Öner Günçavdı yazdı: 21. yüzyıl bizden ne bekliyor?

Çok önemli bir seçim öncesinde kamuoyunun yeni iktidardan ne beklediğini dile getirmesinin tam sırası şimdi Herkes kendi alanına göre, ekonomiden, siyasete, oradan dış politikaya kadar yeni yeni beklentiler içinde.

Bu seçimlere birçok bakımdan önem atfedilebilir. Ama her seçimde olduğu gibi, bu seçimin de toplum için yeni bir başlangıcı temsil etmesi ve toplumun kendi ihtiyaçlarını siyasilere iletebilmesi bakımından önemi büyük. Yirmi yılın ardında toplumda belirlen değişim ihtiyacının somutlaştığı bir sürece giriyoruz. O yüzden herkes konuşuyor; bir şeyler söylüyor.

Peki, siyaset kurumu ne yapıyor bu arada?

Vatandaşa kulak vermiş gibi yapıyorlar ama bir kısmı vatandaşın sesini duyuracağı mekanizmaları kapamaya çalışıyor. Diğer bir kısmı da eskinin alışkanlıklarıyla vatandaşın şikâyetlerinin yarattı rüzgâra binip, kendi ikballeri için fırsat kolluyorlar.

Vatandaş ise sorunlarını dile getirmesine olanak sağlayacak, o sorunları içselleştirip çözüm üretecek, çok daha önemlisi çözüm yönündeki uygulamalara “liderlik” edecek bir temsilci arıyor. Ama bulabildiği sadece “mış” gibi yapan, kendi ikballerini düşünen, samimiyet yoksunu birkaç siyasetçi.

Ülkemizdeki “müesses nizamın” temsilcileri artık yaşlandı. Hepsi II. Dünya Savaşı sonrasının hemen ardından dünyaya gelmiş, kalkınmanın bir aracı olarak sanayileşmeyi bilinçaltlarına kazımış bir neslin temsilcileri. Ülkenin layık olduğu kalkınma seviyesine altyapı ve sanayi ile ulaşabileceğine inanmışlar. Bunda yegâne sapmayı sanırım AKP temsil ediyor. Zira açıkça telaffuz etmese de son zamanlar ülkemizdeki geleneksel kalkınmacı yaklaşıma da bir de ülkemizin siyasi yapısını değiştirme hedefi dâhil edilmiş oldu. Ama yine de AKP’li siyasiler de dâhil olmak üzere, tümü 20. yüzyılın yurtiçi ve yurtdışı siyasi gelişmelerin etkisiyle bilinç kazanmış bir neslin temsilcileridir onlar.

Kendilerini zamanın şartlarına göre nasıl ve ne kadar güncelleyebiliyorlar çok emin değilim. Ama bu siyasilerin hayata ve siyasete bakışlarının kaynakları, doğal olarak 20. yüzyılın özgün koşullarında aranmalı. Bu da ister istemez onların liderlik ettiği tarzı, bu liderlik etrafında meydana gelen kurumsallaşma şeklini belirliyor. Neye liderlik edildiği, nasıl liderlik edileceğinin kaynağı geçmiş zaman koşulları olunca, bu siyasetçilerin temsil ettikleri kurumlar da işlevsiz ve demode olma tehlikesi ile karşı karşıya geliyor.

Sonuç olarak, takvimlerin geçmiş sayfalarında kalması gereken 20. yüzyıl, değişen ekonomik ve toplumsal şartlara rağmen hayatımızda ve kurumlarımızda hala etkilerini sürdürüyor.

Günümüz liderlerinin değişen şartlara uyumda karşılaştıkları sıkıntılar nedeniyle neye liderlik ettikleri/edecekleri konusunda kafa karışıklıkları var. Bir yandan bu kafa karışıklığı, diğer yandan çok uzun zamandır yapılan uygulamaların yol açtığı ekonomik ve toplumsal tahribatların insanlarda oluşturduğu hayal kırıklıkları beraberinde siyasetçileri bir çaresizliğe itiyor. Siyasi ilkeleri korumakta güçlük çekerken, toplumdan gelen taleplere karşı reaksiyonel siyaset yapmaya başlıyorlar. İnsanların sorunlarına çözüm bulamasalar bile, en azından bir süre “popülist” söylemleriyle onları oyalayabiliyorlar.

Öte yandan, sorunlara yönelik siyasetçilerin çözüm getirememesi, vatandaşın siyaset kurumuna yönelik hayal kırıklıklarını arttırıyor. Farklı mecralarda sorunlarına çözüm aramaya başlarken, “müesses nizamın” tüm dengeleri sarsılıyor. Siyasette partilerin konumu ve tarzları değişiyor, ilkesel siyasetin yerini “tepkisel”, “popülist” siyasi uygulamalar alıyor.

