Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı: Muhalefet, Erdoğan’ın “üçüncü kez” adaylığı meselesini nasıl ele almalı?

2023 seçimlerine doğru iktidar ve muhalefetin seçim stratejileri tartışılırken, gündemden düşmeyen mevzulardan biri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimlerde aday olup olamayacağı meselesi. Türkiye’nin birçok saygın anayasa hukukçusu, şimdiye kadar çeşitli vesilelerle 2014 ve 2018 yıllarında cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın 2023 seçimlerinde normal şartlar altında aday olamaması gerektiğini ileri sürdü. Gerekçeleri ise Anayasa madde 101/2’ydi. Buna göre, “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.”

Ne olduysa hafta başında önce MHP lideri Devlet Bahçeli ve sonra TBMM Başkanı Mustafa Şentop da bu tartışmaya katıldı. Bahçeli, “…Bazı çevreler Sayın Cumhurbaşkanımızın tekrar aday olamayacağı yönünde husumetle pekişmiş karanlık propagandalarına şimdiden başlamıştır. Bir defa bu iddianın yasal ve anayasal hiçbir temeli, hiçbir nesnel gerçekliği yoktur” derken, Şentop ise “Üçüncü kez değil, ikinci kez adaylık söz konusu burada. Hukuki boyutuyla ilgili olarak detaylı akademik bir çalışmayı ben yayınlayacağım. Bu konuyla ilgili hiçbir hukuki sorun olmadığını, yapılan tartışmaların bilgi eksikliğinden kaynaklandığını söyleyebilirim” dedi.

Bildiğim kadarıyla uzmanlık alanı anayasa hukukundan ziyade hukuk tarihi olan Prof. Şentop, yayınlayacağını duyurduğu akademik makalede, muhtemelen 2017 anayasa değişiklikleriyle birlikte yetkileri genişletilen cumhurbaşkanlığı kurumunun 2017 öncesindeki cumhurbaşkanlığı ile aynı kurum olmadığını; dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sistemde ilk döneminde olduğunu ve 2023’te de ikinci kez seçilmek üzere aday olabileceğini savunacak.

Bu konuda anayasa hukukçuları arasında bir tartışma yapılabilir, farklı fikirler ortaya çıkabilir. Ben hukukçu değilim ancak anayasa hukuku formasyonu olan bir siyasetbilimci olarak gördüğüm tablo, 2017’de anayasa değişiklikleri yapılırken yepyeni bir cumhurbaşkanlığı kurumunun oluşturulmadığı yönünde. Bir defa yürürlükteki anayasa yeni bir anayasayla değiştirilmediği sürece, devletin tüm kurumlarıyla devam ettiği, sürdüğü kabul edilir. Dolayısıyla 2017 değişiklikleriyle yapılan temelde cumhurbaşkanının anayasal yetkilerinin yeniden düzenlenmesidir. Bu işlem de birçok maddede “Başbakan ve Bakanlar Kurulu” ifadesinin silinip yerine “Cumhurbaşkanı” ifadesi eklenerek yapılmıştır.    

Tam da bu sebeple yine aynı değişikliklerle kaldırılan ve geçici madde ile hemen yürürlüğe giren “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir” hükmü sayesinde Erdoğan 2 Mayıs 2017’de AKP’ye tekrar üye oldu ve 21 Mayıs 2017’de yapılan olağanüstü kongre ile yeniden partinin genel başkanı seçildi. O sırada halen parlamenter sisteme göre cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın, başkanlık sisteminin tam anlamıyla yürürlüğe gireceği 2018 seçimlerini beklemeden, yapılan değişikliklerden faydalanabilmesi, bu değişikliklerin tümüyle yeni bir cumhurbaşkanlığı kurumu oluşturmadığını, sadece mevcut kurumun görev ve yetkilerini artırdığını ortaya koyuyor.

Özetle Erdoğan’ın 2023 seçimlerinde aday olması, üçüncü kez seçilme ihtimali doğuracağından anayasaya göre aslında mümkün değil. Peki bu öngörülmedi mi? Ne yapılabilirdi? Aslında bu sorun anayasa değişikliklerine eklenecek bir geçici madde ile kökten çözülebilirdi. Ancak nedense bu yapılmadı. Bunun sebebi ihmal midir, yoksa bugün olduğu gibi zamanı geldiğinde bu meseleyi muhalefete karşı kullanmak mı amaçlanmıştır, bilmemiz mümkün değil.

