Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Arzu Yılmaz yazdı: Felakete sürükleyen dış politika tercihleri

Geçtiğimiz hafta boyunca bir yandan Türkiye, bir yandan İran, Suriye’de ve Irak’ta Kürt bölgelerini hedef alan saldırılarını sürdürdüler. Tesadüflerle açıklanması imkansız bir senkronizasyon içinde gerçekleşen saldırıların, bu hafta Türkiye’nin Suriye’de, İran’ın ise Irak’ta girişeceği kara operasyonlarıyla devam edip etmeyeceği merak konusu. 

Türkiye bağlamında gözler daha çok ABD’nin tepkisine odaklanmış görünüyor. Zira Astana Zirvesi’nden çıkan sonuç bildirgesinde, Suriye’nin ulusal egemenliği ve toprak bütünlüğünün korunması konusunda “Kuzeydoğu Suriye”de istikrarın sağlanması gerekliliğine yapılan doğrudan vurguyu Rusya ve İran onayı olarak okumak mümkün. Tabii bu kara operasyonunun “Kuzeydoğu Suriye” ile sınırlı kalması koşuluyla. 

İşin ABD tarafında ise anlaşılan ABD-Türkiye-Rojava Yönetimi arasında yeni pazarlıklar yapılıyor. Geçtiğimiz hafta kısaca söz ettiğim nedenler bağlamında, ABD’nin Türkiye’yi engellemeye dönük net bir tutum almaması konusunda değişen bir şey yok. Bu arada, Beyaz Saray ve Pentagon adreslerinden yapılan farklı tonlardaki açıklamaların ise 2019’da ABD Başkanı Trump’ın Suriye’den geri çekilme kararı ertesinde yaşanan ABD yönetimi içi bir kırılmaya işaret etmediği de açık. Bu haliyle, açıklamalardaki farklılık daha çok söz konusu pazarlık sürecinde ABD’nin tarafları uzlaşmaya zorlama taktiği gibi görünüyor. 

Eğer çıkan haberler doğruysa, ABD’nin Türkiye ve Rojava Yönetimi arasında arabuluculuk yaptığı masada Türkiye’nin öne sürdüğü koşullar şu şekilde özetlenebilir:

  1. Suriye’de bulunan 10 üst düzey PKK’linin Türkiye’ye teslim edilmesi ve geri kalan PKK’lilerin de Suriye’den tamamen çekilmesi,
  2. Sınır boyunca Koalisyon Gücü’yle ortak ya da bağımsız gözlem noktalarının kurulması,
  3. Rojava Yönetimi tarafından kontrol edilen bölgelerdeki petrol gelirlerinin bir kısmının, Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelere tahsis edilmesi, 
  4. Bu şartların yerine getirilmemesi durumunda ise Suriye sınırına Esad rejimi güçlerinin yerleştirilmesi. 

İddia o ki, ABD Rojava Yönetimi’ne Türkiye’nin ileri sürdüğü özellikle ilk şartın yerine getirilmesi için baskı yapıyor. ABD’liler, bir kez bu şart yerine getirildikten sonra diğer şartların Türkiye ile daha kolay müzakere edilebileceğini söylüyor. Bu bağlamda, Mazlum Kobani’nin farklı mecralarda yaptığı “Türkiye için PKK bahane” açıklamaları, ABD’ye verilen yanıtın dolaylı bir ifadesi sayılabilir. Zaten PKK’lilerin geri çekilmesiyle ilgili bir kararı Rojava Yönetimi’nin değil, PKK’nin vereceğini ABD’liler de Türkiye de biliyor. Dolayısıyla, bu şartın asıl muhatabının PKK olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak, PKK’den de geri çekilmeye dair herhangi bir işaret yok. Olacak gibi de görünmüyor. Zira Serêkaniyê ve Girê Spî operasyonları sırasında benzer bir karar çerçevesinde verilen hiçbir garanti yerine getirilmemişti. Bugün ise herhangi bir garantinin dile bile getirilmediği anlaşılıyor. Bu haliyle, sonuç alınması zor görünen bu pazarlıklar en fazla ABD’nin kendisine yapılan “ahlaki görev” çağrılarının gereğini yapmış gibi algılanmasına yarayacağa benziyor.