Siyasetçilerimiz farkında olmadan “yaşlanmış”, modası geçmiş, bugünün dünyası ile uyumu bozulmuş, bir bakıma köhneleşmiş düşüncelerin temsilcileri olmuşlar. Her şeyi zamanın akışına bıraktığımızda, kuşaklar geçip gittiğinde, onlarla birlikte eskinin kalıplaşmış düşünceleri ve hatta kurumların da birer birer fonksiyonlarını yitirmesi, belki de kaybolup gitmeleri beklenir. Ancak “yaşlılar” kendi düşüncelerini ve alışkanlıklarını gelecek nesillere aktaracak mekanizmaları devreye sokabilirler. Kendileri olmasa bile kendi düşüncelerinin kurumsallaşmasıyla varlıklarını sürdürebilirler. Ancak bu düşüncelerin çok uzun süre varlığını sürdürebilmesi o düşüncenin gelecek nesillerin inşa edeceği dünyada da bir anlama ve fonksiyona sahip olmasıyla mümkündür.

Geçmişten beslenen siyasetçilerin temsil ettiği düşüncelerin gelecekte bir anlamı yok ise o zaman bunlara kendi çabaları ile “suni” bir anlam yüklemeleri ve hatta tartışılamaz kılmaları gerekecektir. İşte bu yüzden zaman zaman siyasetçilerin bir kısmı, kendi düşüncelerini ülkenin “bekasının” kaynağı olarak görülmesini sağlamaya çalışırlar. Aslında bu çabaların ülkenin olmasa bile, kendi iktidarlarının bekasını sağlamaktan başka bir fonksiyonu yoktur. Yok olup gitmesi gereken, zamana ve değişime ayak uyduramayan o köhnemiş düşüncelere hayat veriyor bu “beka söylemleri”.

Zaman bu düşünceleri tarihin sayfaları içine hapsedecektir; tam da geçmişte olduğu gibi. Ama bunlar maalesef çok farklı şartların geçerli olacağı bir geleceği inşa etmekte bizlere yardımcı olmayacaktır. İnşa edilecek geleceği geciktirecektir. Çünkü bu eskimiş düşüncelerin amacı, şartlar değişmiş olsa da geleceğin inşası değil, geçmişin devamını sağlayabilmektir.

Artık hem dünya hem de ülkemiz bir karar arifesindedir. Belki de önümüzdeki seçimlerin tarihsel önemi, karşı karşıya kaldığımız şartların bizi böyle bir karar noktasına getirmesindendir.

Böyle bir karar arifesine gelmemizin ardındaki neden ekonomik, sosyolojik veya siyasi olabilir. Kanımca bunların tümü, kendi çapında etkili oluyor. Bu kararımıza konu olan ekonomik, siyasi ve sosyolojik sorunları teknik olarak tartışıp ortaya koyabilmek elbette mümkün. Ama teknik tartışmalardan azade olarak, alınacak karar, yapılacak tercihler ya eskimiş, kökleri 20. yüzyılda kalmış düşüncelerin etkisi altında belirlenecek, ya da 21. yüzyılın şartlarına uygun bir geleceği inşa edecek anlayışları referans alacaktır. Önümüzdeki seçimlerde yapılacak tercih budur.

Bunun için ihtiyacımız olan öncelikle “cesarettir”. Korkularımızla yüzleşebilmek ve bilinmez bir geleceğe doğru adım atabilme cesaretidir. Ardından içinde yaşadığımız çağı ve bu çağın önceliklerini içine sindirmiş bir “liderliktir” ihtiyaç duyulan. Bu öyle bir liderliktir ki insanların saçıyla başıyla uğraşmayan, ne giydiği ve yediği, içtiğine karışmayan bir liderliktir.

Ama çok daha önemlisi bu liderlik geçmişi fikri kalıpları içine sıkışmamış, onunla bağlarını koparıp yeni bir başlangıç yapmaya hazır bir liderliktir. Yine bu liderlik, toplumu baskı altına alan değil, bireylerden başlayarak tüm toplumun özgürlüklerini savunan, onun yaratıcılığını teşvik ederek ekonomik katma değere dönüştürmesine aracılık eden bir liderliktir.

Umudumuz önümüzdeki seçimlerin böyle bir liderlik anlayışının ülkemizde oturmasına vesile olmasıdır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.