Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı: Eksiğiyle gediğiyle altılı muhalefet masası ve HDP

Altı muhalefet partisi liderinin bir araya gelip verecekleri fotoğraf uzun zamandır bekleniyordu. Nihayet geçen hafta cumartesi günü verilen fotoğraf kısmen heyecan yaratsa da fotoğraftaki eksiklikler düşünüldüğünden daha fazla göze battı. HDP’nin fotoğrafta olmaması aslında kimse açısından bir sürpriz değildi. Ancak buna rağmen gelen tepkiler yer yer birlikte verilen fotoğrafın yaratması beklenen sinerjinin önüne geçti.

Bu itirazların haklı yönleri var. Evet, HDP Millet İttifakı’nda yer almayacağını bizzat beyan etmişti ancak Gelecek ve DEVA partilerinin de sıkça altını çizdiği üzere bu masa (henüz) bir ittifak masası değildi. Buluşmanın ana konusu Erdoğan sonrası dönemin hükümet sistemi modeliydi ve o modeli gerçekleştirmek için nihayetinde HDP’nin de desteğine ihtiyaç duyulacaktı.

Peki HDP neden yoktu? Bu sorunun cevabını sadece “HDP zaten Millet İttifakı’nda olmak istemiyordu” diyerek vermek pek isabetli değil. Çünkü HDP’nin ittifakta olmaması aslında sebepten ziyade bir sonuç. Ancak “İYİ Parti istemediği için HDP o masada yok” önermesi de bence meseleyi tamamen açıklamıyor.

Millet İttifakı ve HDP arasında, bazen kontrollü gerilim bazen de esnek koordinasyon şeklinde tezahür eden ilişkiyi sadece bu iki aktörün birbirine olan bakışları belirlemiyor. Türkiye’de sınırlarını mevcut otoriter rejimin çizdiği, siyaseten neyin makbul olup neyin olmadığını belirleyen bir çerçeve var. Hepimizin muhalefeti dışına çıkmamakla sıkça suçladığımız bu çerçeve, toplumun hemen her kesiminin algı, tercih ve aksiyonlarını üzerinde doğrudan bir etkiye sahip. Dolayısıyla, nasıl ki demokrasi vadeden bir muhalefetin zaman zaman bu çerçevenin dışına çıkıp siyaset yapma irade ve cesaretini göstermesi bir zorunluluksa, yine tüm devlet imkanlarına, güvelik aygıtlarına ve medya aparatlarına sahip bir iktidara karşı varoluşsal bir mücadele veren muhalefetin, siyasetini kurgularken bu çerçeveyi göz önünde bulundurması bir o kadar mecburi. Zira seçimli bir otoriter rejimde seçimleri kazanarak iktidarı yenmek demek, oyunu kazanana kadar rakibin eşitsiz kurallarıyla oynamayı kabul etmeyi gerektirir. Yukarı da bahsettiğim çerçeve de maalesef bu kuralların bir parçası.

Biraz daha somutlarsak, Türkiye’de mevcut otoriter yönetimin iktidarda kalmak ve bunun için çoğunluğun desteğini almak amacıyla yıllardır istikrarlı bir biçimde uyguladığı iki strateji var: Birincisi kutuplaştırma, ikincisi ise muhalefeti bölerek koordineli davranmasını engelleme. İkisi birbirine paralel bu iki stratejiyi uygularken iktidarın kullandığı en büyük araç ise Kürt meselesi. 2015’ten beri Kürt meselesini kullanarak yarattığı kutuplaşma ile iktidarda kalan Erdoğan, bu yolla aynı zamanda muhalefetin bir araya gelmesini de zorlaştırıyor. Rejim otoriterleştikçe, iktidar bu aracı daha da fazla kullanıyor; bu araç kullanıldıkça rejim daha da otoriterleşiyor.

