Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haluk Levent yazdı: Metaverse’in altyapısı – 1

Öteevren etrafında dönen tartışmanın oldukça kafa karıştırıcı olduğundan geçen yazımda bahsetmiştim. Kafa karışıklığı bir ölçüde öteevrenin nerede başlayıp nerede bittiği ile ilgili sınırların bulanıklaşmış olmasından kaynaklanıyor. Yazılan metinlere ve çekilen videolara baktığımda içinden çıkmakta zorlandığımı söylemeliyim. İlk altını çizmek istediğim nokta öteevrenin kaçınılmaz bir olgu, hayatımızı bundan sonra onsuz sürdüremeyeceğimiz bir büyük teknolojik devrim olduğu yönünde yapılan yoğun propaganda.

Ben ise en baştan beri, dünyada bize cenneti yaşatacağını ima edilen öteevren dünyasının “tırışkadan hayat” olduğunu düşünmekteyim. Tırışkadan hayat kavramını yakın zaman önce kaybettiğimiz önemli antropolog ve anarşist aktivist David Graeber’in “Tırışkadan İşler (Bullshit Jobs)” kitabına adını veren kavramdan türettim. Burak Esen’in daha kitabın başlığında kendini hissettiren mükemmel çevirisi ile Türkçe’ye kazandırılan bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.

Graeber’e göre tırışkadan iş “işi yapanın dahi bu iş şu yüzden elzem diyemediği ama istihdam koşulları gereği öyle değilmiş numarasına yatmak zorunda hissettiği, dibine kadar manasız, gereksiz yahut habis bir ücretli istihdam türüdür“.  Tırışkadan işlerin Graeber tarafından kitapta ortaya konan altı farklı türü var ama biraz üzerinde düşünüp, gözlem yapınca artırmak mümkün. Elbette teknolojik gelişmelerin üretim sürecinde yaratmakta olduğu dönüşümler ile tırışkadan iş türleri arasında bir bağ kurulabilir, yani yenilerinin ortaya çıkması mümkün.

Zaten Graeber, kitabın girişinde Keynes’in meşhur, teknolojik gelişmeler ile zorunlu haftalık iş saatleri arasındaki doğrulanmayan öngörüsünden bahsederek bu öngörünün doğrulanmamasını tırışkadan işlerin yaratılmış olmasına bağlar. Çalışmanın, serbest zamanı azaltan niteliği ile toplumsal kontrol düzeni içerisinde özel bir işlevi olduğundan bahsederek çok sayıda gereksiz işin yaratılmasında bu fonksiyonunun rol oynadığını öne sürer. Sanılanın aksine özel sektörde kamu sektöründen çok daha fazla tırışkadan iş olduğunu da kitabında gösteriyor; bu olgu da, çalışmanın ve ücretli çalışmanın toplumsal kontrol sürecinde fiili ve ideolojik bir işlev taşıdığının kanıtlarından biri olarak görülmelidir.

Aslında bu olguyu ele alabileceğimiz bir başka kavram seti de Marx’ta var: üretken ve üretken olmayan emek. Marx’ın çizdiği çerçevede basitçe ele alacak olursak üretken emek, sermayedar için artı değer üretme özelliğine sahip emektir. Bu özellik ücretli açısından kara talih (misfortune) sayılması gereken bir durumdur. 20. Yüzyılın gelişmiş kapitalist toplumlarında ise üretken olmayan fonksiyonlar refah toplumunun büyük bir bölümünü oluşturur. Hizmet sektörünün önemlice bir kısmı, üretken olmayan emeğin faaliyet alanı olarak, bu tür işlerden oluşur. Toplumsal refahın artışıyla birlikte bu tür işlerin sayısının ve çalışanlarının arttığını da vurgulamak gerekir. Graeber’in kitabında atıf yaptığı bir çalışmaya göre eğer tırışkadan işlerde çalışanları üretken işlere kaydırma imkanı olsa bugünkü refahı sağlayan üretim düzeyine ulaşmak için çalışma haftasının 15-20 saate kadar düşürülmesi mümkün olurmuş.

Tırışkadan iş sahiplerinin toplumsal refahın üretimine katkı sağlamadan paylaşımında yer aldıklarının da altını çizmek gerekir. Dolayısıyla, bu tür iş alanları genişledikçe aslında üretken işlerin etrafındaki “iktisadi alanın” genişlediğini, bölüşüme konu miktarın üretken alanın payını düşürecek şekilde kaydi olarak arttığını ve nihayetinde tırışkadan işlerden kaynaklanan servetin de aşırı büyüdüğünü söyleyebiliriz.  Bütün bunlar ise günümüzde gözlemlediğimiz büyük gelir ve servet eşitsizliğinin temel kaynağını oluşturur.

