Gürkan Çakıroğlu yazdı: Anadolu’dan Kürdistan’a “Serok Bahçeli”

Uzun ince bir yolda, büyük bedeller ödeyerek, düşe kalka da olsa Türkiye Kürtlerin de devleti olarak tarih sahnesine bir kez daha çıkmaya hazırlanıyor. Türkler ile Kürtlerin çağı başlıyor. Türkiye yüzyılı bizi bekliyor. Türkistan’dan Kürdistan’a biz biriz, biz beraberiz. İttifaklığa indirgenemeyecek kadar büyük bizim kardeşliğimiz. Varsın birileri aksini iddia etsin. Varsın birileri savaşın, ötekileştirmenin, ayrıştırmanın devamı için hamasi nutuklar atsın. Varsın birileri utanmadan şehitlerimizi istismar etsin. Onlar ne derse desin, biz, dar ağacında da olsak son sözümüz barış dedik. Barış gelene kadar mücadele etmeye ant içtik. Zira barışa, barışın kaybedeni olmayacağına, barışta hepimizin kazanacağına tüm kalbimizle inandık. Barış, şüphesiz ki bu milletin en kutlu utkusu olacak.

Gürkan Çakıroğlu yazdı: Anadolu’dan Kürdistan’a “Serok Bahçeli”
Gürkan Çakıroğlu yazdı: Anadolu’dan Kürdistan’a “Serok Bahçeli”

Lakin üzülerek görüyoruz ki dün Anadolu hakkında hiçbir fikri olmayanların, bugün Kürdistan hakkında hiçbir fikri yok. Dün Türk’ü bilmiyorlardı, bugün Kürt’ü bilmiyorlar. Ve farkında değiller ama dün “Anadolu’ya geçmek” ne ise, bugün de Kürdistan’a geçmek o bizim için. Kine, kibre ve komplekse yenik düşüyorlar. Millet bilincinden yoksun, şovenist bir dille ve üstelik Türk’ün posasını çıkarıp, Türklüğü de putlaştırarak ahkam kesiyorlar. Ama olsun, onlar da bizden, canları sağ olsun. Onlar aksini iddia etse de bu vatan hepimizin.

Tarihi günlerden geçiyoruz. İçimizdeki karanlıkla yüzleşiyoruz. Kutlu başlangıçlara yol açacak bir sona doğru hızla ilerliyoruz. Kolay değil elbette, bu yüzden “güvercin tedirginliği” ile bekliyoruz. Bekliyoruz ki silahlar sussun, terör bitsin ve zindanlar boşalsın. Bekliyoruz ki onların Sykes-Picot ile böldüklerini biz Bahçeli-Öcalan ile birleştirelim. Bekliyoruz ki “dağlarına bahar gelsin” memleketimizin.

Hikâyemizin Türk tarafıyım ben. Ne mutlu ki bana Türküm ben! Ecdadımın destansı yolcuğu en büyük mirasım. Ecdadımın töresi yegâne pusulam. Ecdadımın hikâyesini okumak, anlamak ve ona sahip çıkıp gereğini yapmak ise en büyük mesuliyetim. Bir barış seferi, bir barış seferberliği olan 22 Ekim’den bu yana karınca kararınca, elimden geldiği kadar ve dilim döndüğünce barış adına, kardeşlik adına bir şeyler söylemeye ve karalamaya gayret ediyorum.

Bu kutlu seferberlikte yolum bu sefer Diyarbakır’a düştü. Çok sessiz, sakin ve hüzünlü bir şehir gördüm. Şehrin mahzunluğu bende mahcubiyet yarattı. Seyahat boyunca bu hüzünlü şehri gezmeye; insanlarını görmeye, her birini dinlemeye, onları anlamaya gayret ettim. Bu güzel yolculukta birçok insanla sohbet etme fırsatı buldum. Tedirgin, temkinli, tedbirli bir ümitle bekleyen ve kırılgan bir iyimserlikle bakan gözler gördüm.

Kürtler acayip insanlar; kin gütmüyorlar, kibre kapılmamışlar ve kompleksleri yok. Savaşmayı bildikleri kadar barışmayı da biliyorlar. “Serok Bahçeli iyi mi?” diye soruyorlar, zira hayatından endişe ediyorlar. “Turgut Özal’ın, Gaffar Okkan’ın, Eşref Bitlis’in başına gelenin onun da başına gelmesinden korkuyoruz” diyorlar. İlginç bir şekilde Devlet Bey’e güveniyor ama Tayyip Bey’e güvenmiyorlar.