Ancak tüm bunlara rağmen Erdoğan’ın 2023’teki adaylığı anayasayı ihlal etmeden de mümkün. Anayasa 116/3’e göre; “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” Yani seçimler otomatik olarak değil de Meclis kararıyla yenilenirse, Erdoğan’ın adaylığı önündeki anayasal engel ortadan kalkar. Ancak aynı maddeye göre Meclis seçimlerin yenilenmesine Meclis üye tam sayısının beşte üç çoğunluğuyla karar verebileceğinden, muhalefetin de bu karara destek olması gerekir. Her fırsatta erken seçim çağrısı yapan muhalefet, muhtemelen böyle bir karara destek olur. Nitekim Kılıçdaroğlu, son yaptığı açıklamada bu çağrıyı yaptı. Ancak Bahçeli ve Şentop’un açıklamalarından, iktidarın meseleyi bu şekilde çözüme kavuşturmaktan ziyade Erdoğan’ın adaylığı üzerinden bir tartışma yaratmak ve muhalefeti de bu tartışmaya çekmek niyetinde olduğunu çıkarabiliriz.    

Peki muhalefet bu tartışmaya girmeli mi? Bu soruya cevap vermeden önce şunu ortaya koyalım. Her ne kadar da yazının şimdiye kadarki bölümünde konuyu hukuki bir perspektifte ele almış olsam da bu mesele içinde yaşadığımız koşullardaki tamamen siyasi bir meseledir. Zaten demokrasi ve hukuk devletinin asgari koşulları ülkemizde hâkim olsaydı, bu meselede muhalefetin ne tutum alacağını değil, Erdoğan’ın adaylık başvurusu yapması durumunda Yüksek Seçim Kurulu’nun ne karar vereceğini konuşuyor olurduk. Bu koşulların iktidar eliyle yok edildiği mevcut durumda ise muhalefet için bu tartışmaya girmek siyasi bir tercih olacaktır ve ben muhalefetin bu tercihi yapmaması gerektiğini düşünüyorum. Nitekim Erdoğan’ın aday olmaması gerektiği konusunda yapılacak ısrar, diğer yargı organları gibi yürütmenin kontrolünde olan YSK’nın kararını etkilemeyeceği gibi iktidar bloğuna tüm seçim kampanyasını Erdoğan’ın şahsi bekası üzerine kurma fırsatını da verecektir. 

Meseleye hukuk devleti üzerinden bakanlara bu yaklaşım pek makbul gelmeyebilir. “Ne yani, muhalefet anayasanın ihlal edilmesine yine göz yumacak, biz de susacak mıyız?” diyebilirler. Maalesef hukuk devletinin kalmadığı bir yerde, en hukuki gözüken mesele bile aslında siyasi hale gelebiliyor. Bunu en iyi 2013 yılında yayınlanan “Abusive Constitutionalism” (Suistimalci Anayasacılık) başlıklı makalesinde anayasa hukukçusu David Landau anlatır. Bu makalede Landau, 21. yüzyılda dünyanın birçok ülkesinde otokratların anayasal düzeni toptan yok etmek yerine kurumları ele geçirip rejimi değiştirmek adına anayasal araçları nasıl suistimal ettiğini ele alıyor. Venezuela, Mısır ve Macaristan örneklerinde, normal şartlarda iktidarı sınırlandırmak üzere ortaya çıkan anayasal mekanizmaların demokrasiyi erozyona uğratmak amacıyla nasıl kullanıldığını gözler önüne seren Landau, akabinde şu soruyu soruyor: Anayasal sistem kendini bu erozyona karşı nasıl savunabilir? Hukuk devletinin olmadığı bir yerde salt hukuk, anayasal düzen ve demokrasiyi geri getirebilir mi?  

Bu sorulara cevap arayan Landau, anayasal teori ve uluslararası hukukta yer alan koruyucu mekanizmaların tamamını sırasıyla ele alıyor ve ele aldığı örneklerde bu mekanizmaların hiçbirinin hukuk devleti ve demokrasinin yok edilmesine yol açan siyasi aksiyonları engellemede yeterince etkili olmadığı sonucuna varıyor. Bir başka deyişle, “hukuk” kullanarak yok edilen hukuk devleti, maalesef salt hukuk ile tekrar kurulamıyor. Zira bunun için güçlü bir siyasi irade gerekiyor.  

