Ayşe Çavdar yazdı: Yapma Alev, yakma kendini!

Başlamadan söyleyeyim. Gani gani spoiler olacak bu yazıda. Diziyi izlemeye niyetiniz varsa veya yeni başladıysanız okumayın…

Kızılcık Şerbeti’nin ilk bölümünden itibaren dozunu giderek artıran en gerilimli akış nihayet bir çağlayana dönüştü. Alev-Abdullah “Apo” Ünal aşkından söz ediyorum. Bunu da anlatınca fazla bir şey kalmayacak bu arada. Dizi devam edecek mi, bizi sürükleyecek mayınsız bir arazi bulabilecek mi göreceğiz. İkinci sezonun başından beri diziye damgasını vuran şeyin böylesi bir arayış olduğuna şüphe yok.

Birinci sezonun sonuna doğru bizi Nursema’nın yeniden doğuşuna, aslında kendini doğuruşuna kilitleyen kararlılık ve yenilikçilik ikinci sezonda darmadağınık ve tutuk bir anlatıya dönüştü. İkinci sezonda, Fatih’ten bu kadar tiksinmemiz için Doğa’ya çocuğu üzerinden yaptığı şantaj yeter de artardı bile, ki oraya gelene kadar notunu çoktan vermiş çöpe göndermiştik kendisini. Fakat Doğa’nın peşine de takılamadık bir türlü, çünkü hatun kişi hiç de Kıvılcım’ın yetiştirdiği bir kız gibi davranmıyor. Kıvılcım da, özellikle son birkaç bölümdür yüzeysel bir tipe dönüştü. Hele şu televizyon programı aracılığıyla kız çocuğu kurtarma girişimi… Hakikaten ya, o neydi öyle, ayıp değil mi? Cânım Kıvılcım’ın tek işlevi, diziye Nursema’ya aşık olarak giren Ertuğrul’u hikâyede tutmaktan ibaret gibi son iki-üç bölümdür. Ömer’in hastalık mevzusu çok uzadığı için sıkıştı kaldı o cephe…

Nursema arada canlılık alametleri gösterse bile işleri yavaştan alıyor. Çünkü yakarsa dünyayı Nursemalar yakar. Diğerlerinin hiçbirinde onun sahip olduğu potansiyel yok. Herkesin donunu başına geçirebilir isterse. Bu yüzden senaryonun dizginlemekte en zorlandığı karakter de o. Nursema’yı hayatın doğal akışına terk etmiyorlar bir türlü. Sırf onu hikâyenin yıldızı yapmamak için, Umut’u akıbeti yoksulluk olan bir dizi beceriksizlikle imtihan ediyorlar. Hatta şimdi de birinci sınıf bir avanaklığa bulaşacak gibi duruyor silik damadımız. Gariban oğlanın Nursema’nın ayağına ailesinden az biraz gevşekçe bir pranga olmaktan başka işlevi yok. Nursema’nın içinden çıktığı muhafazakâr cemiyetin kimi davranış kalıplarını ters-yüz etmek suretiyle üzerine geçirilmiş ucuz bir seküler takım elbisenin içinde sıkışıp kaldı oğlan. Bilgiç bilgiç, “her kararının yanındayım, bana hiçbir şey sormana gerek yok, sana niye karışayım, izin isteme benden” gibi şeyler söyleyip duruyor Nursema’ya. Şu saate kadar yaptığı tek düzgün iş, Zülkâr’ın başlarına açtığı kaçak elektrik belasını karısına gözyaşları içinde anlatmak oldu. Diyeceksiniz ki Nursema da barda şarkı söyleme işini ona yasaklayıp babasının yanında bir süre de olsa çalışmaya, daha doğrusu salla başını al maaşını pozisyonunu kabullenmeye zorladı Umut’u. Dizinin en inandırıcılıktan yoksun hikâyeciğiydi o. Ailesinden o kadar büyük bir kazık yemiş o genç kadının, tazecik kocasını o şirkete o şekil göndermesi için dizi karakteri olması gerekir.

