Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Olası kara harekatı Suriye’ye mi, Kürtler’e mi, ABD’ye mi?

“Çocuklar(ımız) ölmesin” yahut “Barış, hemen şimdi” diye söze girip, mızrabı gönül tellerine vurmak mümkün. Fakat korkarım bunları yüksek sesle söylemek ne gidişata etki ediyor ne somut bir siyasa seçeneği oluşturuyor. Ama dile getireni ahlâki yüksek zemine taşıyor. Yine teslim etmek gerekir ki ne toplumsal muhalefetin ne Altılı Masa’nın, çekimser deyimle “güvenlikçi” olarak nitelenen verili politikalara güçlü bir itirazı yok. (*) “Şehitlik” ise sözleşmeli uzman askerlik uygulaması başlayalıberi çoktan gündemden düştü, siyasal baskı etmeni olmaktan çıktı.

“HDP” deseniz, biliyorsunuz o zaten “terör örgütünün meclisteki uzantısı”. Aralarında benim de bulunduğum başkalarına göreyse “TBMM’deki üçüncü parti” ve altı milyon seçmeni temsil ediyor. Zaten mantıksal olarak üçüncü durumun olmazlığı söz konusu: HDP terör örgütüyse mecliste işi ne, savcılar neden harekete geçmiyor? Yok değilse, HDP’yi terörle suçlamanın neden (hiç yoktan siyasal) bedeli yok, olmuyor?  

Ahiretimi kurtarmak veya kendi kendime iman tazelemek adına yineleyeyim öyleyse: Ezici çoğunluğu Türkiye’de ve üç sınır komşusunda (Irak, İran, Suriye) yerleşik küresel toplamı 35-40 milyonluk Kürt nüfusun kabaca yarısı ortak cumhuriyetimizin yurttaşı. Ülkemiz nüfusunda da neredeyse her dört yurttaşımızdan biri Kürt. Bu bağlamda İstanbul dünyanın en büyük Kürt kenti. Artık en fazla altı ay kalan seçimi kazanmak için hem Cumhur hem Millet ittifaklarının Kürt seçmenin oyuna gereksinimi var.

PKK’nın terör eylemleriyle mücadele Kürt Sorunu’nun yalnızca bir boyutu veya bir dışavurumu. PKK’nın ortaya çıkışı dördüncü büyük Kürt isyanının başlangıcı olarak da nitelendirilebilir. Ancak Kürt Sorunu yalnızca “güvenlik” parantezine alınamayacak denli çok katmanlı. Kürt Sorunu cumhuriyetimizin gerçekten demokratikleşmesiyle kendiliğinden çözülür mü? Yoksa cumhuriyetimizin tam anlamıyla demokratikleşebilmesi için önce Kürt Sorunu’nun mu çözülmesi gerekir? Bu iki soru da aynı yapılması gereken işler toplamını gösteriyor.

Bu zorunlu adımları atmak için de seçimle işbaşına gelen yöneticinin öncelikle şuur ve tasavvur sahibi olması gerekiyor. Dolayısıyla yeniden “barış süreci” başlatılmasını istemek de, seçeneklerden biri olarak önerilebilecek olsa da, bütüncül/tümleşik bir çözüm programı ortaya koymuyor. Zira PKK’yı (Kandil’i?) muhatap ve tek muhatap kabul edilerek yola çıkıldığında konunun, o da ancak güvenlik boyutu, (olması gerektiği gibi) istihbarat teşkilatı bürokrasisine havale edilmiş oluyor.    

Suriye dosyasını da salt “sığınmacıların akıbeti” veya “Şam’la doğrudan müzakere” boyutlarına indirgemek de yanıltıcı hatta düpedüz yanlış. Zira “Suriye Dosyası” dediğimizin arka yüzü de yine Kürt Sorunu. “Suriye Kürtleri’nin oradaki devletlerine nasıl eklemleneceklerini oturup Esat’la konuşacağız” deseniz, “ya Türkiye’de?” yanıtı almak kaçınılmaz. “Suriye politikamız (pekiyi ‘soydaş’ olmasın ama herhalde ‘akraba’) Kürtler dışında her şeyi kapsıyor” deseniz, o da olmaz. YPG/YPJ, PKK’nın uzantısıysa –ki öyle- aynı PKK’nın Türkiye’deki “toplumsal tabanını” da yadsıyamazsınız.  

