Ruşen Çakır yazdı | Din yorgunlarının ülkesi: Türkiye

Geçtiğimiz günlerde İbrahim Şişik adında genç bir eski müezzinle yayın yaptım. Bir cemaatin medreselerinde eğitim gören Şişik deprem sırasında Hatay’da müezzinlik yapıyormuş. Önceden başladığı inancını sorgulama sürecinde depremin hızlandırıcı bir etkisi olmuş. İstifa edip İstanbul’a dönmüş. Bir süredir kendisini “agnostik” (bilinemezci) olarak tanımlıyor ve YouTube’ta videolar yapıyor. 

Bir süredir bu tür yayınları çok yapar oldum: Başörtüsünü çıkartan kadınlar, deizm veya ateizme yönelen muhafazakâr ailelerin çocukları, dini sorgulayan Diyanet mensupları ve ilahiyatçılar. Nitekim bir izleyici Şişik yayınına şu yorumu yaptı: “Acaba neden sadece İslami geçmişi olup ateizme  veya agnostizme kayanları bulup ‘arayış’ diye sohbet ediyorsunuz da ateist veya agnostik geçmişi olup İslami hayata geçenleri bulup ‘arayış’ diye onlarla sohbet etmiyorsunuz diye düşünüyorum doğrusu.”

Kendisine şu cevabı verdim: “1980’li yıllarda İslam’ı seçenlerle epey röportaj yaptım, hatta Nokta Dergisi’nde ‘Hidayete erenler’ diye kapak dosyası hazırladım. O tarihte yükselişte olan İslamcılık muhalifti İslam’ı da güçlendiriyordu, şimdi iktidara geldi tersi yaşanıyor.” 

İşte bu yazıda, izleyicime verdiğim bu kısa cevabı biraz açmak istiyorum.

Dimyat’a pirince giderken…

Erdoğan özellikle iktidarının son yıllarında devlet eliyle yukarıdan aşağıya İslamileştirme politikalarını hızlandırdı ve yaygınlaştırdı. Bunu genellikle yaşadığı “yönetemem krizi”ni kolay bir şekilde aşma çabası olarak yorumladık. Ancak onun genel olarak toplumda, özel olarak muhafazakâr ailelerde, bilhassa onların çocuklarında yaşanan dinden uzaklaşmayı engellemek istediğini de düşünmek isabetli olabilir. Fakat devletin bu tür müdahalelerinin beklenin zıddı sonuçlar verdiğine dair nice örnek var: bakınız İran.

Bizde de böyle olduğunu düşünüyorum. Ülkeyi yönetenler, eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in son dönemde tedavüle soktuğu “maneviyat güvenliği”nin tehdit altında olduğunu düşünüp hızlı ve sert tedbirler almaya kalktığında işler onlar açısından daha da rayından çıkıyor.

İslam ve İslamcılığın “efsun”u

Peki neden böyle? Bu noktada Prof. Şerif Mardin’den öğrendiğim “efsun” (Fransızca merveilleux, İngilizce enchantment) kavramına başvurmak istiyorum. 1980 ortalarından itibaren bir gazeteci olarak İslami hareketi gözlemeye çalışırken bu “efsun”a tanık olmuştum. Solun ve milliyetçi sağın dağıtıldığı Türkiye’de, İslam dünyasının birçok yerinde olduğu gibi İslami hareket bir cazibe merkezi haline geliyordu. Ortada cezbedici ve büyüleyici bir olgu vardı: Hem bir yandan bireysel anlamda “huzur” buluyordunuz, hem de bir cemaat bünyesinde, en azından camiye giderek toplumsal anlamda kendinizi “güven altında” hissediyordunuz. Üstelik müesses nizama meydan okuyordunuz ve iktidara yürüyordunuz.

Diğer bir deyişle insanların dünyevi ve uhrevi arayışlarına bir şekilde cevap verme iddiasındaydı İslam ve İslamcılık ve karşısında ciddi bir rakip de yoktu, kuşkusuz müesses nizam dışında. Fakat sistem bükemediği bileği kırmak istedi, 28 Şubat’ta başarır gibi oldu ama bunun yanıltıcı olduğu kısa süre sonra ortaya çıktı. Yediği darbeler İslamcılığı öldürmeyip güçlendirmişti.

