Halkların Demokratik Partisi’nin 2023 başkanlık seçimleri için aday gösterme kararı alması her bakımdan muhalefet içindeki dengeleri değiştirecek bir hamle. Uzun zamandır muhalefetteki hiçbir siyasi parti yaratıcı bir öneriyle ortaya çıkmıyordu. Bunun sebebi ise, Altılı Masa mekanizmasının izlediği siyasetsizleştirme politikasıydı. Çünkü Altılı Masa, seçimlerin halihazırda kazanıldığını ve bir arada kalmanın amaca ulaşmak için yeterli olduğunu vurguluyordu. Bunun için, seçimi kazanmaya yönelik adımlar atmaktan ziyade, seçimlerden sonra atılacak adımları, kabine bölüşümünü, partilerin güç icrasında oynayacakları rolü ve parlamenter sisteme geçiş anayasasını tartışmayı seçtiler. Ancak daha fazla ertelenemeyecek bir gerçek var, o da seçimleri kazanmak için oya ihtiyaç olması. Her ne kadar, Altılı Masa destekçisi kalemler, oy meselesinden bahsetmeyi mide bulandırıcı, gayri ahlaki bir hadise olarak görseler de bu can sıkıcı ayrıntıyı eninde sonunda göz önünde bulundurmak zorunda kalacaklar. Bundan birkaç hafta önce, DEVA Partisi lideri Ali Babacan, başkan adayını belirleme sürecini papalık seçimlerine benzetmiş ve er ya da geç beyaz dumanın bacadan tüteceğini söylemişti. Bu yaratıcı benzetme aslında Altılı Masa’nın durumu nasıl kavradığını gösteriyor. Zira, konsey tarafından belirlenen isim başka hiçbir şey yapmasına gerek duymadan Papa oluyor. Yani papalık makamı zaten kazanılmış bir makam. Oysa, Altılı Masa’nın adayının bir de seçim kazanmak gibi bir işi var. Masadan çıkan ismin göğsüne kimse başkanlık nişanını takmayacak. İşler de zaten burada karışıyor.
Altılı Masa’nın umut ettiği tablo, masadaki liderlerin büyük bir uyum içinde çalışması, seçmenlerini sandığa eksiksiz götürmeleri. Burada tutundukları dal, Erdoğan’ın ülkeyi felaket şekilde kötü yönetmesi ve insanların incirin çöpü, armutun sapı demeden gidip karşısındaki adaya oy verecek olması. Bu oy aslında partilerin oyu olarak değil, Altılı Masa’nın temsil ettiği muhalefetin oyu olarak görülüyor. Parti liderlerinden beklenen ise istikrarı bozmamak adına masada kalmaya devam etmeleri. Yani CHP seçmeni ya da İYİP seçmeni artık yok. Altılı Masa seçmeni var. Bu anlayış, oy oranı düşük olan dört partinin masadaki varlığının da sorgulanmasına mani oluyor. Vatandaş birliğe, beraberliğe ve çoğulculuğa oy verdiği için aslında yüzde 50’yi aşması planlanan oy oranında hepsinin eşit payı var. Bu hakkı ise masada olmakla ve masadan kalkmamakla elde ediyorlar. Her parti başkanının cumhurbaşkanı yardımcısı olması ve her partiye buna ilaveten standart şekilde bir bakanlık verilmesi ise bu anlayışın kaçınılmaz bir sonucu. Hatta ısrarla siyasi karizması yüksek bir liderden kaçınılmasının sebebi de bu. Seçim galibiyeti bir kişinin başarısı yerine, sistemin yani Altılı Masa’nın marifeti olmalı ki seçimlerden sonra da uyum bozulmasın. Böylece demokrasi tarihi açısından ilginç bir ana şahitlik edebiliyoruz. Bir koalisyon kuruluyor, hükumet programını açıklıyor ve kabine bölüşümünü yapıyor ve bunların hepsini seçimden önce hallediyor. Normalde, partilerin seçimleri kazanmak için bir araya gelmeleri kurdukları siyasi ittifaklar ile mümkün olur. Seçimde aldıkları sonuçlara göre de koalisyon kurar ve iktidarı paylaşırlar. Ancak Altılı Masa zaten seçimi kazanılmış gördüğü için buna ihtiyaç duymuyor ve doğrudan seçim sonrası için müzakere ediyor.
