Herkes gibi karışık duygular içindeyim. Sabahları iyi uyanıyor, geç öğleden sonra kararmaya başlıyorum. Uyanmak için uyumak lazım ama aslında o da yok. Bu ara pek bir cimrileşen uyku hazretlerine nerede yakalanırsam orada tutunuyor, gücüm yettiğince bırakmıyorum. Bölük pörçük rüyalar yüzünden uyanıyorum sabahın üçünde… Twitter’a giriyorum hiçbiriniz yoksunuz. Uyuyorsunuz muhtemelen ya da benim gibi “Kimse yokken ne sıkıcı bir yer oluyormuş burası” deyip kapatıyorsunuz gerisin geri.
Lakin kabul edelim iyi dayanıyoruz… Bunca iç ve dış basınç altında taş olsa çatlar, kum olur dağılırdı. Sağlammış sinirlerimiz. Ama ne badirelerden geçtik yıllardır, ne talimler ettik?! Bizi susturmak, yaralamak ve hatta öldürmek isteyenlere direne direne ne güçler biriktirdik değil mi? Caka satıyorum bir zamandır Almanya’daki arkadaşlarıma. Bizimki kadar dirençli sivil toplum / toplumsal muhalefet bulamazsınız buralarda. Yalnız anasının nikâhına kadar otoriterleşmiş bir devlete/iktidara değil, ona alternatif oluşturmaya çalışan muhalefete rağmen var kalmaya devam ediyor çünkü. Evropa’nın bürokratik demokrasilerinin öğrenmesi gereken pek çok taktik ve strateji biriktirdi bizim memleket. Şu seçimi kazanalım da buyrun gidin biraz yol yordam öğrenin…
Eminim sinirleri bozuluyordur… Bozulsun canım. Hep bizim sinirlerimiz mi bozuk olacak? Biraz da onların “huzuru bozulsun.” Belki alarm işlevi görür de azıcık toparlarlar kendilerini. Hiçbir şeyin hazır bulunmuşu uzun ömürlü olmuyor. Demokrasinin de tabii.
Neyse, geçen hafta dediğim gibi, buradakilerle Türkiye’deki seçimleri konuşmak iyi gelmiyor bana. Durup durup kuruluyorum kendi kendime. Hayali konuşmalar yapıyorum. Ya hu insan böyle konularda mı yapar hayali konuşmalarını? Daha ne bileyim başka, işte bambaşka konular bulamaz mı? Yok, gene hepimiz gibi, ne zamandır içimdeki tüm sesler yalnızca siyaset konuşuyorlar. Sık sık kavgaya da tutuşuyorlar. Oyumu verip geldiğimden beri biraz sakinleşir gibi oldular nihayet ama henüz tam manasıyla durulmadılar. Aslında nasıl durulacaklarını unutmuş olabilirler. Neyse onlarla sonra ilgilenirim. Önce sonuçları görmek lazım. Sahi ne olacak acaba? Hah, işte döngü bu soruyla başlıyor… Günde 500 kez falan dönüyor herhalde…
Negatif miras
Bugün yazıya 20 kez başladım herhalde. Hiçbir paragraf diğerine bağlanmadı. Oysa şu muhafazakârlık dizisini bitirecektim güya, muhafazakârların kendileriyle yüzleşme ihtimali olup olmadığını sorgulayan. Müsaadenizle birkaç ihtimalden bahsedip gerisini başka bir zamana erteleyeyim. Ya hu bu adamlar/kadınlar nasıl miraslar bırakacaklar çocuklarına diye sorarak başlayacaktım. Aralarında mal-mülk biriktiren var tabii ama düşündüğünüz kadar çok sayıda değiller. Çünkü kendi aralarında paylaşmayı da pek beceremediler. O yüzden iktidarı bir kez kaybettiklerinde çil yavrusu gibi dağılacaklar oraya buraya. Mümkünse kendilerinden fazla bahsedilmemesini tercih edecek ve biriktirebildiklerinin tadını çıkartacaklar. Tekrar yan yana gelmelerini gerektiren her türlü ihtimali de bir yolla bertaraf edecekler.
Peki ama, gerçekten, nasıl miraslar bırakacaklar çocuklarına? Mal-mülk başlarını yesin. Bizim memlekette insan evladına kalabilen, ten rahatça çürüyüp toprağa karışsın diye sarılacak birkaç metre pamuklu kumaştan ibaret en nihayetinde. Hükmü o kadar yani dünya malının. O değil benim sorduğum. İsimlerini, hikâyelerini, o çok bir hassas oldukları değerlerini ne olarak devralacak evlatları? Diyeceksiniz ki umurlarında mı? Yooo… Pek çoğunun hiç umurunda değil. Çocuklarının gözlerinin içine baka baka, kahkahalar atarak, hazla ve hatta şehvetle arsızlaşıyorlar.
Ama o miras benim umurumda, eminim sizin de umurunuzdadır. Çünkü onlardan geriye çocuklarına kalacak şeyler arasında müştereken çektiğimiz eziyetler de var. Yani o mirasta, o baba ve anaların kendilerine ait olduğunu hiç düşünmedikleri utanç olduğu kadar, bizim de yılgınlıklarımız, kederlerimiz, kayıplarımız, irademizin bir işe yaramadığını hissettikçe yüklendiğimiz mahcubiyetler, çaresizlikler var. Kim taşımak ister ki böyle bir yükü miras diye?