İktisadi alanı tırnak içine almamın nedenini de kısaca açıklamam gerekiyor. Binlerce yıldır iktisadi faaliyet Bireysel ve toplumsal ihtiyaçları karşılamak üzere kurulan toplumsal düzenin üretim ilişkilerini tanımlar. İhtiyaçların tarihsel ve toplumsal olarak içeriğinin ve kapsamının değiştiği açıktır. Refah seviyesi yükseldikçe eskiden meta ilişkisine konu olmayan faaliyetler, örneğin lobicilik, siyasi iletişim danışmanlığı vb. gibi on binlerce faaliyet meta ilişkisine konu olur (örnek olarak verdiğim işler aslında siyasi faaliyetin bizatihi kendisinin de iğdiş edilerek artık bir meta ilişkisi alanı olduğuna işaret etmektedir ama bunu ayrıca ele almak gerekir, belki sevgili Murat Sevinç Hoca bir ara vakit ayırır buna). Yaratıcı yıkım olarak adlandırılan “mucizenin” ardında bir ölçüde bu olgu yatmaktadır.

Hizmet sektörünün olağanüstü büyümesi, emek verimliliğinin artmasıyla birlikte üretken sektörlerde azalan emek talebini emmesiyle gerçekleşmiştir. Hizmet sektörünün ise ne kadarlık bir bölümünün üretken sayılması gerektiği açık değildir. Özellikle istihdam açısından konu çok karışıktır. Bir yanda, doğrudan üretim sürecini biçimlendiren otomasyon vb. gibi alanlarda geliştirilen yazılım ve benzeri faaliyetler öte yanda plajda güneşlenmekte olan süper lüks otel müşterilerinin gözlük camını silme faaliyeti. Evet yanlış okumadınız, 10-15 yıl önce Katar’da açılan ultra lüks otelde bir şekilde tatil yapma olanağı bulan arkadaşlarım yaşadıkları en ilginç olaylardan biri olarak hayretle bahsetmişlerdi. Daha da ilginci arkadaşımın, beyaz eldiveni ve şık üniformasıyla şezlongun başında dikilip gözlükleri rica eden otel çalışanının bu iş için para talep edeceğinden çekinmiş olması. Yani bir iktisadi faaliyet alanı olarak plajda gözlük silme işini yabancılamamış olmasıdır. 

Teknolojinin üretim sürecini süratle dönüştürmesi ve Marksist kavramla ifade edecek olursak üretici güçleri olağanüstü derecede geliştirmesi, artık otomasyonun tırışkadan işlerin kendisini de ikame edecek seviyelere gelmesi, hatta tüketicileri üretim sürecinin bir parçası kılabilecek kadar üretim alanını genişletmesi toplumsal kontrol alanında ciddi bir soruna işaret etmektedir. Yaratıcı yıkım olarak adlandırılan sürecin 1929 bunalımından sonra bir kez daha çalışması, yani genişleyen hizmet sektörü ile ortaya çıkan işsizlik dalgasının emilmesi mümkün değil. Sonuçta global emek talebinin düşmesi ve geniş kitlelerin üretim süreci dışına itilmeleri kaçınılmaz.

Kapitalizm açısından bu durumun ikinci kötü tarafı geniş kitlelerin, yani talebin asli unsurunu oluşturması beklenen kitlelerin gelirsiz kalmalarıdır. Bu nedenle, çalışma zorunluluğu ile minimum refah arasındaki bağı fiilen kopartan “temel gelir” politikasının sistemin sürdürülebilirliğini iş edinmiş kurumlarda kabul görmesine şaşırmamak gerekir. Fakat bu politikanın refah ile çalışma zorunluluğu arasındaki bağı fikri olarak da sarsması kaçınılmazdır. Özellikle bu bağın zenginler tarafından kopartıldığı bir dünyada. Netflix’te yayınlanan “Unexplained” belgesel dizisinin “Milyarderler” başlıklı bölümünde bir milyardere nasıl milyarder olunur sorusu yöneltiliyor. Yanıt açık: “Çalışarak milyarder olunmaz. Milyarder olmanız için başlangıç olarak 200-300 milyon dolarınızın olması gerekir. İkinci adımda da başlangıç servetinizi iyi bir şekilde yöneterek sizi milyarder yapacak başarılı bir grup danışmana ihtiyacınız var.”  Yani toplumsal koşullar en alttakiler ve en üstekiler için çalışma ile refah arasındaki bağı kopartmış durumda.     