Bunca yaşanan acıya rağmen özür beklemiyorlar, aradıkları tek şey samimiyet. “Hiç kimseden özür istemiyoruz, samimiyet bizim için yeterli. Hepimiz çok acı çektik, kim daha çok acı çekti diye yarıştıracak değiliz” diyorlar. Sürecin kendisine dair şüpheleri var ama Devlet Bey’i samimi buluyorlar. Şaşırdım açıkçası. Sordum neden? Cevaben “Mevzu bahis devlet olduğu için samimi olduğuna inanıyoruz” diyorlar.

Öfkeli değiller ama sitem ediyorlar. “Biz devlet ile Türk halkını her zaman ayrı tuttuk, bize yapılan zulmü asla Türk halkına fatura etmedik. Barışa hazırız” diyorlar. Türk’ün güçsüz bırakıldığını, zulme rıza göstermediğini; Kürtlerden evvel ezildiğini, sindirildiğini anlatmaya çalıştım onlara. Türk’ün Allahtan çok devletten korktuğunu ifade ettim. Hikâyenin bu kısmını görmelerini rica ettim. Barışın sadece Kürt’ü değil Türk’ü de esaretten kurtaracağını söyledim.

“Erdoğan barış istemiyor, kayyumlarla süreci bozmak istiyor” diyorlar. “Sabrımızı sınıyor ama bilmiyor ki bizim sabrımız kızgın ateşte dövüldü” diye de ekliyorlar. Tayyip Bey’in işi çok zor. Sayın Cumhurbaşkanı bu şekilde davranmaya devam ederse eğer, yarın bir gün Abdullah Öcalan kendisinden beklenen tarihi çağrıyı yapsa ve çağrının gereği yerine getirilse dahi ‘Barışı getiren lider’ olarak görülmeyecek Erdoğan.

İktidarın Ekrem İmamoğlu ile uğraşması muhtemelen bundan kaynaklı. Kürtlerin Tayyip Bey’den kestiği umudu Tayyip Bey de Kürtlerden kesmiş olmalı ki İmamoğlu ile değil Mansur Yavaş ile teke tek kalmak istiyor. Zira İmamoğlu ile kalması halinde Kürtlerin barış gelse dahi İmamoğlu’na oy vereceğini düşünüyor. Halbuki toplumda hiçbir karşılığı olmayan “milletvekillerini” transfer etmek için harcayacağı enerjiyi milletin rızasını almaya harcasa durumu kendi lehine değiştirebilir.

Son tahlilde Yavaş ile de olmayacağı kanaatine varırsa Tayyip Bey, muhtemelen Çankaya çanları çalacak. Mevcut TBMM denkleminde parlamenter sisteme dönülebilir. Son milletvekili transferlerinden bir tanesi bu maksatla yapılmış olabilir. Zira Erdoğan’ın böylesi sınırsız yetkileri kendisinden başka birisine bırakmak isteyeceğini zannetmiyor, bırakmamasını da temenni ediyorum. Mutlak güce yol açan ve dolayısıyla mutlak yozlaşmaya sebebiyet veren bu sistemden, mutlak suretle kurtulmamız lazım.

Beştepe karışık. İmralı çalışıyor. Balgat sessiz. Kimse elini açık etmiyor, kimse tavrını belli etmek istemiyor. Zira barış gelirse sistemden bağımsız rejim değişecek. Rejim değişikliği; hamasetin değil siyasetin, korkunun değil umudun, dayatmanın değil rıza arayışının güçlenmesi demek. Peki güçlenen bu değerlere var mı yanıt verebilecek bir siyaset?

Soru çok. Cevaplar sınırlı. Belirsizlik kol geziyor. Anadolu’dan Kürdistan’a ve hatta oradan da Basra Körfezi’ne kadar içinde yaşadığımız coğrafya Ankara’ya kitlenmiş durumda. Ankara eğer başarabilirse; Londra, Washington, Moskova ve Pekin ile birlikte güç merkezlerinden birisi olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı “Avrupa Birliği’ni Türkiye kurtarabilir”, tabii barış Türkiye’yi kurtardıktan sonra. Son düzlükteyiz. Allah muvaffak olmayı nasip etsin.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.