Gürkan Çakıroğlu yazdı: Öcalan ve Ergenekon’dan çıkış

Suriye ve Kürt meselesi özelinde ya Türkiye Ortadoğulaşacak ya da Ortadoğu Türkiyelileşecek. Bu anlamda silahların susması ve terörün bitmesi sadece barışı getirmeyecek, tedrici olarak hukuka ve demokrasiye giden yolu da açacak. O vakit Sayın Devlet Bahçeli’nin “Öcalan Meclis’e çıkışı” aynı zamanda Türklerin de Ergenekon’dan çıkışı anlamına geliyor.

İktidar hem yasa yapma hem de yasaya uymama ayrıcalığı ile zorbalığın en “modern” türünü inşa etti. Rejim düdüklü tencere misali hem demokrasiyi haşlayıp hem de baskıdan dolayı oluşan basıncı dışarı veren mekanizmaları ile kitlesel infialler yaratmadan ayakta kalarak otoriterlikte mükemmelleşti. Muhalif sesler her daim var bu rejimde ama muhalefet yok.

Neden mi yok? Çünkü “muhalefet” gücün temerküz etmesine değil temerküz merkezine isyan ediyor. İtirazları rejime değil onu elinde tutana. Çeşmenin başını tutanlar köye suyu eşit taksim etmiyorken muhalefetin derdi bu adaletsizliğe son vermek değil de çeşmenin başını tutmak olduğu için iktidarı aşamıyor ve aşamayacak.

Abraham Lincoln demokrasiyi “Halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi” diye tanımlar. Evet belki İngiltere, kısmen de Amerika için böyle olabilir. Lakin Türkiye sanırım Oscar Wilde’ın tanımına daha yakın. Wilde, demokrasiyi “Halkın, halk tarafından, halk için sopalanması” olarak görür. Hele de bir ülkede siyaset iktidarı – muhalefeti fark etmeksizin halkın rızasını aramaktan bu kadar yoksun ise…

Hal bu iken “muhalif” figürlerin iktidar hırsları gözlerinin önündeki fırsatı görmelerine engel oluyor; Devlet Bey’in 22 Ekim çıkışı aslında en çok muhalefete can simidi. Zira bu çıkış aynı zamanda 2017’den bu yana “terör, beka, zillet” gibi çeşitli tasniflerle yoğun bakıma kaldırılan siyasetin az da olsa nefes almaya başlaması demek. Siyasetin hayat bulması ise hamasetin boğulması anlamına geliyor. Asgari ücret bu haldeyken, adaletsizlik her yerde kol geziyorken ve millet hiç olmadığı kadar güçsüz bırakılmışken siyasetin canlanması en çok kimin işine yarar?

Geç oldu, güç oldu ama nihayet koster kalktı. Abdullah Öcalan, DEM Parti’yi temsilen Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan ile görüştü, mesajlarını iletti. Öcalan’ın mesajlarından anlıyoruz ki Devlet Bey’i oldukça ciddiye alıyor ve hatta ona güveniyor. Ahmet Türk’ün sürece dahil edilmesini istemesi bile bu açıdan okunmalı. “Güven” Çözüm Süreci’nde eksikliği hissedilen önemli bir duygu idi.

Öcalan ve Ergenekon’dan çıkış: İktidarın durumu

Öcalan’ın önem verdiği diğer bir unsurun ise “muhalefet” yani Özgür Özel – Ekrem İmamoğlu ikilisi olduğu anlaşılıyor. Özgür Özel’in “Şehit Anneleri” diyerek cümlelere başlaması, onların ardına saklanması süreci idrak etmekten uzak olduğunun en büyük göstergesi. Sadece şehitlerimizin anası ağlamıyor Sayın Özel misal Cumartesi Anneleri de ağlıyor. Acıları yarıştırmanın bu millete zerre faydası olmadı. Üstelik siyasetçilerin bir dakikasını alan taziye mesajları ile geçiştirdikleri şehitlerimiz yası anaların, eşlerin ve evlatların bir ömürlük acısı. İmamoğlu’nun ise Kürt meselesinin çözümüne dair bir perspektifi yok sanırım. Zira onca zaman geçti ama hala tek bir söz söyleyemedi.

İktidara gelecek olursak; Abdullah Öcalan’ın siyaset alanı genişleyecek ki Kandil’in silah alanı daralsın, Selahattin Demirtaş sözünü söyleyecek ki halk süreci tahkim etsin. Ve terör bitsin, barış gelsin Türkiye Kürtlerin de devleti olsun ki Türkiye yüzyılı başlasın.

Kini, korkuları, kompleksleri bir kenara bırakmalı; içimizdeki putları yıkmalıyız. Karşımızdakini şeytanlaştırmadan dinlemeye, anlamaya gayret edersek ortak yanlarımızın farklılıklarımızdan çok daha fazla olduğunu göreceğiz. Zira Öcalan “Kürt eziliyor ama Türk de sindiriliyor. Bu sebeple Kürt kurtulduğu gün Türk de kurtulacak. Kürt – Türk ilişkisi Kürt – Arap ya da Kürt – Fars ilişkilerine benzemez. Hem çok daha yoğun hem çok daha sahici bir ilişkidir. Tarihe bakarsanız önce Türklerin Kürtleşmiş sonrasında da Kürtlerin Türkleşmiş olduğunu görürsünüz…” demiş. Doğru demiş. Türk – Kürt ilişkisi müttefiklikle tanımlanamayacak büyüklükte bir birlik, beraberlik ve kardeşliktir.

Zaman dar, ömür kısa. Bahçeli – Erdoğan – Öcalan üçgeni başlangıç için kâfi ama bizi finale götürmez. Beşgen ve hatta altıgen lazım. Selahattin Demirtaş, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu sürece dahil olmalı. Taraflar sandıkta kozlarını mı paylaşmak istiyor? Paylaşsınlar elbet ama önce terör bitsin, barış gelsin. Zira barış kendisiyle birlikte siyaseti de getirecek ve işte esas o vakit kozlar daha adil ve daha demokratik bir şekilde paylaşılabilecek.

Hakkı gözeten, hakikati konuşan ve halk ile beraber olan bir harekete hasret millet. Siyaseti halkı korkutarak değil onun rızasını arayarak yapan bir sese hasret millet. Fikirleri telif, kesimleri terkip ve demokrasiyi tahkim eden bir üsluba hasret millet. Var mı halihazırda bu hasretleri vuslata çevirecek bir siyaset? Artık bir ihtimal var.

Hayal edelim; silahlar susmuş, barış gelmiş, terör dili bitmiş. Hamaset, ihanet, beka söylemleri mazide kalmış. Ne mi olacak? Artık halkı daha çok korkutan değil, halkın rızasını daha çok alan siyasi dil ve siyasetçi sandıktan muzaffer olarak çıkacak. Ve sandıktan kim çıkarsa çıksın Türkiye kazanacak, Türkiye Yüzyılı başlayacak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.