Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Öğretmen Ahmet, İnek Şaban’a karşı

Ne korkunç bir haftaydı. Geçen haftaki yazımda ben “FETÖ’nün müritleri masum mu” diye sorgularken, aynı gün gazeteci Timur Soykan, İsmailağa Cemaati liderlerinden Y. Ziya Gümüşel’in kendi kızını 6 yaşında imam nikâhı ile evlendirdiğini, pedofil damadının ve annenin bu işte nasıl suç ortağı olduklarını anlatıyordu. Hepimiz iğreniyorduk, birileri hariç. Devletin gıkı çıkmıyordu. Ne bir kınama ne bir kuru kuru “Davanın takipçisi olacağız” vs. saçma sapan laflar, hiçbir şey. Haberden dört gün sonra, sosyal medyada yükselen tepkilerin ardından, reşit olmadan doğum yapmasına rağmen, kendisi dava açana kadar o çocuğu fark etmeyen Aile Bakanlığı, davaya müdahil olduklarını açıkladılar. Nasıl oluyor da İstanbul’un göbeğinde böyle ihmaller zinciriyle bir çocuk senelerce tecavüze uğrayıp çocuk doğuruyor? Devlet, cemaatlerin en büyük suç ortağı da ondan. FETÖ‘yü de İsmailağa’yı da filanca şeyhi de görmezden gelmek şöyle dursun, besleyen bizzat kendileri. Oy çiftlikleri. Devlet bu sistemi öyle sevdi ki Diyanet, kreş adı altında 4 yaş grubu çocuklara camilerdeki Kur’an dersliklerinden bozma sınıflarda, ana sınıfında din eğitimi vermeye başladı. Bu kreşlerde ders verenler, Milli Eğitim’in öğretmenleri mi? Hayır, Diyanet’in hocaları. Neden Diyanet’in bütçesi Milli Eğitim’den yüksek? İşte bu yüzden. Körpecik fidanların boynunu daha yaşken bükmek için. Gençleri ele geçiremeyen AKP, daha bebeklikten yeni çıkmış çocukların boynunu bükebilsin diye.

Neden cemaatlere ses çıkarmıyorlar?

Cemaatler işsiz ordularını gizliyor, kadınları gönül rızasıyla evlerine hapsediyor, çocukları zombileştiriyor. Yeri geliyor Diyanet’in, yeri geliyor Milli Eğitim’in, yeri geliyor kolluk kuvvetlerinin açığını kapatıyor. Daha ne olsun. İğrenç bir işbölümü, iaşe dağıtımı ve oy rezervi, böyle böyle hükümetler boyunca korundu, bugüne geldi. Ama teknoloji devrinde kapalı kapılar ardında işlenen suçların üzeri “yalan”, “iftira” diye örtülemiyor. Bu yüzden kaçacak delikleri kalmadı.

Peki, bu sırada muhalefet partileri isyan etti mi? Bu olay infial yarattı mı? Yoo. Neden? Dine sataşmış olarak algılanırlar çünkü. Sonra neden AKP’den kaçan oylar bize gelmiyor demeyin, ne farkınız kaldı failden? Keşke hepsi dört TİP’li vekil kadar ateşli ve korkusuz olsa. Olayın duyulduğu ilk günden beri alev alev konuşan TİP’in isyanından sonra, insanların tepkilerini görünce mikrofon başına geçip sıralarını savdılar.

Atatürk boşuna mı kapatmıştı tekke ve zaviyeleri? Onların iddia ettiği gibi din düşmanı olduğu için mi? Hayır, o zaman da bu kadar iğrençti cemaatler. 2022 yılında tanık olduğumuz bu iğrençliklerin alasına tanık oluyorlardı. İyisi mi komple kapatmaktı. Ama kapatırsanız merdiven altında yine ürer bunlar. Çünkü o zaman daha da gizemli olur. Kendi iradesinin kudretine katlanamayan zavallı insan sürüleri daha kolay cazibelerine kapılır. Bu yüzden hayır, kapatılmamalı. Sadece ekonomik faaliyetleri yasaklanmalı. Ne vakıf kurabilmeli, ne kermes yapabilmeliler. İşte o zaman kökleri kurur bunların. Önümüzdeki hafta “şahsımın devleti” bize başka bir iğrençlik bahşetmezse müritlik psikolojisini yazacağım. 

Gelelim, geçtiğimiz cumartesi gerçekleşen diğer olaya.

