Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı: Erdoğan’ın Orban’dan esinlendiği anayasa hamlesi amacına ulaşır mı?

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bu hafta başında yaptığı kamuda başörtüsü serbestisini yasal güvence altına alma hamlesi sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın el arttırıp anayasa değişikliği teklifi yapması ve paketin içine “aile kurumunu güçlendirecek düzenlemeler” ekleme isteği bu yıl Nisan ayında Macaristan’da gerçekleşen ve altılı muhalefet ittifakının Başbakan Orban iktidarına karşı hezimete uğradığı seçimleri hatırlattı. Genelde muhalefet bloğunun stratejileri üzerinden Türkiye’yle karşılaştırılan Macaristan seçimleri, bu sefer başka bir konu üzerinden gündeme gelmiş oldu.

Orban hükümeti, 2021’de meclisten geçirdiği “Çocukları Koruma Yasası”nın bir devamı olarak çocukların eğitimine ilişkin birtakım anayasa değişiklikleri yapmayı önerdi ve konuyla ilgili gerek ülke içinde gerekse ülke dışında ve özellikle de Brüksel’de birtakım tepkilerle karşılaştı. Orban, “iç ve dış mihraklara” bu konularda halkın desteğini göstermek için anayasa değişiklikleri için seçimlerle aynı anda yapılmak üzere dört soruluk bir referandum organize etti. Sorular mealen şöyle:

  1. Reşit olmayanlar için kamu eğitim kurumlarında ebeveyn izni olmadan cinsel yönelim dersleri verilmesini destekliyor musunuz?
  2. Reşit olmayanlar için cinsiyet değiştirme tedavilerinin tanıtımını destekliyor musunuz?
  3. Reşit olmayan çocuklara, gelişimlerini etkileyen cinsel medya içeriğinin kısıtlama olmaksızın gösterilmesini destekliyor musunuz?
  4. Cinsiyet değiştirme hakkında medya içeriğinin reşit olmayanlara gösterilmesini destekliyor musunuz?

Homoseksüelliği kasti olarak pedofili ile beraber ele alan, homofobik bir perspektifle hazırlandığı açık bu soruların yer aldığı referandumun neden seçimlerle aynı güne getirildiğini tahmin etmek zor değil. Tıpkı Orban’ın bu referandumla yaptığı gibi, Erdoğan da gündeme getireceği “aile kurumunu güçlendirecek” tedbirler içeren anayasa değişikliği önerisiyle bu konuyu seçimlerin ana konusu haline getirip, muhalefete karşı oyunu rahatlıkla top çevirebildiği sahaya çekmek istiyor.

Niyet belli ancak tüm Türkiye-Macaristan karşılaştırmalarında olduğu gibi burada da dikkatli olunması gerektiği kanısındayım. Gerek analistlerin gerekse muhalefetin kendisinin, Macaristan örneğinden halihazırda sahip oldukları kanaatlerini onaylamak için değil o tecrübeden birtakım dersler çıkarmak için faydalanması gerekiyor.

Örneğin aceleci bir bakışla Orban’ın referandum stratejisinin altılı muhalefete karşı kazandığı zaferde büyük bir rol oynadığı, aynı şekilde Erdoğan’ın benzer bir stratejiyle muhalefete karşı büyük bir gol attığı ve bu golün seçimlerin kaderini de etkileyebileceği düşünülebilir. Birtakım ezberlerden yola çıkılarak yapılan bu analizin pek de isabetli olmadığını anlamak için meselenin iki ülkede de nasıl ele alındığına biraz daha yakın bakmak gerekiyor.

Öncelikle uzatmadan meselenin Macaristan kısmını ele alalım. Her şeyden önce şunu söylemek lazım: Orban hükümeti referandumu seçimle aynı güne denk getirmesine rağmen bu mesele ne hedeflendiği gibi seçim kampanyasına damga vurabildi ne de referandumun muhalefetin seçimleri kaybetmesinde anlamlı bir etkisi oldu. Muhalefetin seçimleri neden ve nasıl hezimete uğrayarak kaybettiği konusuna girmeyeceğim. Bununla ilgili daha önce Türkiye muhalefetine dersler de içerecek şekilde bir yazı yazmıştım. Ancak şurası gayet açık ki referandum, bırakın seçimin ana konusu olmayı, seçim sonuçları açısından belirleyici konulardan biri haline dahi gelmedi. Nitekim seçimlere katılım yaklaşık yüzde 70 olmasına rağmen, sorulara cevap veren seçmen oranı yüzde 47-48’lerde yani yüzde 50’nin altında kaldığı için referandum geçersiz sayıldı. Orban’ın partisi Fidesz’in oyunun yüzde 53’e yakın olduğu düşünüldüğünde, soruların soruluş biçimine rağmen yıllar içinde siyasetindeki muhafazakarlığın tonu giderek artan Orban gibi bir liderin referandum konusunda kendi seçmenini bile yeterince mobilize edemediği anlaşılıyor. Bunun temel sebebi en baştan itibaren muhalefetin referandum hamlesiyle iktidarın neyi hedeflediğini fark edip, bunu afişe etmesi ve o noktadan itibaren Orban’ın amacına hizmet edecek bir biçimde bu konuyu seçimin ana konusu haline getirmeyi reddetmesi yani bir bakıma yok saymasıydı.     