HDP’nin destek vermesi beklenen proje işte bu. Yani HDP’den, sadece Erdoğan’ı mağlup etmek için destek istenmiyor. Aynı zamanda Erdoğan sonrası işe başlayacak hükumet için, bu hükumetin programı ve kabinesi için de destek isteniyor. Buradaki garabet, oldukça iddialı bir şekilde kendisini tanımlayan Altılı Masa’nın hiçbir aşamasında HDP’nin sürece dahil edilmemesi. HDP yönetimi de haklı olarak, kendi destekleriyle mümkün olabilecek bir seçim zaferinin ganimetlerini niçin altı siyasi partiye hediye etmesi gerektiğini soruyor. Belli ki mesele sadece Erdoğan’ı mağlup etmekten ibaret değil ve bunun ötesine geçen bir kefalet bekleniyor. HDP ise bu noktada kamuoyu önünde açık bir müzakere talep ediyor ve masanın bir paydaşı olmak istiyor.
Bu talebi reddeden olağan şüpheli belli. Hepimiz biliyoruz ki İYİ Parti masadayken bu talebin kabul edilesi mümkün değil. Aslına bakarsanız, CHP’nin de kamuoyu önünde HDP ile program ve kabine müzakeresi yapacağını düşünmek de oldukça naif bir yaklaşım olur. Ama akla milliyetçi karakterinden ötürü ilk İYİ Parti geliyor. Siyaseti ahlak nöbeti geçirerek konuşan bir grup romantik sosyal medya kullanıcılarının gürültüsünden kurtulup hakikatleri konuşmak gerekiyor. İYİ Parti, HDP ile aynı müzakerelere oturmayacak. Seçmenler, kumandaları Meral Akşener’in elinde olan robotlar değiller çünkü. Partilerin oy oranlarını kağıt kalem alıp alt alta toplayarak seçimin kazanıldığına hükmeden insanlar anlamakta zorlansa da demokrasi hala seçmenlerin son sözü söylediği bir rejim. Parti yönetimlerine, sürekli olarak seçmeni dönüştürme görevi atfeden jakobenizmin tesirinden çıkmak gerekiyor. En azından parti elitlerinin esneme limitleri olduğunu kabul etmek gerekiyor. HDP ile ortak hükumet kurma çalışmasına oturduğu anda İYİ Parti’nin tabanında büyük bir huzursuzluk olacağını ve üst yönetimin tabanın sert tepkisiyle karşılaşacağını göz ardı etmemeliyiz. Hele ki yeni kurulan ultra milliyetçi Zafer Partisi’nin böyle bir hatayı dört gözle beklediği bir ortamda İYİ Parti’den bunu beklemek hayalci bir yaklaşımdan öteye gitmez. Dahası, bunu kabul etmediği anda İYİ Parti’yi, kaba kavramsallaştırmalarla yaftalamanın da hiç kimseye bir faydası olmaz. Hatta mevcut durumdaki imkan ve ihtimalleri görmemizi engeller. Zira İYİ Parti aslında MHP ve Zafer Partisi’nden farklı bir söylem ve strateji ile ilerliyor. Yani, HDP ile birlikte koalisyon hükumeti kurmaya yanaşmaması onu klasik bir “faşist” parti olarak damgalamayı beraberinde getirmemeli. Akşener, AİHM kararlarını uygulayacaklarını söylüyor ve milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırırken asla gözü kapalı evet demeyeceklerini belirtiyor. Partinin genel başkan yardımcısı Özlale, kayyum uygulamalarının keyfiliğini dile getirdi ve siyasi saiklerle yapılan yargılamalara karşı olduklarını söylüyor. Parti içinden kafa karıştırıcı birçok sesin duyulduğunu ve diğer partilerin özellikle bu isimler üzerinden İYİ Parti’yi tanımlamaya hevesli olduklarını görebiliyoruz ama İYİ Parti’nin Avrupa Birliği üyelik sürecine geri dönmeyi hedefleyen, hukukun üstünlüğüne ve yargı bağımsızlığına vurgu yapan, Türkiye’nin Batı ittifakıyla kurduğu geleneksel ilişkilere geri dönmesini vaaz eden ve Gezi Parkı tutuklularına sahip çıkan tavrını yok saymak ve MHP veya Zafer Partisi ile özdeşleştirmek kötü niyetli bir körlük. Dolayısıyla, İYİ Parti aslında HDP ile koalisyon hükumeti kurmasa da iki partinin aynı başkan adayını desteklemesini önleyen sert söylemlere de sahip değil.