Türkiye’ye ve başlıktaki soruya geri dönersek, muhalefetin karşısında, 2010’dan bu yana yargıyı, denge ve denetleme kurumlarını ve hatta anayasayı yozlaşmış bir vesayet kavramı üzerinden önce yıpratıp sonra da ele geçiren bir iktidar olduğunu unutmamak gerekiyor. Anayasal tüm kurum ve mekanizmaları kendi bekası adına araçsallaştıran iktidar, mükemmel bir suistimalci anayasacılık örneği olan 2017 anayasa değişiklikleriyle rejimi değiştirdiğinden beri ülkemiz demokrasi ve hukuk devletinin asgari koşulları sağlamayan bir otoriter rejimle yönetiliyor. Henüz konsolide olmamış, asgari demokrasiye dönme şansına sahip bir otoriter rejimde, muhalefetin bu mücadelesinin tamamen siyasi olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Muhalefetin, anayasaya aykırı olmasına Erdoğan’ın adaylığına ses çıkarmaması, bazılarınca otoriter bir iktidara karşı anayasayı savunmamak ve hatta anayasanın ihlali suçuna ortak olmak şeklinde yorumlanabilir. Bu yaklaşımın gözden kaçırdığı husus ise otoriter bir rejimde anayasanın, anayasacılığın ve hukuk devletinin savunulması işinin başlı başına siyasi bir iş olduğudur. Hukuk devleti ve demokrasinin inşası, bizzat iktidar tarafından delik deşik edilmiş bir anayasayı savunarak değil, ancak bunları talep eden bir çoğunluğu siyaseten bir araya getirerek mümkün olabilir.

Dolayısıyla muhalefet, Erdoğan’ın adaylığı konusunda “anayasaya aykırı ama kabul edeceğiz” minvalinde bir siyasi pot kırmamalı ama meselenin siyasi özünü de gözden kaçırmamalı. Muhalefet, sırf mevcut otoriter rejimin anayasasını savunmak adına iktidara “milli irade”nin birtakım elitler tarafından ipotek altına alındığı argümanını kullanma fırsatını vermeden de gerçek anayasal düzenin önemini gösterebilir. 6 Mayıs 2019’da İBB seçimleri hukuksuz bir şekilde iptal edildiğinde muhalefet, kararın hukuksuz ve gayrimeşruluğunu gerekçe göstererek seçimleri boykot edebilirdi ancak bu mevcut otoriterliği derinleştirmekten başka bir işe yaramazdı. Bunun yerine kararın hukuksuzluğunu vurgulamakla birlikte seçimlerden kaçılmadı ve otoriter rejime en büyük darbe bu şekilde vurulabildi.        

Umuyorum ki Türkiye bu otoriterlik çukurundan, öncelikle cumhuriyet tarihi boyunca emsali görüşmemiş bir elitler paktının yanı sıra hukuk devletinin, denge ve denetlemenin ve yönetimde kolektif akla olan ihtiyacın farkına varmış bir toplumsal çoğunluğun iradesiyle çıkacak. Ancak anayasal demokratik düzenin inşası için ilk şart bu iktidarın seçimlerle yenilmesidir.

Edgar Şar’ın önceki yazıları:

“Şirazesinden çıkmış” kampanyalar ve muhalefetin yol haritası

Seçim gününü hayal edebiliyor muyuz?

Muhalefet masasının önceliği ne olacak?

Türkiye için yeniden demokratikleşme sahiden mümkün mü? – II

Hem CHP genel başkanı hem de cumhurbaşkanı adayı olmak

Muhalefetin 2022’si – Önce program, sonra ekip, en son da aday

Bir yıl sonu muhasebesi: Muhalefetin başardıkları ve (henüz) başaramadıkları

Seçimlerde Erdoğan’ı kim yener?

“Hele bir seçim ilan edilsin de bakarız…”

Kılıçdaroğlu, İnce’nin yaptığı hatayı yapar mı?

Ekonomik yıkım karşısında muhalefetin elinden ne gelir?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.