Türkiye’de de muhalefet, Macaristan muhalefetinin yaptığını yaparak, teklif edeceği bir anayasa değişikliğini seçimin ana konusu haline getirebileceğini ve bununla muhalefeti tamamen paralize edebileceğini düşünen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra, ona sahip olmadığı bir güç atfederek kültürel/kimliksel meseleler üzerinden rahatlıkla çoğunluk yaratabileceğini düşünen muhalif analistleri haksız çıkarabilir.

Ancak Türkiye’nin Macaristan’dan belki daha da önemli bir farkı daha var. Rahatlıkla söyleyebilirim ki benzer otoriterleşme süreçlerinden geçen bu iki ülke arasında Macaristan henüz Türkiye kadar otoriter bir noktaya ulaşmamış olsa da (aradaki fark giderek azalıyor) ne Erdoğan bugüne kadar Orban’ın sahip olduğu gücü elde edebildi, ne de Macaristan muhalefetinin iktidar karşısında Türkiye muhalefeti kadar şansı oldu. Bu karşılaştırma birçok alanda yapılabilir. Örneğin Erdoğan’ın uzun zamandır sahip olamamaktan yakındığı “kültürel iktidar” konusunda Orban gayet başarılı. Ancak mademki anayasa değişikliği meselesi üzerinden ilerliyoruz, o zaman yasama meclisindeki çoğunluklardan hareketle iki iktidarın niceliksel gücüne bakmakla yetinelim.  

Orban 2010’da seçildiğinde mecliste 2/3 çoğunluğu almış ve zaman kaybetmeden anayasayı değiştirmişti. Erdoğan gibi bir yandan uğraşması gereken bir yerleşik düzen de olmadığı için Orban, kendi iktidarını pekiştirip devamlı kılacak tüm yasal/kurumsal adımları hızlıca atmayı hedefliyordu. Bu çerçevede aynı yıl seçim yasasında da kapsamlı bir değişikliğe giderek parçalı muhalefetin seçim kazanmasını iyice zorlaştıran bir yasa ortaya çıkardı. Nitekim 2014’te de 2018’de de ve hatta seçimleri kazansa bile 2/3 çoğunluğu kaybetmesine kesin gözüyle bakılan 2022’de de Orban bu çoğunluğu tekrar tekrar kazandı. Bu çoğunluk Orban’ın akşamdan sabaha anayasayı değiştirebileceği anlamına geliyordu ve bu açıdan çok önemliydi. Dolayısıyla seçimlerden önce gündeme gelen anayasa değişikliğinin o koşullar altında referanduma gitmesi gerekmiyordu. Orban isteseydi o maddeleri anayasaya zaten koyabiliyordu. Amaç normal şartlarda anayasal olarak düzenlenmesi hiç de gerekli olmayan bu konuyu bir kamusal tartışmaya dönüştürerek seçimlerin gündemini belirlemekti. Orban seçimleri farkla kazansa da bu stratejisi çalışmadı, anayasa da değişmedi.  

Erdoğan ise bu gibi bir güce hiçbir zaman, hatta oyunun en yüksek olduğu zaman daha sahip olmadı. O da tıpkı Orban gibi otoriterleşme süreçlerinin kritik adımlarını anayasa değişiklikleriyle atsa da bu değişiklikleri yapmak Erdoğan için çok zorlu ve her durumda yıpratıcı mücadelelere mal oldu. Sonuç olarak Erdoğan Türkiye’yi, Orban’ın Macaristan’ı getirdiğinden daha otoriter bir noktaya getirdi ama aslında onun sahip olduğu güce hiçbir zaman sahip olmadı. Zaten daha sert bir otoriterleşme süreci, kısmen de bu güç eksikliğinin sonucuydu. Nitekim Erdoğan’a göre Orban’ın siyasi geleceği halen görece uzun ve parlak görünüyor.  