Otoriter rejimin oyunun kuralları ile siyasi çerçeveyi muhalefeti bölen bir kutuplaştırma üzerine kurguladığı ve hatta kısmen başarılı olduğu bu durumda, muhalefetin yapması gereken bu çerçeveyi yok saymak değil, bu çerçeveyi iyi çalışıp amacına ulaşmasını engelleyen yeni bir çerçeve kurgulamaktır. Bana kalırsa, HDP’nin tutum belgesi ve Millet İttifakı ile arasındaki esnek koordinasyon işte bu alternatif çerçevenin ürünüdür. 2019 yerel seçimleri de bu alternatif çerçeveyle muhalefetin ne kadar başarılı olabileceğinin bir kanıtıdır.

Birçoklarına göre muhalefetin yapması gereken, otoriter rejimin kendisine dayattığı siyasi çerçeveyi alıp çöpe atmaktır. Yüzeysel bir bakışla bu yaklaşım demokrasinin bir gereği olarak görülebilir. Ancak demokratik bir rejimi inşa etmek ve bunu otoriter bir düzende yapmak başlı başına sürdürülebilir bir siyasi akıl gerektiriyor. Bu siyasi akıl, içinde siyaset yapan her aktörü kısıtlayan, bazen köşeye sıkıştıran ancak bazen de çeşitli fırsatlar sunan otoriter çerçeveyi göz önünde bulundurmayı zorunlu kılıyor. Siyaset yaparken bu çerçeveyi göz önünde bulundurmak, aktörlerin bazı durumlarda kendileri açısından ideale en yakın adımı atma lüksünü ellerinden alabilir. Örneğin HDP, Millet İttifakı’nda olmamasına rağmen ittifakın ortak adayını desteklemek durumunda kalabilir. Aynı şekilde İYİ Parti aslında istememesine rağmen ittifakın ortak aday çıkarmasını kabul edebilir. Ya da DEVA ve Gelecek partileri CHP’li bir cumhurbaşkanı adayı için sahada çalışmak durumunda kalabilirler. Tüm bunlar partilerin kendi ideal dünyalarında asla tercih etmeyecekleri ama topluma vaat ettikleri dönüşüm uğruna kısmen fedakârca kısmen de zorunlu olarak kabul ettikleri/edebilecekleri şeyler.

Ayrıca tüm bu süreçte deneyimlerden öğrenme faktörünü de unutmamak lazım. 2018’deki baskın seçimlerde muhalefetin OHAL şartlarında iktidara karşı mobilize olması için sahip olduğu iki aydan biri, HDP’nin Millet İttifakı’na alınıp alınmayacağı ve cumhurbaşkanı adayının kim olacağına ilişkin tartışmalarla heba edilmişti. Buna ek olarak birçok başka sebepten dolayı da o seçimi kaybeden muhalefet, bu sefer bu lükse sahip olmadığının çok net farkında. HDP’nin tutum belgesinde Millet İttifakı’na girmeyi düşünmediğini beyan etmesi de Meral Akşener’in ortak cumhurbaşkanı adayı çıkarılması gerektiği konusunda görüş bildirmesi de muhalefetin 2018’de yaptığı birtakım hataları tekrarlamama iradesinden kaynaklanıyor. Böylece otoriter iktidar bloğunun elinden önemli bir silahı daha alınmış oluyor.  

İşte HDP’nin altılı muhalefet masasında olmaması meselesine ve Millet İttifakı ile arasındaki esnek ilişkiye biraz da bu geniş açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Aslında hem HDP hem de Millet İttifakı verili şartlar altında iktidarın stratejilerini boşa düşüren yeni bir çerçeve kurgularken, bir yandan da kendileri açısından en kazançlı yol haritasını çizmeye çalışıyor. Altılı masa bu noktada Millet İttifakı’nın stratejik hamlesiydi. HDP’nin stratejik hamlesi ise üçüncü yol ve bunun somutlaşmış hali olan sol ittifak. Bu stratejiyle HDP, Türkiye İşçi Partisi gibi yeni ve taze bir aktörle, baraja karşı savaşıyor olmanın yaratacağı sinerjiyi de kullanarak 7 Haziran 2015’ten beri sürekli daralan siyasi alanını maksimum genişliğe ulaştırma potansiyeline sahip. Millet İttifakı’nın bir üyesi olarak asla elde edemeyeceği bu geniş siyasi alan HDP’ye bir yandan 2023 seçimlerinden mümkün olan en güçlü şekilde çıkma şansını verirken, diğer yandan seçim sonrası Millet İttifakı’na karşı masada pazarlık gücünü de arttıracak.