Geçtiğimiz hafta düzenlenen “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısı herkeste bir heyecan yarattı. Hacer Foggo’nun sunumuyla duyurulan sosyal politikalar, özellikle ülkenin görünmez işsiz köleleri ev kadınları ve onların aileleri için çok önemli umutlar vadediyordu. Aile içi şiddet, açlık, taciz gibi sorunları önlemek için her aileye bir sosyolog adımı çok çok önemli. Böyle bir kurum o zamanlarda olsaydı, Timur Soykan’ın haberiyle ortaya çıkan tecavüz, yaşanır yaşanmaz bir sosyolog tarafından keşfedilecekti. Dahası, düzenli olarak böyle bir kurumun olduğunu bilen sapkınlar bu kadar cesur olamayacaklardı.

“İttifak Bataklığı”, “Herkes için CHP” ve “CHP PRO 2023” başlıklı üç yazımda temennilerimi belirttiğim üzere, CHP’nin aslında çok önemli bir potansiyeli olduğunu, en büyük muhalefet partisi olması sebebiyle aslında muhalefette Altılı Masa’dan daha fazla heyecan yaratabilecek hamleler yapabileceğini anlatan yazılarımın vücuda bürünmüş halini gördüm. Haksız mıymışım? Altılı Masa’nın hangi toplantısı bu kadar heyecan yarattı? Tam olarak buydu hayalim. Kendi kurmaylarının ne kadar konularına hakim olduklarını ve dilerse CHP’nin ulaşabileceği teknokratların kalibresini gösteren bir vizyon toplantısı izledik. Keşke bir de masa haricinde kalan partilerle zaman zaman bir araya gelinse de bu lokomotif rolü tamamlansa.

Birçok kişi adaylığına bir kusur bulmaya çalışırken ısrarla Kemal Bey’in aday olması gerektiğini yazdım ve sonunda Kemal Bey de tutunacak dal arayan genç seçmene bir umut verdi. Geçtiğimiz hafta düzenlenen “İkinci Yüzyıla Çağrı” buluşması bana ilk defa “nihayet” dedirtti. Açılan projeksiyon ışığıyla ardımızdan yansıyan ışık, önümüzü gösterir halde şimdi.

Zafer, olana bakıp hayıflananların değil, olması gerekeni keşfedenlerindir. Bu yüzden, geleceğimizi karartan iktidar tarafından dayatılan sınırları aşarak bu seçimi almaya odaklanmalıyız. Sıkıcı bir ezber üzerinden yirmi yıldır bize tarif edilen avantacı pişkin muhafazakâr seçmenin arzularına göre değil, Türkiye’nin ihtiyacına göre bir yol haritası çıkarmak gerekiyor. İnsanlara başka bir Türkiye’nin mümkün olduğunu düşündürtemezseniz nasıl bilecekler kötüyü, vasatı, iyiyi, daha iyiyi, en iyiyi? O yüzden bu toplantı, o ezberleri bozan şık bir iş oldu.

Halk bu toplantıyı nasıl görmüştür?

“Halk bunu anlamaz” kalıbına katılmıyorum. Sokak röportajlarında zırcahili de görüyorsunuz, eğitimsiz olduğu anlaşıldığı halde meseleleri can alıcı noktasından yakalayanları da bilinçli seçmeni de. Ortaya konulan vizyonda herkes kabına uygun olanı alacaktır. Örneğin, yıllardır yatalak kayınvalidesine bakan kadın, “Sonunda ben de sefil yardımlardan kurtulup gün yüzü görebileceğim” derken, işsiz bir genç sonunda sosyal güvenceli bir iş imkânı bulacağını hayal edebilir. Hiçbir şeyden anlamayan birisi bile “Baksana bir sürü uzmanı getirmişler, adam Merkel’in danışmanıymış, bi şeyler yapacaklar ama du bakalım” der. Yani en kötü ihtimalle “Hiçbir şey olmasa bile bir şey oldu” der ve devamını beklemeye başlar.

Jeremy Rifkin ve Daron Acemoğlu’nu “yerli ve milli” olmamakla eleştiren cengâverler var bir de.

Ülkenin kaynaklarını yabancı şirketlere peşkeş çekmiş, fabrikalarını kapatmış, sit alanlarını imara açmış, cennet koylarını çamur deryasına çevirmiş, üniversitelerinin içini boşaltmış, ülkeyi mülteci cennetine dönüştürüp, sosyal güvencesiz ucuz işgücüyle kendi vatandaşını işsiz bırakmış bir garabetin taraftarları, hâlâ utanmadan ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiğini tarif etme cüreti gösteriyor.

