Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Batan gemi

Sayın Cumhurbaşkanı, pazartesi günkü kabine toplantısının ardından kamuoyuna açıklamalar yaptı her zamanki gibi. Açıklamalarının dikkat çeken kısmı ekonomi ile ilgili söyledikleri oldu. Hayat pahalılığı ve kurlardaki artışlardan bahsederken, birden ekonomi biliminin sadece matematiksel ilişkilerden oluşmadığından bahsetti. Herhalde iktisat biliminin insanı konu edinen bir sosyal bilim olduğuna dikkat çekmek istedi. Sonra anladık ki bugüne kadar uygulamaya çalışıp, bugüne değin sonuç alamadıkları iktisadi görüşlerine bahane olsun diye bunları söylemiş. Sanırım bizim ülkemizde iktisat biliminin kurallarının farklı işleyebileceğine dikkat çekmek istemiş.

Konuşmanın asıl ilginç yanı, izlenilen ekonomik politikalara vatandaştan destek istediği kısımdı. Ekonomide yaşanan olumsuzlukların, her zaman yaptığı gibi, onun yüzünden değil de, dış güçler ve dünyada yaşanan olumsuzlukların yüzünden yaşandığını belirtti. Türkiye ekonomisinin bugün geldiği noktayı da “batan gemi” metaforu ile tarif etti. Bir adım öteye giderek, “Bu gemi batarsa, birlikte batarız” diye de, durumu biraz daha dramatize etti.

Aslında bu açıkça bir çaresizliğin ilanıydı. Muktedir bir Başkan’ın, artık kontrolden çıkmak üzere olan ekonomik gelişmeleri engellemek için vatandaşı yardıma çağırmasıydı. Eğer bu duruma yol açanlar Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi dış güçlerse, onlara karşı yürütülen savaşın da kaybedilmek üzere olunduğunun imasıydı. Yoksa “batan gemi” metaforu başka neden kullanılır ki?

Aynı zamanda Sayın Cumhurbaşkanımız’ın açıklamaları üstü kapalı bir tehdit de içeriyordu. Vatandaştan (artık kimse o vatandaş!) üstü kapalı bir şekilde döviz taleplerine son vermelerini istiyordu. Bu tehdit, vatandaşın spekülatif amaçla döviz talep ettiği varsayımına dayanıyordu. Mesela döviz talebinin artmasına neden olan iktidarın aşırı büyüme arzusuna değinmiyordu. Sanki ekonomi büyürken, üreticiler üretim yaparken, ülkenin ithalat yapmaya ihtiyacı yokmuş da bu insanlar gereksiz yere ithalat yapıyormuş gibi düşünülüyor. Ya da ekonomide makroiktisadi dengeler o kadar sağlammış ki tüm nispi fiyatlar yerli yerine oturmuş, buna rağmen vatandaş gereksiz yere döviz talep ediyormuş gibi. Anladığım kadarıyla böyle bir istekte bulunan Sayın Cumhurbaşkanı ülke ekonomisindeki gelişmeleri yorumlamakta zorluk çekiyor.

Bunun nedeni nedir bilir misiniz? Sayın Cumhurbaşkanı’nın itirazına rağmen, aslında ekonomi bir bilimdir ve bu bilim bugüne kadar doğruluğu farklı ülkelerde test edilmiş birçok matematiksel ilişkiden oluşur. İktisadın bu “pozitif” yanına birazcık önem vermiş olsalardı, en azında döviz talebinin gerçek nedenleri hakkında doğru görüşlere sahip olabilirlerdi. “Dış güç” tezini kabul etseniz bile, ülke içindeki döviz talebinin bu görmek istemediğiniz ilişkiler sebebiyle, bizzat “iç güçler” tarafından oluştuğunu bilirdiniz.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın çaresizce öyle bir metafor kullanmasına yol açan, bugüne kadar yapmadıkları iş, uygulamadıkları, savurmadıkları tehdit ve suçlama kalmamışken, bir türlü dövizdeki artışın önüne geçilememesidir. Kur artışlarını önleyici müdahalelerin maliyetinin giderek artmasıdır. Şu ana kadar bir panik havası yaşanmamış olsa da mevcut haliyle bile döviz kuru tehlikeli seviyelere gelmiştir.

Ekonomi tam bir bıçak-sırtı durumda. Ufak bir kıvılcımın yol açacağı bir panik, sıradan vatandaşın da dövize hücum etmesine yol açabilir. Çok daha önemlisi, ortaya çıkan bu spekülatif hücum (speculative attack) hem bu sürdürülemez politikaların hem de iktidarın sonu olabilir. Bu boyutta ve kaynağı Türkiye içinde olan ani bir döviz talep artışını bertaraf edecek takati yok ekonominin. İşte iktidarın endişesi bundandır.