Bu kadar beğenmediğim diziyi niye mi izliyorum?… Onu da en sona saklayayım…

Şimdilik başımızın acılaşmakta olan tatlı belası Alev’e dönelim…

Alev-Apo hattı

Alev, en başından beri dizinin en sevimli karakteri. Aklına eseni hiç süzgeçten geçirmeden hem yapan hem söyleyen, hayalperest ve uçarıymış gibi görünse de iş başa düştüğünde gayet mantıklı bir oyun kurucuya dönüşen, içinden taşan hayatiyeti yalnız yerinde duramamasıyla değil dayanışma ihtiyacı belirdiğinde gözünü budaktan sakınmamasıyla da ortaya koyan kız kardeşimiz, canımız, Alev’imiz. Solmaz Ana’nın tekne kazıntısı, kalp çırpıntısı, en büyük endişe kaynağı, yeğenlerinin sırdaşı, ablasının dert ortağı, besbelli deli aşık, yüreğinin götürdüğü yerleri dibine kadar keşfetmekten çekinmeyen, hatta belli ki biraz —af buyrun— kazuratını çıkaran bir arkadaşımız. Dizideki en tanıdık sima. Herkesin hayatında bir ya da birkaç Alev mutlaka bulunur. Kendileri gibileri arkadaş edinmezler genellikle Alevler. Ama her arkadaş grubunda illa ki bir Alev vardır. Onlar olmasa kimin dedikodusu yapılacak —şimdi benim yaptığım gibi; kim yaşayacak kimsenin cesaret edemediği hercai aşkları; kim daldan dala konacak çalıkuşu gibi; hayatın en kıyak ezalarını cefalarını sırtlansa da façayı düşürmeden kim yaşayacak dibine kadar? Öyle biri işte Alev… Ve tam da böyle biri olduğu için muhafazakâr oteller zinciri sahibi Abdullah Ünal’ın yüzde yüz ötekisi, tam olarak aksi, zıttı… Başlatmayın şimdi zıt kutuplar birbirini çekerinizden… Ufacık bir doğruluk payı olsaydı bu sözün dünya şu halde mi olurdu?

Hani böyle göz göre göre gelen felaketler vardır ya. Tam öyle oldu. Dizinin ilk bölümlerinden itibaren içim çekiliyordu sanki Alev’li Apo’lu sahnelerde… Ama şöyle selim akılla filmi geriye sararsak, anlatılanlar arasında azıcık tutarlılık arz eden tek hikâye de gene o sahnelerdeydi. Silah filmin en başında görünmüştü yani, patlamaması imkânsızdı. Geç bile kaldı. Diziye bomboş bir gıybet havası hakim olmuştu. Bununla birlikte ikinci sezonun neredeyse bütün fragmanları, ilaveten bölüm finalleri Alev-Apo hikâyesinin yarattığı gerilime dayanılarak kesilmişti.

Ne var peki Alev-Apo aşkında? Bu aşka taraf olan seyirci gruplarına bakalım evvela! En kalabalık olan benim de dahil olduğum “Alev, yapma, yakma kendini” diyenler. Gerekçelerimi birazdan sayacağım.

İkinci grup, muhafazakâr evin annesi Pembe’nin dizinin başından bu yana çoğumuzu küplere bindiren hal ve gidişatından dolayı cezalandırılmasını isteyen ve sırf bu sebeple Alev’in başını yakmasına ses çıkarmayanlar. Pembe’ye verilecek en büyük cezanın, kocasının elinden alınması olduğu konusunda haklılar. Abdullah giderse Pembe’nin önünde iki yol açılır. Oğullarına ve muhafazakâr değerlerine iyiden iyiye sarılabilir, bu kuvvetli ihtimal ne yazık ki… Ya da, küçük ihtimal de olsa, olmamış iş değil, Nursema gibi kendini yeniden doğurur. Ve fakat her iki durumda da Alev’in ne günahı var Allah aşkına?!.

Görebildiğim kadarıyla çoğunluğu üç aşağı beş yukarı 30 civarında kadınlardan oluşan üçüncü bir grup daha var ki, o grubun varlığını Umutgillere borçluyuz bir miktar. Bu gruptakiler, Alev’in Apo’da bir tür “nostaljik” erkek izi bulduğunu söylüyorlar. Muktedir, karizmatik, sevgisini belli etmese de ilgisini esirgemeyen, ağır başlı, sözünde duran, eskiden daha çok babaların içine sığıştırıldığı, gençler arasında artık pek rastlanmayan bir erkeklik kisvesinden bazı kalıntılarmış bunlar.