“Efsun”un kaybı

Fakat AKP iktidarıyla birlikte bu “efsun”un adım adım ortadan kaybolduğuna tanık olduk. Özellikle Ergenekon, Balyoz vb. süreçlerde Ordu ile sürdürülen savaşın ardından Fethullahçılarla birlikte devleti tam anlamıyla ele geçiren AKP’nin artık hiçbir bahanesi kalmadı ama “yeryüzü cenneti” beklentileri asla gerçekleşmedi. Tam tersine Türkiye, kayırmacılığın, yolsuzluğun, yoksulluğun, adaletsiziliğin egemen olduğu bir ülkeye dönüştü. Din de bunlardan doğan hoşnutsuzlukların üstünü örtmek için başvurulan sıradan bir ideolojik araca.

“Efsun”un kaybolmasıyla birlikte dinin (İslamiyet’in) eskisi gibi bir çekiciliği kalmadı. Din dışı hayatlardan İslam’a geçenlerin sayısı ve bu tür geçişlerin anlamı azaldı, bunun yerine dinden uzaklaşanlar daha fazla dikkat çeker oldu. 

Dinden uzaklaşmanın türleri

Dinden uzaklaşma denince akla tabii ki önce ateizm yani dinsizlik geliyor. Ama olay sadece bundan ibaret değil. Prof. Ali Köse “Dinin Geleceği” (Nobel Akademi Yayıncılık, 2023) adlı kitabında dinden uzaklaşmanın türlerini şöyle sıralıyor: 

Agnostik /Agnostisizm: Bilinemezci olarak bilinen agnostikler, Tanrı ve evren hakkındaki mutlak gerçekliğin bilinemeyeceğine inanırlar. Kısaca, Tanrı’nın var olup olmadığını bilemeyiz derler. Bir başka tanımla agnostikler, Tanrı’ya ne inananlar ne de inanmayanlardır.

Panteist / Panteizm: Müşahhas, mücessem bir Tanrı’ya inanmazlar ama bir yüce gücün, bir yaratıcı zekanın varlığına inanırlar. Kendi aralarında inancın mahiyeti farklılaşabilmektedir. Kimine göre bu yüce güç evrendir, kimine göre doğadır, kimine göre de insanda içkin bir gizemdir. Ama ortak noktaları, semavi dinlerin tanrı anlayışından ayrılmalarıdır. Cezalandırıcı ya da mükafatlandırıcı bir Tanrı anlayışları yoktur. 

Deist / Deizm: Teizm ile ateizm arasındaki ara duraklardan biri de deizmdir. Deistler, dinlerin tanrılarına inanmazlar. Evrenin yasalarını belirleyen, zamanı, mekanı, düzeni başlatan bir yaratıcı güce inanırlar. Ama yaratıcı güç, kurduğu bu düzene karışmaz. Popüler tanımla, emekli bir Tanrı’dır. Evrenin mimarıdır ama doğal ya da doğaüstü yollarla dünyaya müdahale etmez. Deistlerin hayalindeki tanrı, panteistlerinkinden farklıdır. Deiscler, panteistlerden farklı olarak harici ve mücessem bir tanrı imgesine inanırlar. 

Spiritüel Arayışlar / New Age Gruplar: Yerleşik veya kurumsal dinden tatminsizliklerin doğurduğu yönelişlerden biri de spiritüel akımlar oldu. Spiritüel akımlar ya da New Age (Yeni Çağ) hareketler, kuralcı inanç ve ritüellerle dinin daraltılmasına karşı ruh sal bir yaşam arayışının genel adı oldu. Bu özellikleriyle spiritüellik kendini geleneksel ve kurumsal dinin karşısında konumlandırır; dolayısıyla din ve tanrı anlayışları farklılaşır. Kurumsal dinin zorunlu tuttuğu mücessem bir Tanrı’ya inanmazlar. Tanrı’yı bir “yüce kudret” veya “hayat gücü” olarak algılarlar.

