Sevgili Narin,
O kadar küçüksün ki, yazacaklarım sana ne ifade edecek kestiremiyorum!
Nereden başlayacağımı da bilmiyorum inan.
Doğup büyüyemediğin coğrafyanın kendine özgü acımasızlığından mı, gidişinin ardından en yakınındakilerin, gözü kapalı güvendiklerinin gerçeği nasıl örtbas etmeye çalıştıklarından mı, minik bedenini el ele vererek nasıl yok etmeye çalıştıklarından mı başlamalı? Kutsal ailenizden ve o aileyi kutsayıp seni yok sayan zihniyetin üzerinizde kurduğu tahakkümden mi başlamalı yoksa?
Öyle zor ki anlatmak, kim bilir gitmesen büyüdüğünde kaderine baş kaldırıp sen de eli kalem tutan kadınların arasına karışacak, içinde yaşadığın dar çemberi nasıl kırdığını anlatacaktın bize. Ve o çemberin yuttuğu diğer kadınların akıbetini…
O zaman sen de bilecektin, öyle zamanlar vardır ki yazının başına oturabilmek için kendinden ve yazdığın şeyden daha güçlü olman gerekebiliyor.
Öyle bir yazı bu.
Yazdığım sensin ve kendimde o gücü bulamıyorum.
Bulamıyorum, çünkü her şeyin farkında olmama karşın seni yutan suskun karanlığa ışık tutacak gücüm yok.
Çünkü yaşama tutunamadığın o küçücük köyde, konuya bir cinayetin anatomisini yazacak kadar hakim olduğu aşikar olanlar -tutuklanan ve adli kontrolle serbest kalanların sayısına bakılırsa onlarca kişi- herkesin gözüne baka baka yalan söylüyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Gerçeği anlatacağına inandığım bir sen varsın. Ama o kadar uzaktasın ki!
Bulunduğun yerden izliyorsan sen de görmüşsündür, o kurstan dönerkenki görüntünle dere yatağına götürülmen arasında geçen süre sadece 25 dakika. Onlarca kişi bu kadar kısa sürede bir çocuğun canına kıyıp, dakikalar içinde organize olup, seri kararlar vererek hızla bedenini görünmez bir kuytuya saklamayı nasıl akıl edebildi aklım almıyor.
“Sen biliyor musun?” diyecek oluyorum ama nerden bileceksin ki, daha küçücük bir çocuksun.
Ölümün “Önceden planlanmış mıydı?” diye düşünmeden edemiyorum çocuk, ölümden beter anlar mı yaşattı acaba sana en yakınındakiler? Annen de biliyor muydu yaşadıklarını? Ya kendi kendini ısırıp, yumruklayan abin? Sahi nasıldı aranız?
Son kez evine doğru yürürkenki görüntün okulun kamerasına yansımış olmasa sadece “kurstan dönerken kayboldu” deyip örtecekler miydi üzerini?
TÜİK verilerine göre günde 33 çocuk kayboluyormuş, onlardan biri de sen mi olacaktın? Sessizce istatistiki verilerde yer alan sıradan bir rakam olduğunu düşünsene. Ne yaşadığından haberdar olurduk o zaman, ne de öldüğünden!
Sahi ne yaşadın sen çocuk, neden koruyamadık biz seni?
Yaşadığın topraklarda ne çok Narin var toprağın altında bilsen!
Çok örneğini gördük, sebepsiz değil bu düşüncem.
O topraklarda intihar ettiği söylenen nice kadın var, biliyor muydun? Nerden bileceksin küçücüksün. Bak anlatayım Van’ın Çaldıran ilçesinde “baba” gibi bir babadan dinledim. Senin kadar değilse de onun kızı da küçüktü. Töre gereği evlendirdiği kızının intihar ettiği söylendiğinde o köye gidene kadar gömülmüştü kızı. İnanmayıp savcılığa şikayette bulunarak otopsi istediğinde ortaya çıktı gerçek. İntihar ettiği söylenen küçük bedeni üç yerden delik deşik edilmiş. Boyu kadar av tüfeği ile bir insan kendisini kafasından, karnından ve bacağından nasıl vurabilir düşünsene.
Ya da bir başkası… Kim ayağı yere değebildiği halde boynuna ip geçirerek tavana asabilir kendini. Üstelik çocuk yaşta!
Bu da Van’ın bir köyünde oldu yıllar evvel. Genç kızın kendisini astığını söyledikleri tandıra bakmak istedim merak edip, eğilerek girebilmiştim düşün.
Anlatılacak o kadar çok örnek var ki, bir dönem sadece Batman’da intihar ettiği söylenen kızlar bile başlı başına anlatmaya yeter içinde yaşadığın girdabı ama sen onu da bilemeyecek kadar küçüksün.
Bir de “kan parası” var sizin oralarda Narin.
Dilerim senin başına gelmez.
Öldürülen kişinin ailesi şikayetçi olmuyor kan parası verildiğinde, katil çil çil paralarla temizliyor elindeki kanı. Şimdilerde kaç lira olduğunu bilmesem de Çaldıran’daki babaya da teklif edildiğini biliyorum.
Baba gibi baba demem o yüzden, onu da elinin tersiyle itecek kadar yürekliydi, dilerim senin baban da öyle yüreklidir.