Bir hayli yorum okudum ama “yürü be Apo” diyene rastlamadım hiç. Yani kimse, “Paran var, pulun var, güçlü adamsın, yaşına-tipine bakma kadının gencini-güzelini elbette sen hak ediyorsun, hadi ömrünün son döneminde yaşayamadığın aşkları sıraya dizip hayatını temize çek” falan demiyor. Demiyorlar, çünkü buna ihtiyaç yok… Vardı ya hani Lozan Anlaşması’nın gizli bir maddesi… Bu da ataerkil sözleşmenin gizli, fantastik maddesi… Lozan’ın gizli maddesinin aksine ataerkil sözleşmenin bu gizli maddesi ful kapasite yürürlükte. Üzerinde konuşulmadan uzlaşılan, en derûnî bir sadakatle uygulanan bu maddeye göre, çiftler birlikte yaşlanır, ama erkek vakti geldiğinde canına yeni bir yoldaş, hatta yoldaşlar arar. Zira hayat enerjisini yenilemeye ihtiyaç duyacaktır. Aynısını kadın yapsa, aman Allah’ım, bırakın seküleri, en dinsiz evlerde, cemaatlerde bile kıyametler kopar da, erkek yapınca olağan karşılanır. Tabii ki beddua edilir arkasından, mesela, “erkek değil mi, en iyisinin canı kenefte çıksın” falan denir. Amin! Neyse…

Alev’in Can’ı bırakmasını anlarım, hayat enerjileri uyumsuzdu… Can fazla sönük bir tipti Alev için. Rüzgâr’ı bırakmasını da anlarım. Çünkü ortada bir meydan okuma kalmamış artık. Evcilleşmiş Rüzgâr. Her istediğini hiç sorgulamadan yapan bir adamı ne yapsın Alev? Aşık olduğu Rüzgâr o değildi ki. Fakat Apo ne be hemşirem, halka ait plaja beton kütleler halinde diktiği yeni otelini yapamasın diye düzenlenen protestolara katılmak dışında ne işin olur senin o adamla?!

Kimisi yaşı, kimisi muhafazakârlığı, kimisi her ikisi nedeniyle Apo’yu Alev’e uygun bulmuyor. Söz konusu uygunsuzluğu tespit edenlere göre, sahip olduğu güç ve para Apo’nun bu falsolarını görünmez kılmaya yetiyor. Bu görüş tabii yukarda söz ettiğim ataerkil sözleşme maddesinin kanun hükmünde kararnameyle düzenlenmiş zeyllerinden biri. Buna göre her durumda kadını suçlayacak bir şey bulunmalıdır. “Alev Apo’yu elbette parası ve gücü için istiyor”dur #LaHavle.

Nihayet kendimi en yakın bulduğum izahat hattı, ama benim izahım bir itirazla sürüyor. Bu hattan gidenlere göre Alev, Apo’da baba özlemini gideriyor. Haklı olabilirler. Dizi boyunca Alev ve Kıvılcım’ın babalarından, yani Solmaz’ın kocasından bahsedildiğini hatırlamıyorum. Dolayısıyla Alev-Apo mevzusu açılırken bir yandan da Solmaz Hanım’ın eski hikâyelerini deşeriz diye umuyorum. Onun da zamanında çok canlar yaktığından eminim.

Lakin, benim Alev’e kendini yakacaksın, yapma dediğim yer de tam burası… Doğrusu yaş ve tip meselelerinin aşkla bir alakası olduğunu düşünmüyorum. Gönül sevmeyegörsün o detayların bir hükmü kalmıyor. Lakin Alev’in, hem Nursema hem de Doğa vakalarında sonuçlarını bizzat onarmak zorunda kaldığı bir “korkunç baba” olma vaziyeti var Apo’nun… Muhafazakârlık kılıfına ustaca büründürdüğü gayet kaba-saba bir zalimliği “biz böyleyiz” diyerekten gittiği her yere taşıyor. Ömer’in ve Nursema’nın zorla evlendirilmelerinde payı olduğu gibi, Fatih’in Doğa’ya reva gördüğü zalimlikte ve Mustafa’nın kendini sürekli hakir gören ezilmişliğinde de Apo damgası var. Ömer’in ölen ikiz kardeşinin karısıyla evlendirilmesinde Pembe’nin hiç payı yok. Nursema meselesinde Pembe hikâyenin ortağı, ama kendine denk bir iş adamına kızını teslim eden kişi asıl olarak Apo. Pembe o mevzuda daha çok bir işbirlikçi görünümünde. Fatih’e zalimlik konusunda Pembe cesaret verse de model elbette Apo. Mustafa’nın mutfak sevgisi dile geldiğinde Apo’nun mevzuyu nerelere götürdüğü de ortadaydı. Hülasa, Apo her şeyden önce dört başı mamur bir zalim baba… Zalimliğini de babalığı gibi kendi babasından miras almış. Bu miras alma sürecini daha ilk yemeğe çıktıklarında Alev’e bizzat anlatmıştı.