CHP’nin Ekonomi Vizyonu toplantısında konuşan konuşmacıları “yerli ve milli” olmamakla suçlayanlar, neyin karşılığında olduğunu bilmedikleri halde Arap ülkelerinden para dilenilmesini, ülkesinin yabancı ülkelerin mafya cehennemine dönüşmesini dert etmiyorlar. Paralarının pul olmasına itiraz etmiyor, kendi yurtlarında mülk sahibi olamazken, yabancıların tapuyla, parasıyla vatandaş olmasına gıklarını çıkarmıyorlar. Onlar kadar sığ düşünmeyen, onların goygoylarına teslim olmayan herkese ellerindeki dandik FETÖmetrelerini, yerli ve milli ölçerlerini tutup hain bulmaya çalışan kaypaklar, pişkin pişkin muhalefetin yol haritasının sınırlarını belirlemek istiyor.

Hadi bu utanmaz yüzsüzleri sessize alalım ve soralım neden “yerli ve milli” olacakmışız? Neden, dünya insanı olup, tüm dünya ile barış ve huzur içinde ikili ilişkiler kurarak ticaret yapmayacakmışız da ona laf sokup, buna kazık atıp, önce kavga çıkarıp, sonra tükürdüğümüzü yalayarak, sadece ülke topraklarımıza hapsolarak, Araplar’dan ve otoriter liderlerden para dilenecekmişiz? Görgüsüz ve vizyonsuz bu insanların ülkemizin etrafına ördüğü sanal mayınlı araziyi, göstere göstere reddetmeliyiz. Başka bir Türkiye mümkün. “Yurtta sulh, dünyada sulh” vasiyetine sadık kalan, dünyanın dört bir yanına göç etmiş beyin gücünü yeniden kendine bağlayan bir Türkiye mümkün.

Peki, toplantıda anlatılanlar yüreğimizi kabarttı kabartmaya da sonra? Şimdi ne olacak? Sahada bu vizyon nasıl boyut kazanacak? İşte orada minnak bir sorunumuz var. İkinci Yüzyıla Çağrı toplantısının düzenleyicilerinden, CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak geçtiğimiz günlerde bir tweet attı.

Faik Bey nesillerdir siyasetle uğraşan bir ailede büyümüş ve çok önemli görevlerde yer almış. İş temposundan dolayı markete gitmiyor olabilir elbette. Ama bir parti sözcüsü olarak, beyaz peynir dahi alamayan vatandaşa, başka bir vatandaştan gelen eski kaşar fotoğrafını gösterip, “İşte siz bu kadar zor durumdasınız” demek de halk tarafından elit bulunmanıza sebep olur. Halkla aranıza dağlar kadar mesafe koyar. Bu mesafeyi de başarılı toplantılarla kapatamazsınız.

Şimdi herkes halkın bu toplantı hakkında ne düşüneceğini merak ediyor. Partililer genel merkezlerinde, toplantı salonlarında, meclis köşelerinde, aslında kendi minik fildişi kulelerinde kulis yapmakla öyle meşguller ki halk ne düşünüyor diye merak ettiklerinde bile halka ulaşmak yerine birbirlerine ve anket şirketlerine soruyor. Anket şirketleri ne yapıyor? Telefonla halka ulaşmaya çalışıyor. Kendi adıma söyleyeyim, telefonla arayan hiçbir anket şirketine cevap vermiyorum. Ben ne bileyim biri mi işletiyor, biri mi fişletiyor? Sırf bu kaygılarla yalan cevap verenler bile oluyordur. Ancak mitinglerde ve esnaf ziyaretlerindeki gözlemlerde halka tanık olmaya çalışıyorlar. Yani kimsenin olduğu gibi olmadığı yerlerde. Esnaf ziyareti denilen olay bana o kadar saçma geliyor ki. Bir defa esnaf her zaman dertlidir. Ekonomi iyiyken bile dertlidir. Bu yüzden halka en konforlu yerden dokunuyorlar. Halkın minik patronlarından halkı anlamaya çalışıyor, sadece dinledikleri şikâyetlere kafa sallayıp “Biz gelince çözeceğiz” diyorlar. Ancak steril eldivenlerle dokunabildikleri halkın ne düşündüğünü anlamak için de algoritmalara ve seçmen bölgelerinden tanıdıkları kendi partililerine bakıyorlar.