Apateist / Apateizm: İlgisizlik anlamına gelen “apati” kelimesi ile teizm veya ateizm kelimelerinin birleşiminden oluşan yeni bir kavramdır. Apateist kelimesi yerine pek sık olmasa da apatetik kelimesi de kullanılır. Teizme de ateizme de uzak olmak şeklinde tanımlanabilir. Apateizm genelde, “tanrı umursamazlık” diye bilinir.”

İki toplumsal kesim

Bunların herbirinin son dönemde Türkiye’de ayrı ayrı yaygınlaştığını ve bazı bireylerin bu yaklaşımlar arasında bir tür seyahat ettiklerini görüyoruz. Bu noktada iki ayrı toplumsal kesime özellikle dikkat çekmek gerekir.: 

  1. Neredeyse çocuk yaşlarından itibaren İslami ortamlarda bulunan, İslami hareket içinde aktif bir şekilde yer alan, cemaat mensubiyeti bulunan, din öğretim kurumlarında eğitmenlik yapan veya Diyanet bünyesinde çalışan ama zamanla imanlarını sorgulayanlar;
  2. Gözlerini İslami bir çevrede ama AKP iktidarı döneminde açan ama ailelerini, yakın çevrelerini ve siyasi iktidarı sorgulayan gençler. 

“Kaç tane insan Müslüman olurken Müslümanlığı bir seçim olarak benimsedi?” 

Kendisi de benzer bir süreç yaşayan ilahiyatçı-yazar Talha Hakan Alp, kendisiyle 22 Kasım 2021’de yaptığım yayında şu isabetli tespiti yapmıştı: “Bu toplumda yaşayan kaç tane insan Müslüman olurken Müslümanlığı bir seçim olarak benimsedi? Anneden babadan zaten Müslüman olarak doğuyor. Zaten kendisine çocuk yaştan itibaren İslâm’ın temel kuralları bir şekilde telkin ediliyor çevrede, camide falan filan. Dolayısıyla İslâm bir tercih değildi; İslâm yaşam içinde, kültürün dokusu içinden bir yerde olan bir şeydi. Dolayısıyla bu insanların daha sonra politik, sosyal, ekonomik –neyse artık– yaşam pratiği içerisinde karşılaştıkları şeylere tepki olarak İslâm’dan uzaklaşmaları bence çok tutarsız ya da çok ilginç değil. Neden değil? Çünkü Müslüman olmaları da pratik içinde gerçekleşti, Müslümanlıktan uzaklaşmaları da pratik içinde gerçekleşti. Müslüman olurken bir teorik araştırma yapmadıkları için Müslümanlıktan uzaklaşırken de teorik araştırma gerekmiyordu. Bu bakımdan,  yani insanların dinle teması öyle çok teorik bir zemine oturmuyor; daha çok pratiktir, duygusaldır.”

Dine karşı ilgisizlik/kayıtsızlık

Ama aynı yayında Alp’in en çok şu sözleri beni etkilemişti: “İlgisizlik diye bir şey var, özellikle gençlerde gördüğümüz bir şey bu. Şimdi ilgisizlik bir tür agnostik tavır mı diyelim, aslında lisân-ı hal ile bir tür deizm ya da ateizm. Aslında tanrıya karşı, yani yerleşik inanca göre tanrıya karşı insanın ilgisizliği ile tanrıyı inkâr etmesi arasında hiçbir fark yok. ‘Tanrı konusuna ben ilgisizim, cennet-cehennem konusuna ben ilgisizim; peygambermiş, kitapmış, vahiymiş, İslam’mış, şeriatmış, dinmiş, günahmış, sevapmış, bunlara karşı ben ilgisizim, nötrüm’ demekle bunları inkâr ediyorum demek aynı şeydir. Gençlerde ilgisizlik diye tanımlayabileceğimiz bir dinden kaçış ya da dine karşı bir tepki. Tabii ki pasif bir tepki bu. Aktif olarak karşı söylem geliştirmiyor, adını koymuyor, ‘Ben ateistim’ ya da ‘deistim’ demiyor, fakat ilgisiz kalıyor. Sen kendisine konuşup bir şeyler anlattığın zaman, duymazdan geliyor mesela; ilgilenmiyor, oyun oynuyor falan. En son, çok bir şey olursa, evden çıkıp gidiyor gibi. Bu ilgisizlik de aslında yerleşik inanca göre bir inkârdır. Bunun ateizmden, deizmden çok bir farkı yok.”