Ortadaki geniş kesim için ise durum biraz daha karışık. Bir yandan fonksiyonel gelire sahipler, diğer yandan kapitalizmin kutsallaştırdığı çalışma kavramının kutsiyetini devam ettirmek zorundalar, yani halen refah seviyeleri ile çalışma arasındaki kutsal bağı fikren korumak zorundalar. Üstelik bunu yüksek teknolojik okur yazarlık becerisi dolayısıyla iyi bir eğitim seviyesiyle birlikte korumak zorundalar. Yüksek teknoloji üzerine örgütlenmiş toplumda üretici veya tüketici olabilmek için bireylerin ihtiyaç duydukları vasıfların birkaçı şunlardır: yaratıcı düşünme, problem çözme, grup çalışmasına yatkınlık, analitik düşünme, eleştirel düşünme…

Bu özellikleri bireylerin sadece üretim ve tüketim yaparken kullanmayacakları, toplumsal sorunlar ve toplumun örgütlenme pratiği üzerine düşünürken de kullanacakları açıktır. Bu koşullarda sözleşme özgürlüğü kavramı temelinde ideolojik olarak iyice tahkim edilmiş çalışmanın kutsallığı kavramı ve buna bağlı olarak oluşmuş hegemonya nasıl sürdürülebilir? Zuboff’un davranışsal artık ile kavramı ile taçlandırdığı gözetim toplumu belki de tek seçenek. Özellikle maddi altyapısı oluşmuş ve örgütlenme imkanının somut olarak belirdiği güçlü bir alternatif, “bolluk toplumu” varken.  

Bu açıdan bakılacak olursa, öteevren projesi (henüz tamamlanmamış teknolojik özellikleri nedeniyle proje kelimesini tercih ettim) geçen yazıda vurguladığım gibi salt bir “marketing” faaliyeti olmanın ötesinde anlam taşıyor. Davranışsal artık sorununu ele alırken gözetim faaliyetinin henüz halledemediği bir sorundan, duygular ile davranış arasındaki bağıntıdan bahsetmiştim. Öteevren projesi, bu soruna dönük olarak atılmış en ciddi adımlardan biridir. Eğer teknolojik sorunları aşar ve tarif edilen boyutlarda bir faaliyete dönüşebilirse gözetimin derinleşmesi açısından büyük bir adımın atılmış olacağı kesindir.

Meta mübadelesinin ezeli ve ebedi olarak geçerliliği üzerine kurulu, oyun ile hayatın, gerçek ile sanalın içiçe geçtiği bir ortam olarak öteevren aynı zamanda sınırsız bir deney ortamı olarak da görülebilir. Duygu ile davranış arasındaki bağın gözlemlenebileceği şokları da içeren ortamların yaratılması ve buralardaki koşullu davranışların gözlemlenmesi, Zuboff’un yeni varyant olarak tarif ettiği gözetim kapitalizmi için paha biçilmez bir yeni veri kaynağıdır. Elbette daha önce altını çizdiğim gibi bunun iktisadi kontrol ile toplumsal kontrolün aynı ellerde birleştiği bir ortamda güçlü bir gözetim ve kontrol aracı olacağı da görülüyor.

Kısaca özetlemek gerekirse, kapitalizmin teknolojik gelişmelerin yarattığı büyük dönüşüm sonucunda ortaya çıkan maddi ve ideolojik sorunların altından kalkmakta zorlandığı görülüyor. Ben bir adım daha ötede duruyor ve kapitalizmin yıkılmakta olduğunu iddia ediyorum. Ancak, bağlamından biraz kopartılmak kaydıyla Joan Robinson’ın meşhur antikomünist aforizması, “Kapitalizm tarafından sömürülmekten daha kötü tek şey kapitalizm tarafından sömürülmemektir” ardındaki tanımlamayı gerçekten doğrulayacak bir başka sınıflı topluma sıçramak da mümkün.  Gözetim kapitalizmi bunun kapısını zorluyor.

Önümüzdeki yazıda öteevrenin altyapısına devam edeceğim

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.