O mirası yüklensin diye doğurulan çocukların bir haylisi nicedir farkında analarının-babalarının başlarına getirdiği felaketin. O yüzden kopup gidesileri var. Yapabilen çoktan ayırdı yolunu. Bir kısmı da başına ne geldiğini hızla yaklaşan mukadder yenilginin ardından anlayacak. Bu anlama işini geciktirenlerin önlerinde hiç orta yol açılmayacak. Kimisi kendisine miras kalan arsızlığı bir katman yeni mağduriyet kisvesine büründürüp üstlenecek, belki siyasete ya da ticarete atılacak, aralarında yeni tarikatlar, radikal örgütler vs kuranlar da olacak. Kimisi de cismini değilse bile onu o yapan sıfatları baştan seçmek için kendini yeniden doğurmaya girişecek. İlk gruptakiler materyal mirası ezerken, bu ikinci grup şarkılar yapacak, romanlar yazacak, filmler çekecek ya da aksi istikamette ilerleyip kendisini hiç kimsenin tanımayacağı, nereden geldiğini sormayacağı yerlerde yaşamak isteyecek. İçinden geçtiği hallerin hikâyesini anlatmanın türlü çeşit yolunu icat edecek her hal-ü-kârda. Böyle böyle, hikâyelerini ve negatif mirası en az iki kuşakta iki imbikten daha geçirdikten sonra yeniden anlamlandırmaya ve sahiplenmeye başlayacak. Yani o mirasa kendince bir şekil ve şemal tayin edecek.
Bu dediklerimi yapacak araçlara sahip olmayanların çocukları bir müddet sonra analarının-babalarının “Meğer biz de kandırılmışız” dediklerine tanık olacak. Birçok evde bu konular mümkünse hiç açılmayacak. Açıldığında büyük kavgalar kopacak. Bazı hanelerde ise o kadar sevdikleri, sadakatle bağlı oldukları adam sütten çıkmış ak kaşıkmış da düşmanları ona düzen kurmuş gibi anlatılacak hikâye. Bu versiyon ise asıl etkisini en az üç kuşak sonra gösterecek. O zamana kadar kimse pek ciddiye almayacak mevzuyu böyleyken böyle diye anlatanları, yani avatarlarından vazgeçmeyenleri.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Daha en büyük grubu saymadım. O grubun teşekkül etmesine henüz vakit var. Yenilgiden sonra ortaya pek çok sırlar saçılacak. Beşine inanmamayı seçseler de altıncısının kapılarının ve gözlerinin önünde vuku bulduğunu, hatta bir akrabayı ya da komşuyu hedef aldığını hatırlayıverecekler birden. Kopuş stratejileri geliştirmeye çalışacaklar. Sadakatleri ölçüsünde bir ihanete uğradıklarını farkedip kabullenmek istemeyecekler önce. Öfkeyle uzaklara savruldukları yerlerden, gidecekleri başka bir ev olmadığı için gerisin geri dönecekler. O kafa karışıklığından yeni siyasetler çıkacak. Kim bilir bu deneyimi hangi bilgi ve deneyimlerle meczedip, “hah gerçek biz buyduk aslında” diyerekten yeni bir ad verecekler kendilerine.
Coşkun akan dere
Yani hiç kimse için hiçbir şey bitmeyecek kaybettiklerinde ya da rakipleri kazandığında. Bilakis kaybedenler için de kazananlar için de her şey yeniden başlayacak. Kanatlarındaki tüyleri pazarda ucuza okutan taraf, artık yeniden doğma şansının kalmadığını bildiği için, bir yerlerden kendine ucuz -dayanıklı olsun diye plastik- kanatlar uydurmaya çalışacak. Nicedir yanmakta olanlarsa, alev almış kanatlara alıcı çıkmayacağı için, küllerinden yeniden doğacaklar ve o taptaze, rengârenk tüylere nice tüccarlar talip olacak.
Hakikaten az kaldı! Zaman hem yakalanamayacak denli hızlı hem katlanılmaz derecede yavaş akıyor. İyi ki geleceği şimdiden göremiyoruz da umut edebiliyoruz diye geçiriyorum aklımdan umutlu olduğum anlarda. Karamsarlaştığımı ise türlü çeşit kehanetlere kulak kabarttığımı farkettiğimde anlıyorum.
Baharda karlar erirken coşkun akmaya başlayan derenin yatağındaki güzden kalma bent kırılmak üzereymiş gibi bir manzara var sanki karşımda. Dere bendi öyle güçlü dövüyor ki birkaç dakika sonra nasılsa yıkacağını ve yoluna devam edeceğini görüyor, sabırsızlıkla bekliyorum. Çünkü aklım çoktan akıntıya kapılmış halde. O dere, daha hangi kavşaklarda, hangi bentleri çatlatıp hangi tarihsel ama ömrü hepi topu bir mevsimlik tıkanıklıkları açacak kim bilir? Derenin hangi nehre ve sonra denize kavuşacağı meselesi de var daha!
Ay neyse! Nasıl geçecek bu son hafta?
e-mail: aysecavdar@gmail.com