Ritüellerden ibaret bir din

Alp’in bu tespiti din sosyolojisi ve psikolojisi literatüründe de yer alıyor. Prof. Ali Köse “indifferent/ilgisiz” kavramını Dinin Geleceği kitabında şöyle açıyor:

”İlgisizlik, dinin sunduğu inançların, ibadetlerin ve kurumsal katılımların kişi tarafından pasif bir şekilde kaale alınmamasıdır. Son yıllarda yapılan araştırmalarda ve kamuoyu yoklamalarında ‘indifferent’ kelimesini tercih edenlerin oranı hayli yükselmiş durumda. Belçika, Danimarka, Finlandiya, İngiltere, İsveç, Macaristan ve Norveç’te kendilerini, ‘dine ilgisiz’ olarak niteleyenlerin oranı, diğer din mensuplarından daha yüksek. (…) Kendilerini “ilgisiz” olarak tanımlayanlar, dinden tamamen sıyrılmak, tümüyle ateizme yelken açmak veya Tanrı’yı reddetmek gibi bir tavır içinde değillerdir. İlgisiz kişinin en önemli özelliği, din ile doğrudan bir temasının olmaması, hayatında dinin bir öneminin bulunmamasıdır. Bununla birlikte kişi, kendisi ilgisiz olsa da dinin toplumsal fonksiyonlarını kabullenebilir. Yahut hayatın dönüm noktaları olan vaftiz, nikah, cenaze töreni gibi ritüellere katılabilir, din ile bu şekilde temas kurabilir. (…) ‘İlgisizler’i tek bir kategoride sınıflandırmak mümkün değildir, çeşidi varyasyonları olabilir. Ama ortak noktaları din veya inanç adına bir kayıp yaşamış olmalarıdır. Din veya inanç kaybı genelde entelektüel, sosyal ve duygusal boyutlarda gerçekleşir. Bu boyutların hepsi birlikte oluşmayabilir. ( 1 ) Kişi, inançlarını kaybeder ama kendisini dini gruba ait hissetmeye devam edebilir, ritü ellere katılabilir. (2) Kişi, inançlarını devam ettirir ama dini grupla bağını keser. (3) Kişi hem inançlarını kaybeder hem dini grupla hiç bir özdeşleşme gerçekleştirmez.” 

Yorgunluk

Çok uzadığının farkındayım. Bu konuyu daha çok tartışacağımızın da bilincindeyim. Fakat yazıyı bitirirken başlığa atıf yapmadan olmaz: Türkiye ve onun insanları din yorgunu. Şu son 40 yılda, bir gazeteci olarak dinin haddinden fazla, hayatın her alanında gündemde olduğuna, gündemi belirlediğine tanık oldum ve bunun en çok da dinin kendisine zarar verdiğini gördüm. Özellikle gençler dine karşı kayıtsız kalarak kendilerine daha geniş bir özgürlük alanı açmak istiyorlar ki hiç de haksız sayılmazlar.

Son olarak şunu söylememe izin verin: Bizler daha çok dinden uzaklaştıklarını, deist, ateist, panteist, agnostik vs. olduklarını söyleyenleri tartışıyoruz, ama esas dinden uzaklaşanların onun bizzat ticaretini yapanlar olduğu da aşikâr. Meramımı şöyle daha iyi anlatabilirim: Şu anda kendisini din üzerinden meşrulaştırmak isteyen herhangi bir politikacıya, 30-40 yıl önceki kendisi muhtemelen “münafık”, belki de “kafir” derdi. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.