Her ne kadar onun duygularını sömürse, onu perişan etse de AKP, seçmenin evine bir paket kahveyle dahi olsa girmenin önemini biliyor. Öyle ki sosyal hizmetler sayesinde ulaştığı halka bir de Erdoğan mektubu gönderiyor. Halka soruyor, “Bana bir gönül borcun yok mu?” Ölmeyeceği kadar desteklenen halkın bu iki resme baktığını düşünün. Bir elinde ona markette alamadığı peynirin fotoğrafını uzaktan tutan bir figür, diğer elinde ona az da olsa “bağışta” bulunan ve evinin içine kadar girmiş gözlerinin içine bakan bir figür.

Halkın evine girmelisiniz. Kovulsanız da sövülseniz de sizin aslında kim olduğunuzu anlayana kadar halkın evlerine girmelisiniz. Üstelik de en kıyı köşedekilere, şehrinizin en fakir semtlerine. Tekerlerinizin ve ayakkabılarınızın çamur olacağı evlere girmeli ve çoraplarınızla, (varsa) halılarına basmalısınız. Pahalı takım elbiselerinize yemek kokuları sinmeli. Ancak o zaman anlayabileceksiniz belediyeden sıcak yemek hizmeti, sosyal yardım aldığı halde “Buna da şükür” diyen insanın halini, onu nasıl kazanabileceğinizi. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan ve 65 aylığı denilen sosyal yardımı alan bir kişi ne kadar yardım alıyor biliyor musunuz? Üç ayda bir 1.684 TL. Üç ayda bir. Siz bu insanla aynı evde yaşayan ve belki de BİM’de çalışan atanamamış öğretmen torununa Migros’tan eski kaşar fotoğrafı atarsanız, kendi dilinden o da size bir şeyler atar. Engelli bakım aylıkları, yaşlı bakım aylıkları bu rakamdan daha iyi değil. Bundan yıllar önce şekerli çayını kâseye boşaltıp, ekmek doğrayıp tarlaya çalışmaya giden yaşlı insanlar gördü bu gözler. O insanlar şu an neyi, neye doğrayıp gidiyordur tarlaya, o fukaralıkla hâlâ hayatta kalabilmiş midir bilmiyorum. Siz halkı tanımazsanız, onlar da sizi tanımaz. Aranızda bir resmiyet var. Bu soğuk havayı kırmalısınız. 

Bu ülkedeki en büyük seçmen kitlesi dindar insanlar değil, en büyük kitle Hababam Sınıfı. Hababam Sınıfı, herkesle dalgasını geçer. Sınıfa din hocası girer, Hababam din bezirgânı olur, sınıfa tarihçi girer, Hababam savaş naraları atar. Mahmut Hoca girer, Hababam kendine çeki düzen verir. Hafize Ana’yı görür, ondan yardım ister. Ama kim girerse girsin, Hababam işini bilir, mavrasını yapar. Sınıfa, ileride köy öğretmeni olacak olan Ahmet girdi şimdi. Ahmet temiz aile çocuğu, kopyayla, serserilikle işi yok. Dalga geçiyorlar Ahmet’le, aşağılıyorlar. Anlamaya çalışıyor Ahmet onları, ne istiyorlar benden? Ahmet, Hababam’la sigara içerken Mahmut Hoca’ya yakalanmalı. Hafize Ana’nın gönlünü kazanmalı. İnek Şaban’ın diline dolanmaktan kurtulmak için dik durmalı, mücadele etmeli ama yanına sokulmaktan imtina etmemeli.

Ben halkın bir ferdi olarak “İkinci Yüzyıla Çağrı” buluşmasını izlerken umut doldum. CHP’nin meselenin birçok yönünü çalıştığına şahit oldum. Gerçek hayatta tanık olduğum dertlerin çözümlerini Hacer Foggo’nun ağzından duydum. Öğrenci Ahmet, şimdi öğretmen olup döndüğü Hababam’a neler başarabileceğini anlatmalı. Eğer bunu anlatmayı bu cesaretle sürdürürse, bu ülkenin sanatçıları kendileri ister seçim şarkılarını yazmayı, gençlerin heyecanı sosyal medyada kendiliğinden seçim kampanyasına dönüşür, küçücük bir çocuk haykırır seçim sloganını büyük bir heyecanla.

Öyle zannediyorum ki bu çalışmadan sonra umulmadık aksilikler yaşanacak, masada popülaritesi düşünce hayat öpücüğü verilen parti, birkaç çelme daha takacaktır. Kulisler hızlanacaktır. Göreceksiniz, ihanetler artacaktır. Olsun, ağırlıklar düşer, hafiflersiniz ama bu yol böyle yürünür.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.