Peki her şey bu kadar güzelse HDP neye itiraz ediyor? Benim anladığım kadarıyla HDP’nin aslen itiraz ettiği şey çantada keklik görülmek, yeterince muhatap alınmamak ve hatta yer yer yok sayılmak. Altılı masada İYİ Parti haricindeki tüm partilerin HDP ile seviyeli bir diyalog tutturmaya çalıştığını gözlemlemek mümkün. Bence İYİ Parti’nin de bunun yapması mutlak bir gereklilik değil. Ancak İYİ Parti’nin HDP ile ilgili zaman zaman yaptığı, HDP seçmenini rencide edecek açıklamalarının da ne kendisine ne de muhalefete bir şey kazandırdığını; bunun yukarıda bahsettiğim otoriter çerçeveye hapsolmaktan başka bir şey olmadığını da görmek lazım. İYİ Parti ve HDP’den beklenen birbirleriyle can ciğer olmaları değil, muhalefet bloğu olarak iktidarın otoriter çerçevesini göz önünde bulundurarak, ona alternatif bir çerçeve sunabilmeleridir. HDP’nin altılı masada olmaması en çok İYİ Parti’yi rahatlattığına göre İYİ Parti de HDP konusunda altılı masanın elini rahatlatmalıdır*. Bunun yapılmasının tek yolu bu partilerin birbirleri hakkında pek konuşmaması, bu yolla enerjilerini birbirlerine karşı değil otoriter iktidar bloğuna karşı kanalize etmeleridir. Zira HDP ile Millet İttifakı arasındaki esnek koordinasyon olmaksızın ne Millet İttifakı’nın topluma verdiği sözleri tutması ne de Türkiye’nin bu otoriterlik çukurundan çıkması mümkün olabilir.   

*Bu konuda 15 Mayıs 2020’de yazdığım ancak bugün bence tamamıyla güncel olduğunu düşündüğüm “İYİ Parti HDP ile Geriliminden Ne Kazanıyor?” başlıklı yazımı da ilgilisiyle paylaşmak isterim. 2019 yerel seçimlerinin verilerine dayanan bu yazıda belirtilen ve bedelini büyük ölçüde İYİ Parti’nin ödediği hataların, 2023 seçimlerinde tekrarlanması durumunda bedelini bu sefer tüm Türkiye’nin ödeyeceğini unutmamak gerekiyor.

Edgar Şar’ın önceki yazıları:

 Muhalefet, Erdoğan’ın “üçüncü kez” adaylığı meselesini nasıl ele almalı?

“Şirazesinden çıkmış” kampanyalar ve muhalefetin yol haritası

Seçim gününü hayal edebiliyor muyuz?

Muhalefet masasının önceliği ne olacak?

Türkiye için yeniden demokratikleşme sahiden mümkün mü? – II

Hem CHP genel başkanı hem de cumhurbaşkanı adayı olmak

Muhalefetin 2022’si – Önce program, sonra ekip, en son da aday

Bir yıl sonu muhasebesi: Muhalefetin başardıkları ve (henüz) başaramadıkları

Seçimlerde Erdoğan’ı kim yener?

“Hele bir seçim ilan edilsin de bakarız…”

Kılıçdaroğlu, İnce’nin yaptığı hatayı yapar mı?

Ekonomik yıkım karşısında muhalefetin elinden ne gelir?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.