Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: “Kendimden başkası için bir şey istiyorsam namerdim”

Türkiye’nin, hatta bazen Avrupa’nın dört bir yanında bir ya da bir grup sığınmacı (Afgan, Suriyeli fark etmez) herhangi yanlış bir şey yaptığında (taciz, saldırı, cinayet, hırsızlık vb.) kısa bir süre içinde haberim oluyor. Zira ülkemizde, çoğu sosyal medya üzerinden işleyen, sığınmacı kötülemek için birbirleriyle yarış eden irili-ufaklı medya kuruluşu mevcut. Hayır, bunları takip etmiyorum. Fakat bunların sıkı takipçileri, her yeni “olay”dan anından haberdar olmamı sağlıyorlar çok şükür. Beni, benim gibi “mülteci sevici” olarak tanımladıkları birkaç meslektaşımı etiketleyerek, hemen “sizinkiler…” diye başlayan saldırı cümleleri kuruyorlar.

Sığınmacılar “benimkiler” mi, bilmiyorum ama onların düşmanlarıyla hiçbir aidiyet hissetmediğimden eminim. Maalesef sayıları artıyor. Belki sayıları hep fazlaydı ama sesleri daha gür çıkıyor. Çünkü “yabancı düşmanlığı” tüm dünyada çok popüler. Ülkemizde de milyonlarca göçmen var ve birçok şeyin yanı sıra Türkiye’de ekonomi hiç de iyi gitmiyor. Gerek sığınmacı sayısının bu kadar yüksek olmasının, gerekse de ülkede ekonomi başta olmak üzere tüm sıkıntıların kaynağı siyasi iktidar olmasına rağmen sözünü ettiğim kişiler iktidara karşı eleştirilerinde alabildiğine yumuşak, benim gibi hedef bellediklerine karşı da alabildiğine hırçınlar. Bunun başta gelen nedeni tabii ki Erdoğan iktidarından korkmaları. Erdoğan’ın Bahçeli ile ittifak yapıyor olması da tabii ki önemli. Bu arada “mülteci sevici” diye hedef gösterdikleri bir avuç insanın aynı iktidar tarafından sevilmiyor olmasından cesaret alıyorlar.

Bir zamanlar enternasyonalizm epey popülerdi

Sığınmacı düşmanları, kendilerine “ayrımcı”, daha da ileri gidip “ırkçı” denmesinden rahatsız olduklarını söylüyorlar ama zamanla “diyelim ki ırkçıyım…” diye başlayan cümleleri daha çok duyar olduk. Onlar da sığınmacıların yaşadığı sorunlara dikkat çekenlere “saftirik hümanist” diyorlar. Olayın tabii ki insani yönü çok önemli ama mesele “hümanizm”den ibaret değil, insani olduğu kadar politik bir duruş söz konusu.

Dönüp dolaşıp milliyetçilik kavramıyla karşı karşıya kalıyoruz. Milliyetçilik birçok yerde olduğu gibi Türkiye’de de bir tür “ortak kabul” ve “zorunluluk” gibi gösterilmek isteniyor. Halbuki kimse milliyetçi olmak zorunda değil. Bir zamanlar “enternasyonalizm” kavramı epey popülerdi ama zamanla, özellikle komünist sistemin çökmesiyle birlikte epey gözden düştü. Günümüzde “ben enternasyonalistim” diyen pek çıkmıyor, fakat “milliyetçi değilim” diyenler hâlâ mevcut.

Diğerkâmlık

Neden milliyetçi olmadığımı detaylı bir şekilde anlatmayı daha sonraki yayın ve yazılara bırakıp bu tartışmalarda çok işimize yarayacak olan “altruisme” kavramını devreye sokmak istiyorum. Tanıl Bora’dan kopya çekerek bunu “diğerkâmlık” olarak Türkçeleştirmeyi seviyorum. Bu, kendisi gibi olmayan insanların sorunlarına bir karşılık beklemeden sahip çıkmak olarak tanımlanabilir. Sığınmacılara tepki gösterenlerin diğerkâmlıkla bir alakaları olmadığı açık. Ama sadece sığınmacılara karşı mı? Tabii ki değil. Kendinden olmayanların sorunlarına duyarsız kalmak, hatta bundan mutlu olmak çok yaygın bir eğilim. Tabii sayıca çok olanın sayıca az olana; güçlü olanın zayıf olana karşı kayıtsız hatta kötücül olmasının sonuçları çok ağır ve acı olabiliyor.

Bizde “kendim için bir şey istiyorsam namerdim” diye bir deyiş yaygındır ve genellikle bu sözü duyanların gülmesine, hatta böyle konuşanla dalga geçmesine yol açar. Çünkü bizde, başlığa çıkardığım “kendimden başkası için bir şey istiyorsam namerdim”dir geçerli olan fakat utanıldığı için diğeri söylenir.

Bizde diğerkâmlık yerine “kendine Müslümanlık”ın yaygın olduğunu göstermek için o kadar çok örnek var ki! Biz gazeteciler bunlarla sürekli karşılaşıyoruz. Hele sosyal medyanın bu kadar yaygın olduğu bu çağda birbirinden farklı kişiler sizden dertlerine sahip çıkmanızı talep ediyorlar. Bu kişilerin, örneğin sosyal medya hesaplarına baktığınızdaysa genellikle sadece kendi dertleriyle dertlendiklerini, başkalarını hiçbir şekilde önemsemediklerini görüyoruz.

Bir de tabii Rumen asıllı Fransız düşünür Cioran’ın o meşhur ve her sefer tekrar doğrulandığını gördüğümüz “En büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar” sözü var. Yani bugünün mağdurlarının günlerini, ileride kendilerini mağdur edenleri mağdur etme hayaliyle geçirdikleri gerçeği.

****

  • Bu yazıyı 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından çok sayıda kişinin Yunanistan’a kaçmasına yardım eden sevgili dostum Panayotis Kanellakis’e ithaf etmek istiyorum. Ruhu şad olsun.

Ruşen Çakır’ın önceki yazıları:

Sürdürülebilir sürdürülemezlik – Erdoğan’ın altı yöntemi

“Erken seçim” isteyip “baskın seçim”den ürkmek

En son ateş eden yine (büyük) burjuvazimiz oldu ve silahı tabii ki (yine) kurusıkıydı

Muhalifin muhalife propagandası ya da “Bana duymak istediğim şeyleri söyle”

Otoriter rejimlerde direnerek ayakta kalabilmek için -Sürdürülebilir cesaret

Yazmasam olmazdı

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.