Kemal Can yazdı: Görülmüş olan ve görülmemiş olan

7 Ekim saldırısının üzerinden iki hafta geçti. Hemen ertesi gün, -kimilerince olması kaçınılmaz,  kimilerince “meşru hak” sayılan- kara harekâtının ne zaman yapılacağı konuşulmaya başlandı. (Belki bu yazı yayına alındığında kısmen veya topyekun işgal başlamış olur.) Bazı rehinelerin serbest kalması ve sınırlı olarak bir miktar yardım kamyonuna izin verilmesi, kısa bir erteleme belirtisi sayılıyor ama vazgeçilmesine ihtimal veren yok. Ve neredeyse herkesin birleştiği nokta, asıl hadisenin Gazze’nin işgali ile başlayacağı. İsrail askeri ve siyasi yetkilileri, bunun imha operasyonu olduğunu açıkça dile getiriyorlar. Verilecek karşılık için, “görülmemiş” veya “her şeyi değiştirecek” bir “ölçüden” söz ediliyor. 

ABD Başkanı Joe Biden, “İsrail’i öncekinden bile güçlü yapacak” bir hamleden bahsediyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İsrail’in “öncekilerden epey farklı bir intikam peşinde olması bizi endişelendiriyor” diyor. Yani üçüncü haftasına giren krizin kronolojisi kabaca şöyle diyebiliriz: Hamas daha önce yapılmamış bir terör eylemiyle İsrail’de görülmemiş kayıplara neden oldu. Batılı ülkeler, İsrail’in cevap hakkını daha önce pek görülmemiş hararetle savundu. İsrail, görülmemiş bir intikam için harekete geçmiş durumda. Bütün bunların karşısında verilen tepkiler ise daha önce gördüğümüz, bildiğimiz ve tanıdığımız sınırı pek geçmiş sayılmaz. Tepki cephesinde görülmemiş bir şey yok.

Dünyanın -kurumsal siyaset ve devletler ölçeğinde- Filistin sorunundaki (aslında hemen her uluslararası meseledeki) iki yüzlü tutumu, yıllardır bilinen ve biraz da normalleşmiş hadise. Ancak son krizde, basit ambalajlama çabalarına bile lüzum görülmeyecek kadar kaba ve tek taraflılıkla adeta övünülen bir seviyeye vardı. Uluslararası politika, hatta Birleşmiş Milletler zemini, “İsrail’i destekliyorum var mı diyeceğin?” sığlığında bir performans sahnesine dönüştü. Tanıdık ve şimdi daha da çirkinleşen bu tablo, “batılı ülkeler” paranteziyle sınırlı değil. Kapalı ve açık diplomasi, arabuluculuk ve pazarlık masaları kurmakta fazla acar bölge Müslüman ülke yönetimlerinin de gürültülü açıklamalardan daha fazlasını yaptığına dair bir işaret görmüyoruz. 

Mesela, Ukrayna işgalinde son derece hızlı işletilen ambargolara benzer bazı hamleleri -Podemos haricinde- dile getiren pek olmadı. Kamuoyu reaksiyonlarında da batılı ülkelerde ve Müslüman coğrafyada bildik çevrelerin yine tanıdık çıkışlarını izledik. Türkiye’deki tepkilere bakılınca durum daha da berbat. Gazze’deki hastanenin vurulduğu gece – İslamcıların biber gazıyla tanışmasına vesile olan- hararetli gösteri denemeleri oldu. Ancak çok kısa sürede -bir gün içinde- saman alevinden bile hızlı, protestolar tamamen söndü. Sanırsınız, Gazze ablukası kalkmış, kara harekâtı (işgal ve imha) tamamen gündemden çıkmış. Kimse “Giderken bana mı sordunuz?” azarını bir kez daha yemek istemiyor.