Diğer yandan, İran da Irak Kürdistanı’nı bombalamaya devam ederken bir bir şartlarını sıralıyor: 

  1. İran Kürt partilerinin aileleriyle birlikte yaşadığı kampların derhal kapatılması,
  2. İran Kürt partilerinin silahsızlandırılması ve sınırın 30 km gerisine çekilmesi,
  3. Irak-İran sınırına Bağdat’a bağlı sınır muhafızlarının yerleştirilmesi,
  4. İran’ın “terör suçlusu” saydığı kişilerin İran’a iadesi ve İran mahkemelerinde yargılanması.

Yoksa?

İran eğer şartları yerine getirilmezse tıpkı Türkiye gibi kara operasyonu yapacağını söylüyor. Fakat Türkiye’den farklı olarak İran pazarlığı açıktan yapıyor. İran Devrim Muhafızları Komutanı Bağdat’a gidip talimatları verdi. Bu talimatlar çerçevesinde, Bağdat’a çağrılan Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’ye öncelikle sınıra Bağdat tarafından atanacak güçlerin yerleştirileceği  söylendi. Bu arada İran, uluslararası alanda zemin hazırlamayı da ihmal etmedi. BM Güvenlik Konseyi Dönem Başkanlığı’na gönderdiği bir mektupta, Irak Kürdistanı’na yönelik saldırılarını Kürdistan Demokrat Partisi, Komele, PJAK ve PAK gibi grupların Irak Kürdistanı’nı “İran altyapısına ve vatandaşlarına yönelik terör saldırıları” yapmak için kullanmalarından kaynaklanan “meşru güvenlik” gerekçelerine dayandırdı.

Tüm bu olanlar üzerine, henüz geçtiğimiz aylarda Bağdat Büyükelçisi “Buradayız ve hiçbir yere gitmiyoruz” diye açıklama yapan ABD ise bu kez “ahlaki görev”inin çerçevesini kendi belirleyerek, İran’ı içerde protestoculara karşı şiddet kullandığı için kınamak ve bu nedene bağlı bazı yaptırım kararları almakla yetindi. 

Geldiğimiz aşamada, İran’ın bir kara operasyonu yapmasının önüne eğer ABD geçmeyecekse, tek çare İran’ın söz konusu şartlarının hepsinin yerine getirilmesidir diye düşünenler olabilir. Fakat uzun zamandır bölgede Türkiye ve İran arasında atılan karşılıklı adımlar, İran’ın kararını belirleyecek asıl faktörün Türkiye olacağını gösteriyor. Eğer Türkiye Suriye’de bir kara operasyonuna girişecek olursa, İran da hangi şartları yerine getirilmiş olursa olsun Irak’a bir kara operasyonu yapmaktan geri durmayacaktır. 

Gelişmelerin bu şekilde seyretmesinden şimdilik yalnızca Kürtler kaygılanıyor gibi görünüyor. Ancak, bu durumun kısa zamanda bölgenin tamamını yeni bir savaş sarmalına sürüklemesi kaçınılmaz olacaktır. Kimilerine göre ABD de bunu istiyor zaten. Bir taraftan, ABD’nin Ortadoğu’ya yeniden dönmek için kendisine gerekçe yaratmaya çalıştığını, bir taraftan da bölgedeki ittifaklarıyla yaşadığı sorunların çözümü için safları sıklaştıracak bir neden aradığını iddia edenler var. Bu iddiaları, günümüzün komplo senaryosu üretme merakına bağlayacak olsak bile şunu söyleyebiliriz sanırım: Ülkeleri felakete sürükleyen çoğu zaman dış politika tercihleri olmuştur. Tarih bunun sayısız örnekleriyle dolu. İçinde bulundukları hem ekonomik hem toplumsal krizler bir yana, Türkiye’nin ve İran’ın da nihayetinde dış politika tercihleri nedeniyle felakete sürüklenebileceklerini öngörebiliriz, ki her ikisi de bu felaketi çoktan yaşamaya başladı aslında. Bu bağlamda, ABD’nin tutumuyla ilgili bir komplo senaryosu üretilecekse eğer, kendi felaketini bir anlamda Ortadoğu’da hazırlayan ABD’nin “Bana yar olamayanı kimseye yar etmem” dediği varsayılabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.