Fakat Sayın Cumhurbaşkanı aynı gemide olma metaforunu kullanırken, herkesin bu gemide benzer koşullarda yolculuk yapmadığını görmezden geliyor. Zira ülkemizdeki az sayıda bir kesim üst güvertede, büyük bir çoğunluk ise geminin alt güvertelerinde seyahat etmektedir. Bu durumu yaratan da bizzat kendisi ve uyguladığı politikalardır. İster istemez yaratmış olduğu bu durum, en azından ülkenin bir kısmını kendisinden uzaklaştırırken, söylemlerindeki samimiyetin de azalmasına neden olmaktadır. Bir inanırlık sorunu doğurmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı vatandaştan “sabır” istiyor. Sabrederken de, hafif tehditkâr bir şekilde TL’ye güven duyulmasını talep ediyor. Vatandaşın neden sabretmesi gerektiğini de anlıyoruz devam eden açıklamalarından. Zira ona göre, bu “sabrın” sonunda, bizleri “selamete” çıkaracak ekonomik modelin sonuçlarını almaya başlayacağız hep birlikte.

Uğruna sabretmemiz istenen ekonomik model geçen yılın kasım ayında kamuoyuna sunulan, cari dengeyi gözeterek büyümeyi amaçlayan ve bunu yaparken enflasyonu da düşüreceği düşünülen ekonomik modeldir. Sizin anlayacağınız “her derde deva” bir model. Malum olduğu üzere bu model TL’nin değerini düşürerek ihracatın teşvik edilmesine dayanıyor. Sürdürülebilirliği ise TL’nin değer kazanmasına izin verilmemesine bağlı.

Geçtiğimiz senenin son aylarında, bu modele itibar kazandırabilmek için önce “Çin Modeli” dendi. Kamuoyundan gelen itirazların ardından “Güney Kore Modeli” olarak adlandırıldı. Nihayetinde kısa bir kafa karışıklığının ardından model, “Türk Modeli” olarak kamuoyuna lanse edildi.

Aslında ortada başı-sonu belli, bütüncül bir ekonomik model yok. O günlerde yaşanan TL’nin değer kaybetmesine bahane bulma çabasıydı tüm bunlar. Kurdaki artışları eleştirenlere karşı, önce Çin’in yaptığı gibi ulusal para biriminin değer kaybetmesine izin verildiği, bu yolla ihracatın daha rekabetçi yapıldığı iddia edilmişti. Ardından Çin’in artan ihracat ile cari fazla veren bir ekonomi haline gelmesi örnek olarak gösterilmişti. Bu doğru. Ama Çin’in asıl bu politikayla yaptığı, emeği ucuzlatmak ve ucuz emeğe dayalı sektörlerin ihracat potansiyelini arttırmaktı. Tabii modelin bu yanı siyasi bakımdan sakıncalı görüldü.

Bu tartışmalar zamanında çok yapıldı. İlginç olanı böyle bir kur politikasıyla enflasyonla mücadele edilebileceğinin iddia edilmesiydi. O yüzden faizleri arttırıp, iç talebi kısarak enflasyonla mücadeleyi öneren geleneksel görüşlere itibar edilmedi. Cari dengelerin sağlanması, zamanla TL’nin değer kazanmasına yol açacak ve maliyet kanalı üzerinden enflasyonda düşmenin önünü açacaktı. Hatta bu görüş TCMB’nin enflasyonla mücadele politikası haline getirildi.

Peki, on ay sonra sonuç ne oldu? Cari açık 2022 yılının ilk altı ayında rekor düzeylerde artış kaydederek, toplamda 32 milyar dolar gibi bir değere ulaştı. Sonuç çok da umulduğu gibi olmadı. Yapılan “deney” başarısızlıkla sonuçlandı. Döviz talebi artmaya devam etti.

Şimdi durum böyleyken, Sayın Cumhurbaşkanı vatandaşına “TL talep et, dövizden kaçın” diyor. İyi de TL’nin değersiz kılınması bizzat kendi savunduğu ekonomi programının en önemli unsuruyken ve bu model uyarınca TL’nin sürekli değersizleştirilmesi gerekirken, vatandaş sahip olduklarının satın alma gücünü nasıl koruyacak? Bu konuda iktidar vatandaşına alternatif “değer saklama aracı” önermek yerine, zarar etmelerini, bu iktidar için sahip olduklarının bir kısmından vazgeçmelerini talep ediyor.

Neden?

Ne için?

Devletin resmi kurumu olan TÜİK’in bizzat açıkladığı finansal yatırım araçlarının reel getirilerine bakıldığında, temmuz ayı itibariyle bir yıllık mevduatın getirisi yaklaşık eksi yüzde 35. Yani 100 liranızı bir yıllık mevduata yatırdığınızda, yılsonunda 65 TL alıyorsunuz geriye. Dahası bir yıllık mevduatın reel getirisi 2020 yılının ekim ayından beri aralıksız olarak negatif. Temmuz ayı itibariyle doların getirisi ise, yüzde 13; yani pozitif. Dolara yatırdığınız 100 TL’nizi, yılsonunda 113 TL olarak alabiliyorsunuz. Allah aşkına, sırf bu resmi veriye bakan vatandaş bile parasını TL mevduatta tutmayacağını anlar.

Doğrudur… Gelişmeler geminin zor durumda olduğuna işaret ediyor. Ama bu çok daha önce zaten söylenmişti kamuoyu tarafından iktidara.

Bu koşullarda çözüm vatandaşa “sabır” telkin edip, sahip olduklarının bir kısmından, iktidar için vazgeçmelerini istemek midir?

Yoksa kaptanı değiştirmek mi?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.