Bunu, şartlar itibariyle gerçekçi siyaset yapma konusunda uzmanlaşmış olan HDP de elbette biliyor ve aday çıkararak aslında Altılı Masa’ya seçimlerin yaklaşmakta olduğunu, kurdukları mekanizmadan bir başarı hikayesi çıkmayacağını hatırlatıyor. Geldiğimiz noktada, HDP aday çıkarsa da HDP masaya gelip müzakerelere otursa da kaybedilecek bir seçim var artık. HDP, kendisine biçilen kimliksiz ve arafta ve elbette ki siyasetin doğasına oldukça aykırı bir pozisyonu reddederek tabir caizse bir “uyanın” çağrısı yapıyor. Ezbere siyaset konuşanların en büyük yanılgısı, ayartıcı kelimelerle Kürt sorunundan konuşulduğu zaman HDP’nin yelkenleri suya indirip her türlü desteği vereceğini sanmak. Bu yüzden son zamanlarda, Ankara’da, benim 25+12 insanları diye tanımladığım bir sürü insan, CHP ve HDP oylarını üst üste ekleyerek hesap kitap yapıyor. Neticede, CHP’deki değişim ve dönüşümün HDP ile ittifak kurmak için yeterli olacağına dair bir inanç bu. Ve tabii ki insaniliği dışarıda bırakan bir ezbere dayanıyor.
Zira HDP için durum, Türkler’den sıcak ve sempatik mesajlar alarak çözülemeyecek kadar kötü. Bütün belediyelerine kayyum atanmış ve eş genel başkanları tutuklu olan bir partiden bahsediyoruz. Birçok HDP’li siyasetçi hala demir parmaklıklar arkasında. Partinin yaklaşık 500 milyon TL parası donduruldu ve kapatma davasının kılıcı sürekli sallanıyor. Şu durumda, HDP yönetiminin Altılı Masa’nın bazı partilerinin gönderdiği, Kürtler’in gönlünü hoş edecek mesajlarla ilgilendiğini pek düşünmüyorum. HDP’nin bu kıskaçtan kurtulmasının hala en bariz yolu bu seçimi muhalefetin kazanması. Ancak bu noktada iki soru beliriyor. Birincisi, muhalefet gerçekten bu seçimi Altılı Masa’nın formülüyle kazanabilecek mi? Bu çok önemli bir soru çünkü, HDP için asıl kabus seçimlerin kaybedilmesi değil ve asıl kabus, seçimler kaybedilirken HDP’nin muhalif blok ile işbirliği içinde olduğu için açık hedef haline gelmesi. Bu Altılı Masa partilerinin anlayabileceği bir durum değil çünkü hiçbiri HDP kadar baskı altında değil. Seçilerin ertesi günü, bu partilerin seçkinleri ve parti bürokrasileri olduğu gibi hayatlarına devam edecekler. Ancak HDP için durum çok daha vahim olacak. İkinci soru ise, HDP’nin tabanına Altılı Masa’ya verdiği desteği nasıl anlatacağı. Toplam oy oranı yüzde 3 ile yüzde 5 arasında değişen dört parti kabinede toplam sekiz sandalye alırken, yüzde 12 oy oranıyla HDP’nin bu süreçten dışlanmasını halka izah etmek oldukça zor olacak. Bu yüzden HDP’nin aday çıkarma kararı tabanda büyük bir sevinç ile karşılandı. Üstelik birçok analist, kendi adayıyla seçimde yarışan bir HDP’nin üzerindeki kapatma stresinin de azalacağını söylediler.