Türkiye’ye dönersek, bugün Cumhur İttifakı’nın Meclis’e getireceği bir anayasa değişikliğini referandum şartıyla kabul ettirmek için gereken 3/5 bir çoğunluğu dahi yok. Dolayısıyla muhalefetin desteği olmaksızın iktidar için bu konuyu Meclis’e getirmek bile riskli olacaktır. Tam da bu noktada geçmişteki dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliği hatırlatılarak muhalefetin hata yapmaya meyyal olduğu söylense de o gün AKP-MHP’nin 3/5’ten fazla çoğunluğu olduğunu hatırlatmak gerekiyor. O şartlarda AKP-MHP o değişikliği referanduma götürmeyle tehdit edebilirdi ve Kemal Bey’in de bugün büyük bir hata olduğu net olarak görülen kararının arkasında bu sebep yatıyordu. Ancak bugün böyle bir durum geçerli değil.

CHP’nin halihazırda başörtüsü serbestisi ile ilgili bir yasa teklifi olduğuna göre, bunun ötesinde bir içeriğe sahip herhangi bir anayasa değişikliği önerisine destek vermediği için iktidar CHP’yi başörtüsü karşıtlığıyla kolayca suçlayamaz; suçlasa da bunun altını dolduramaz. Her şeye rağmen Erdoğan bunu yapmaya çalışacaktır. Kaldı ki “Muhalefetin/CHP’nin samimiyetsizliği” temelinde argümanlarını 15 yıldır düzenli olarak kullanan Erdoğan, bu seçimlerden önce de kullanacaktı. CHP’nin yasa teklifi sadece bunu biraz geriye çekmiş oldu.

Bu sebeple konunun dönüp dolaşıp Erdoğan tarafından anayasa değişikliğine getirilmesi yaygın kanının aksine muhalefet için bir zafiyet değil. Tersine, muhalefet bu gündemi Macaristan’da birçok hata yapmış olan muhalefetin yaptığı gibi görmezden gelse bile teklifin iktidarın elinde patlamasını sağlayabilir.

“Boşu boşuna Erdoğan’a konuşacak konu verilmiş oldu” diye yakınanlara şunu hatırlatmak lazım: Muhalefet ne yaparsa yapsın iktidar konuşacak, köşelerinden “gereğini yapan” medyası aracılığıyla muhalefeti suçlayacak ve özellikle de seçimler zamanında gerçeği bükmeye çalışacak. Kaldı ki iktidar bir anayasa değişikliği teklifi üzerinden muhalefeti bu kadar sıkıştırabilecekse, bunu zaten Kemal Bey’in başörtüsü çıkışı olmadan da er geç yapacak, muhalefetin de her durumda bunu göğüslemesi gerekecekti.    

Kemal Bey’in kamuda başörtüsü serbestisine ilişkin hamlesi eleştirilebilir. Zamanlaması, içeriği, yapılış tarzı vs. hepsi farklı eleştirilerin konusu olabilir. Arkası etraflıca düşünülmeden atılmış olduğu görülen bu adımın, çok ustaca yapılmış müthiş bir hamle olmadığı ortada. Ancak Erdoğan’ın elindeki imkanlara somut olarak bakmadan sadece söylediği sözlerin gücünden büyülenerek, bu hamlenin ona büyük bir fırsat yarattığı algısı da bence bir o kadar sorunlu. 

Ekonomik kriz veya güvenlik gibi varoluşsal sorunlar olmadığında, sahip olunan devlet imkanları seçimlerin ana konusunu belirleme konusunda Türkiye ve Macaristan gibi otoriter rejimlerde iktidara büyük bir imkan sunuyor. Örneğin Macaristan’da 2014 ve 2018 seçimlerindeki ana konular mülteciler ve Soros’tu. Unutmayalım ki Erdoğan tüm siyasi kariyerinde bu gücünün en minimum noktasında. 2023 seçimlerinin gündeminin ne olacağı aslında gayet açık. Muhalefet ana stratejisini gerek seçeceği aday gerekse programıyla ekonomi ekseni üzerinden kurmalı ve iktidarın seçim zamanı hakim kılmaya çalışacağı kimliksel, kültürel ekseni yeniden üretmemeli. Tekrar ediyorum: İktidarın seçimin gündemi olarak kurmak istediği konuyu bir anayasa değişikliğine bağlaması, muhalefet için bir şanstır, zayıflık değil.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.