“Şaşırtıcı” eylemler ve “görülmemiş cevaplar” konusunda son yirmi yılda dünyada ve Türkiye’de de çok sayıda örnek gördük. Örneğin 11 Eylül, ABD topraklarında o zamana kadar “görülmemiş” bir terör saldırısıydı. Hatta tek bir seferde en çok insanın öldüğü terör eylemi olarak kayda girdi ve bu unvanın değişmesi hayli zor. 11 Eylül’e verilen cevap da, açıklandığı gibi  “görülmemiş” genişlikte ve şiddette oldu. Hukukun, yasaların, ulusal veya evrensel ilkelerin rafa kaldırıldığı atmosferde, 11 Eylül’ün cezası, milyonlarla ifade edilebilecek insana kesildi. Bazı ülkelerin vatandaşları, kendi ülkelerinde veya sürüldükleri yerlerde hâlâ ödenmeye devam ediyor. Pek etkilenmediğini düşünenlerin önemli kısmı da fena halde yanılıyor. 

Mesela yerel örnek “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz’un açtığı “imkanlarla”, bu hadiseyle en ufak bağı kurulamayacak on binlerce insan mağdur edilebildi. Şimdi bunun belgeselini yapmak bile sakıncalı. Bu ülkede en yetkili isimler, terör saldırılarının oy hareketlerine etkisi konusunda siyasi demeçler verilebildi. Bütün bunlara bakınca, şiddet döngüsünün güç ve iktidar konsolidasyonuyla ilişkisi daha belirgin hale geliyor. “Görülmemiş” saldırganlıklar, vahşilikler; görülmemiş cevaplara “meşruiyet” bahşediyor. Sahte meşruiyetlerin önünü açtığı baskı ve şiddet ise herhangi bir ayarı olmayan yıkıcı saldırganlıkların boy atacağı tarlaları sürüyor. Terör veya terör ikliminin devamıyla beslenen şiddet döngüsü, bu sarmalın sağladığı olağanüstü güç ve iktidarları semirtiyor. Netanyahu, bu döngüyü Filistin Devleti’ni engellemek için Hamas’ın ne kadar lüzumlu olduğunu söyleyerek, açık biçimde dile getirmişti.

Dünyayı, ülkeleri ve zihinleri ele geçiren şiddet döngüsünü (dengesini) kırmanın yollarından biri, “görülmemişe” yer değiştirmek olabilir. Kabul edilemez vahşilikle terör saldırıları ve buna cevabın görülmemiş sertlikte olması, aslında çok bildiğimiz ama hâlâ şaşırtılmamız için kullanılan araçlar. Oysa bu döngünün taraflarını sahiden sarsacak olan, bu “olağanüstülük” sarmalına köklü itirazın “görülmemiş” güçlülükte ve biçimde kendini ifade edebilmesi. Yani “görülmemiş” olmayı başarması. İtiraz, neden ve neyi değiştirmek için olduğunu karara bağlamadan yola çıktığında pek bir yere varmıyor. Öylesinden kimsenin şikâyeti yok zaten. Diğer taraftan, basın açıklamaları, imza kampanyaları, telin mitingleri; yer verilen ifadeler, atılan sloganlar hangi seviyelere çıkarsa çıksın, “görülmemiş” etki yaratmaktan çok uzakta.

Filistin protestolarında Türkiye’de çok daha bariz görünen bir başka noktaya  değinmeden geçmeyelim. Dini veya seküler hassasiyetleri öne çıkartarak, çatışmayı medeniyet savaşı olarak ele alan kanatlar, itirazlarını bu duruşun önceliklerine uyduruyor. Bu ayrımın daha geriye giden tarihi, Filistin davasının sol ve İslamcılıkla ilişkisindeki değişimle bağlantılı. Bugün, farklı saiklerle aktive olanların -yaklaşık bir- ortak itiraz zemini kurmalarının zorlaştığı görülüyor. Yirmi yıl kadar önce, Irak işgali karşısında birlikte barış eylemi yapabilenlerin artık yan yana gelmesi çok güç. İtirazın “büyük davayla” bağı, bazen -bir gün içinde bütün öfkenin yatışması gibi- pragmatik sessizlikler, bazen de -Yahudileri vatandaşlıktan çıkarmak, göçmenleri savaşmak için Gazze’ye göndermek gibi- agresif aşırılıklar içerebiliyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.