Dilerim o kızının katillerine arka çıkmaz, suskunluğun bozulması için çabalar.
Ama bunlara bağlı olmamalı “hayat” dediğin değil mi?
Devlet denilen aygıt seni gerektiğinde babandan bile korumalı, “aile” kisvesi adı altında birilerinin iki dudağı arasına sıkışmamalı hayat! Seni katledenlerin kapısında taziye sırasına girmemeli sana hizmet etmeye ant içen siyasetçiler, aksine hesap sormalı.
Hamaset yapmak yerine 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Hakkındaki Kanunu delik deşik etmekle uğraşacaklarına, uygulansın diye siper etmeliler göğüslerini ki, her yaştan Narin hayata tutunabilsin.
Sen bilmezsin ama her seçim döneminde üç kuruşluk oy için babanın amcanın kapısından ayrılmayanlar bilir, Lanzarote Sözleşmesi’ne imza atmış bir ülkenin evladısın sen. O sözleşme de Narinler için biliyor musun? Mezarına gelinlik koysunlar diye değil aksine sen erken yaşta evlendirilmeyesin diye var çocuk, okula gidesin, istismar edilmeyesin diye!
CEDAW var sonra… Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önüne geçmek için hazırlamış Birleşmiş Milletler, onun altına da imza atmış bu devlet.
Neden biliyor musun, çünkü devlet senin için var, bizler için var, biz olmadan o kutsanan aileyi kuramazlar zaten çocuk.
Bu arada haberin yoksa söyleyeyim, senin devlet nezdinde “kutsal” sayılan aile fertlerinin neredeyse tamamı tutuklandı.
Senin davanda süreç nasıl ilerleyecek izleyip göreceğiz ama senden önceki Narin’lerde genellikle şu oldu:
Aile meclisi toplandı -ki sizinkiler de toplanmış-, “katli vaciptir” diyerek ölüm fermanını yazdı, aileden birini hükmün yerine getirilmesi için görevlendirdi -ki sendeki durumu henüz bilmiyoruz belki de hiç öğrenemeyeceğiz-, cinayeti işleyen kişi yakalandığında da önceden hazırlanan senaryo tedavüle sokuldu. Töre gereği katil olarak seçilen ya da aile meclisi kararıyla katil olacağına hükmedilen kişi herkes adına cezaevinin yolunu tuttu ve ölen öldüğüyle kaldı.
Görünen o ki sizin kutsal aile meclisinin başında da aracının ön koltuğunda sana ait DNA izi bulunan amcan Salim Güran var. Dedim ya ilk senaryoya göre kamera kayıtları ortaya çıkmasa “kurstan eve dönmedi” deyip, hepimiz gibi gözyaşı dökmeye devam edeceklerdi belki de. Neyse ki öyle olmadı.
Soruşturma ilerledikçe ortaya HTS kayıtları da çıktı.
O kayıtlara göre amcan senin son görüntünün üzerinden sadece 4 dakika geçtikten sonra, Nevzat Bahtiyar’ı arıyor. Nevzat Bahtiyar’ı tanıyor muydun bilmem? Amcanın da babanın da arkadaşı olan bir itirafçı. Amcandan senin cansız bedenini teslim aldığını ve dere kenarına sakladığını itiraf eden kişi. Amcanın bu kişiyle saat 15.21 ile 15.46 arasında telefonla görüştüğü sabit Narin. Yani kameranın seni görmez olduğu an gelmiş başına ne gelmişse! Üstelik zaten tahmin edileceği üzere tek başına da değilmiş bu Nevzat. Çünkü her gün yeni bir şey öğreniyoruz, son bilgi de şu: Amcan sonradan yanında işçi olarak çalışan 15 yaşındaki Ramazan Atasoy’la da konuşmuş. O da amcana “Henüz bende değil, daha ölmemiş” diye cevap veriyor. Senden bahsediyor Narin, henüz ölmediğin bir evre var arada. Çok acı çektin mi?
Ah be Narin!
Kim bilir daha neler saçılacak ortaya, neler yaşadın sen? Ne yapmış olabilirsin ki küçücük bedeninle, koca koca adamları seni yok edebilmek için seferber edecek? Baban yüzünden mi kıydılar canına yoksa? Kameranın kaydettiğinden habersiz “Gelip öcünü benden alsaydılar” demiş ya, intikam uğruna mı yitip gittin aramızdan.
Sormaya dilim de varmıyor ama sen ilk miydin acaba diye düşünmeden edemiyorum. Tavşantepe mahallesinde senden önce de yaşandı mı bunlar, başka kayıp çocuk var mı hiç tanımadığımız, ya kadınlar?
O amcan ve amcanın aile dostu olduğunu söyleyen siyasetçilerin, sen ve senin gibi çocukları korumak, annen gibi kadınların, öldürülmesini önlemek için var olan yasayı hiç istemediklerinden haberdar mı sizin köyün kadınları Narin? O yasaya da, bir gece yarısı imzamızı çektiğimiz İstanbul Sözleşmesine de karşı çıkanlar yüzünden bulduk seni bir dere kenarında. Hiç bulamadıklarımızın sayısını inan biz de bilmiyoruz.
Ne dersin Narin, köyün kadınları bir olup anlatır mı ne yaşandıysa?
Öyle ya ucunda sadece ölüm var ve o ölüm susarken de yakalıyor sizleri kuytuda.