıya kalıyor.

Zaten aralık ayında meydana gelen şokta Kur Korumalı Mevduat (KKM) bu amaçla çıkartıldı. Ama geldiğimiz noktada bu sorunun çözümünde yeterince işe yaramadığı görüldü. Kurlar şimdi yine artmaya başladı. Bu kez Hazine’nin enflasyona endeksi tahvil çıkarması gündemde. Bunun da hazine üzerinde ihmal edilemeyecek boyutta yük doğuracağı kesin. Maalesef bu maliyetler gelecekte ülkemizdeki vergi mükellefleri tarafından karşılanacaktır.

TL talebinin istikrarından TCMB sorumludur. Banka bu sorumluluğunu ivedilikle yerine getirmelidir.

İşte bu nedenden dolayı biz iktisatçılar merkez bankalarının siyasi iradeden bağımsız olmasını savunuruz. Zira bu olmadığında sapla saman birbirine karışıyor. Toplum hiç hak etmediği maliyetlere, hem de orantısız bir şekilde maruz kalıyor. Sorumluluklarımızdan kaçarak ekonomiyi idare edebilmenin imkânının kalmadığı her geçen gün yaşadıklarımızdan çok daha iyi görülüyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.