Alev ise onun kendisi için seçtiği bir imtiyaz. Başa dönebileceği yer. O başa dönme fırsatını ise parasıyla ve gücüyle elde etti. Alev’e yaptığı iyilikleri, aldığı o pahalı saati hatırlayın. Hikâyenin hiçbir yerinde mahcup muhafazakâr bir adam değildi Apo, sinsi sinsi işini yürütüp Pembe nezdinde inkâr etti yalnızca. Zülkâr’dan duyduğu aşk hikâyesinin ardından kötünün kötüsü bir şarkı eşliğinde birkaç anıyı hatırlayarak vermedi Alev için Pembe’den boşanma kararını yani. Ona her fırsatta “hadi harekete geç, kartlarını açık oyna” diyen Alev’i elinden kaçırması mukadder olunca treni kaçırmamak için harekete geçti. “Ben bunu hak ettim” diye düşündü, “kazandım ben bunu…”

Bu yüzden benim şaşırdığım şey Alev’in Apo’yu hâlâ saygın biri olarak görmeye devam etmesi. Bu, olacak iş değil. Alev’in tanık olduğu onca mevzudan sonra hem Apo’ya hem kendisine saygı duyması pek mümkün görünmüyor. İş bu nedenle Alev’e “bacım etme, eyleme” demek istiyorum… Onun sana yaptığı “iyilik”ler de içten içe seni kendi imtiyazı olarak gördüğü içindi. Baksana kendi çocuklarına neler etti bu adam?… Nursema’yı onun gönderdiği ölümün pençesinden çekip alan sen değil miydin?! Doğa’nın en yakın tanıklarından biri sen değil misin?

28 Şubat sürecinden hemen sonraydı. Kimi İslamcı kadınlar, o cenahın gazetelerinde anlatamadıkları dertlerini anlatırlardı geriye kalan matbuata. O dertlerden biri, dindar zenginlerin 28 Şubat’ı bahane ederek “başı açık” ikinci eşler edinmeleriydi. Bu yolla gömlek değişikliği sinyali veriyorlardı yetkili mercilere. İlk eşleri çocuklarla birlikte şehrin kıyısında yeni yapılan ucuz sitelerden birinde kiraladıkları ya da aldıkları evlere, altlarına araba, ceplerine limiti belli kredi kartı vererek gönderiyor, merkezi semtlerde yeni eşleriyle gönençli bir sosyal hayat kuruyorlardı. 28 Şubat biteli çok oldu, ama bu hikâyeler bitmedi, aksine çoğaldı, çeşitlendi. Biz boşanmayı kadınlar için zorlaştırıp erkekler için kolaylaştırmak üzere planlanan düzenlemeleri şu kadarcık nafakayı ödeyemeyen yoksul erkeklerin talebiyle değil, o yoksul erkekleri de kendilerine yüz perdesi yapan varlıklı erkeklerin baskısıyla tartışıyoruz. Çünkü ataerkil sözleşmenin o herkesin bildiği gizli maddesi icraat sahası arıyor. Medeni kanun, din, iman, vicdan vs. hak getire… Yok öyle şeyler… Yazmıyor erkekliğin sapına kadar muhafazakâr kitabında…

Hal böyle iken içten içe ben Alev’in Apo’ya ödül değil ceza olduğu bir hikâye izlemek istiyorum doğrusu. Abdullah Ünalgillerin rezil olabildikleri gün, emin olun, yalnız Nursemalar ve Doğalar için değil, bütün dünya için yeniden umutlanmaya başlayacağımız gün olur…

Gelelim aradaki soruya… Bunca kızdığım diziyi niye izliyorum? Ayaklarına taşlar değse de Kızılcık Şerbeti öncü bir iş. İçimde bir his, özellikle şu dönem geçtikten sonra pek çok taklidinin yapılacağını söylüyor. ”Muhafazakârları kötü gösteriyor” iddiasının, “kadına yönelik şiddeti özendiriyor” gibi bir bahaneye büründürülerek cezalandırıldığı günler bir geçsin Kızılcık Şerbeti’nin anlatmayı bıraktığı yerden ne öyküler çıkacak kim bilir! Lafın gelişi kim bilir diyorum, herkes her şeyi gayet iyi biliyor oysa!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.