Böylece bağlamı ellinci kere özetle betimledik. Bugüne geldiğimizde Suriye’ye kara harekâtı “olur mu, olmaz mı?” diye konuşulacak aşamanın geçildiğini sanıyorum. Artık “hangi erimde, ne ölçekte, hangi hedeflere, ne amaçla” gibi soruları sormanın zamanı. İlk bakışta çelişkili gözükse de, hem kara harekâtı hem Esat’la doğrudan müzakere olasılıklarının eşzamanlı arttığı da, daha önce burada yazdığım üzere ortada.

Son basın toplantısında SDG Komutanı Mazlum Kobane’nin, TSK’nin Münbiç ve Kobane yakınına ve TSK destekli milislerin de Münbiç-Tel Rifat hattına yığınaklandığını belirttiğini Amberin Zaman aktarıyor. Buraların zamanında Rus denetimine bırakıldığını anımsayalım. Türk ve ABD’li savunma bakanlarının son telefon görüşmelerindeyse Austin mevkidaşı Akar’a “Suriye’ye yeni bir harekâta bakanlığının güçlü karşı çıkışını” dile getirmiş.

Esat ise kendi üç saat süren basın toplantısında Türkiye ile “ikili ilişkilerin düzeyinin yakında yükseleceğini” ve “Türkiye’nin Suriye’nin taleplerini karşılama eğiliminde olduğunu” söylemiş. Ankara’nın Şam’la yeniden doğrudan resmi ilişki kurması, Esat açısından meşruiyetinin ve galibiyetinin tescili demek olacak. Harekâtın Kürtler’i Şam’a itmesi de işine gelecek.

Erdoğan’ın elinde ayrıca zaman içinde ve zamanını kendi belirleyerek Esat’la her türlü al-vere girebilmek üstünlüğü var. SDG denetimindeki tahıl ve petrol zenginliğinin Şam’la paylaşımı ve Halep’in nefes borusu M-4 karayolunun Akdeniz’e ulaşacak biçimde Idlip’ten açılması gibi pek çok kartı da bulunuyor. Ayrıca Ankara, Esat’la kurulacak ilişkinin bugünden yarına TSK denetimindeki ceplerin Şam’a devredileceği anlamına gelmeyeceğini örtülü veya açıktan belirterek başta ABD ve Fransa, Batılı müttefiklerini de yatıştırabilir.

Olası kara harekâtına karşı çıkarken ABD ve SDG’nin kullandığı “IŞİD’le mücadelenin sekteye uğraması” savıysa herhalde Ankara açısından geçersiz kılınması en kolay olanı: Deyim yerindeyse “o iş bende” demesi ve istihbarat işbirliğini biraz derinleştirmesi yeterli. Üstelik yarın El Hol, Haseke ve Rakka’daki IŞİD kampları, hapishaneleri “kimin yaptığı belli olmayan” bir hava bombardımanında yerle bir olsa, usulen birkaç kem-küm dışında ne ABD ne AB’den ses çıkacağını sanmam.  

Rojava’nın açmazı ise hem coğrafi hem siyasi. ABD Özel Kuvvetleri’yle ortaklaşa harekât yapma yeteneği ve deneyimi kazanmış bir YPG/YPJ komutanının, dönüp Kandil’den komut alması veya beklemesi ne denli akla yatkın? Aynı soru uluslararası temas yetenek ve deneyimi kazanmış bir PYD yöneticisi için de geçerli. Olası muhataplar Ankara, Şam ve Erbil. Olası müttefikler birbirlerinin hasmı da olan ABD ile Rusya ve İran. Denize çıkış yok, topografik korunak yok, hava savunması yok. Tüm ilişkiler geçici, perakendeci, zoraki, bazen tesadüfi. Tanınmış bir kurumsal kimlik de bulunmuyor.