İnanması zor ama İYİ Parti de HDP ile benzer endişeleri taşıyor. Yapılan araştırmalar, Akşener’in Altılı Masa adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na onay vermesi halinde, parti seçmeninin yarısının bu adaya oy vermeyeceğini söylüyor. Altılı Masa projesi parti tabanında pek kabul görmüş değil. Üstelik Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme söylemi de bu tabanı oldukça rahatsız etmiş gözüküyor. Yani Akşener’in Altılı Masa ile birlikte Kılıçdaroğlu’nun adaylığını onaylaması, ona kaybettiren bir senaryoya dönüşmüş durumda. Kılıçdaroğlu adaylığı hem katılım oranını düşürebilir hem de İYİ Parti’nin Zafer ve Memleket partilerine oy kaptırmasına sebep olabilir. Bu senaryoyu daha da korkutucu kılan, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetme ihtimali. Akşener’in ısrarla yaptığı kazanacak aday vurgusu aslında iki isme, İmamoğlu ve Yavaş’a, işaret ediyor. Yani Akşener, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanabilecek bir aday olduğunu düşünmüyor ve mağlubiyetin ortağı olmak istemiyor.
Bu tabloda büyük bir umut var aslında. Altılı Masa’nın HDP ve İYİ Parti’nin desteklerini kaybetmesi, bu projenin çökmesi anlamına geliyor. Yani altı parti tarafından bölüşülecek bir iktidar projesi artık olmayacak. Diğer bir ifadeyle, iktidar muhalefetteki partilere ait olmayacak. İYİ Partili Ümit Özlale’nin geçtiğimiz günlerde söylediği, “Biz HDP ile kesinlikle müzakere etmeyeceğiz ancak çıkardığımız aday herkesle görüşür, herkesin oyunu ister” sözlerini burada hatırlamakta fayda var. İYİ Parti’ye olmayacak taleplerle gidip, eli boş dönünce de ahlaki bir kriz geçirip bu partiyi faşistlikle suçlamanın dışında bir yol öneriliyor aslında. Bu yol ise partilerin bir adım geriye çekildiği, iktidarı paylaşma iddialarını terk ettikleri ve farklı partilerle müzakere etme işini adaya yükledikleri bir strateji. Böylece, hem Altılı Masa ile HDP arasındaki kriz kendiliğinden ortadan kalkabilir hem de seçimleri kazanma ihtimali arttığı için hem İYİ Parti hem de HDP yeniden muhalefet bloğunun ana gövdesine bağlanabilir.
Lafı eğip bükmeden, seçimleri muhalefetin kazanması için üç temel sütunun bir araya gelmesi gerektiğini söyleyerek bitireceğim. CHP, İYİ Parti ve HDP’nin seçmenlerini eksiksiz sandığa götürmeyi başardığı her seçim kazanılır. Görünen o ki bunu Altılı Masa başaramayacak. Başarmanın tek yolu, ülkeyi gelecek binyıla taşımak gibi devasa iddialardan vazgeçmek ve sadece seçimi kazanmaya odaklanmak. Bunun için ise CHP ve İYİ Parti’nin kazanabilecek bir aday üzerinde uzlaşıp ona HDP oylarına talip olması için alan açması gerekiyor. Böylece, herkesin eli temiz kalacak, içi rahat edecek, adaletsizliğe uğramış olmayacak ve seçim kazanılacak
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.