Buna karşılık olası yeni bir harekâtın askeri deyişle “amaç, tanım ve kapsamı” muhalefet tarafından da sorgulanmıyor. Sahneyi ve zihinleri hazırlayan hava harekâtının altyapıyı yıkmayı, sınırboyunu nüfussuzlaştırmayı, YPG/YPJ’yi Rus ve ABD’li müttefiklerinden ayırmayı ve sınırdan 30 kilometre içeri itmeyi hedeflediği söylenebilir. Muhalefet yeni harekât için de, halihazırda TSK denetimindeki Idlip dahil dört cep için de, “ne olursa, hangi koşullar bir araya geldiğinde, hangi muhataplarla görüşülerek, hangi erimde ve kimin –asker/sivil, seçilmiş/atanmış- talimatıyla” oralardaki askeri varlığın geri çekileceğini yani çıkış stratejisini sormuyor, sormaktan kaçınıyor.

Şimdilik Ruslar’a arabuluculuk, ABD’lilere tahliye için zaman tanındığı görülüyor. Güçlü olasılıkla yakında başlayacak harekâtın kısıtlı kapsamlı olacağı ama bu itibarla sonuncu harekât da olmayacağı seziliyor. Yeni harekâtın başlayacağı duyurulurken IŞİD liderinin Dera’da çatışmada öldürülmesi ve Türkiye’de IŞİD kaynaklı yeni terör eylemlerinin yapılabileceğine ilişkin uyarılar gibi gelişmeler de duraksatıp, düşündürüyor.

Bana kalırsa tüm bu tantana, Ankara’da asıl kaygının, tehdit algısının kaynağının (NATO müttefikimiz de olsa) ABD’nin Suriye ve Irak’a yerleşmesi olduğu gerçeğini saklıyor. MSB Akar’ın yaptığı da CENTCOM’u “flu görüp”, hep olageldiği üzere EUCOM’u tekrar başat muhatap kılmak. Böylelikle yüzler yeniden Brüksel’e dönünce, İsveç ve Finlandiya’nın NATO ittifakına üyeliklerini TBMM’de onaylatmak veya onaylatmamak, Suriye’ye yeni kara harekâtı için Erdoğan’ın eline ek bir avantaj veriyor.   

Bir anekdotla sözümü bağlayayım. Geçenlerde muhalif bir kanaldan Suriye’ye harekât konusunu oturduğum yerden yorumlamak üzere telefonla davet aldım. “Entelektüel dürüstlük gereği” diyelim, “Olur tabii ama siz benim bu konudaki yazımı okudunuz mu?” diye sordum. “Okumuştuk ama tekrar bakalım, teşekkür ederiz” yanıtıyla telefon kapandı. Aradan 15-20 dakika geçti. Bu defa “İçinden geçtiğimiz hassas dönemde sizi bir başka yayında değerlendirmenin daha uygun olacağını düşündük” gerekçesiyle uğurlandım.

Doğrusu artık hiç sanmıyorum, pek umudum da yok ama bilmem bu defa zikredebildim mi? “Zikredemiyorum galiba” kaygısıyla “bir de amuda kalkıp anlatmayı deneyeyim” dediğimdeyse bu defa, aralarında beni kişisel olarak tanıyanlar da dahil, kimi Kürt dostlar ayağa kalkıyor. En hafifi “sana yazıklar olsun” düzeyinde eleştiri ardından hakaret yağmuru başlıyor. Mektubun malum mahfillerdeki muhataplarındansa alelusul ne bir ses, ne bir nefes duyulmuyor. Cem Yılmaz’ın canlandırdığı psikiyatrın sorduğu gibi “biz kime gidelim?”   

* Can Selçuki:  “Ekonominin kötü gittiğini ve bunun sorumlusunun hükümet olduğunu kabul eden Cumhur İttifakı seçmeninin muhalefete yönelmiyor oluşundaki en önemli sebeplerden biri ‘terörle mücadelenin zarar göreceği’ düşüncesi. Araştırmalarımız bunu gösteriyor.”

**Suriye’ye olası kara harekâtı konusunda alanı da yakından tanıyan değerli uzmanlar Hediye Levent ve Serhat Erkmen’in konuğum olduğu son “Dünya Ve Biz” programını dileyen okurlarımın izlemelerini öneririm.    

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.