Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cengiz Özdemir yazdı: Beşiktaş’tan Tophane’ye yürüyüş-2

Geçen haftaki yazımızda Beşiktaş’tan, Hızır Hayrettin Paşa’dan, Sinan Paşa’dan ve Dolmabahçe Sarayı’ndan bahsetmiştik. Bu hafta Dolmabahçe Sarayı’nın artık var olmayan tiyatro binasından ve saat kulesinden başlayarak yola revan olalım. Dolmabahçe Sarayı’nın Kabataş tarafına bakan kapısının çaprazında yukarısında kalan Dolmabahçe Saray Tiyatrosu günümüze ulaşamadı. Bu tiyatro kuşkusuz yapıldığı dönemde epey yadırganmış olmalı. Yüzyıllarca İslami kurallara göre yaşanan sosyal hayatın yavaş yavaş değişmeye başladığının ve bunun devlet tarafından resmen kabul edilip öncülük edildiğinin göstergesidir. Abdülmecit’in operaya merakı zaten vardı. Hazret ara sıra Galatasaray’daki Naum Tiyatrosu’na gider; opera, operet, vodvil, tuluat vs. izlermiş. Sultanın bu ilgisinin samimi bir ilgi olduğunu düşünebiliriz. Resmi açılışı 12 Ocak 1859’da yapılan tiyatronun iç dekorları Paris Operası’nın dekoratörü Séchan tarafından yapılmış. Dönemine göre epey debdebeli olan bu tiyatronun ömrü kısa olmuş. Sadece dört yıl sonra çıkan bir yangınla küle dönmüş. Sonrasında da tütün deposu olarak kullanılmış. 1939’da ise “yola verilmiş” Lakin sultanlar artık “sahne tozu” yuttuklarından tiyatroya ilgi hiç azalmamış. Yıldız Sarayı bünyesinde de bir tiyatro kurulduğunu biliyoruz.

Sarayın yanında hâlâ çalışan saat kulesi ise şehir kültüründeki zihniyet değişiminin bir örneğidir. Bu hat üzerinde iki Saat Kulesi 19. yy.’da inşa edilmiştir. Biri Dolmabahçe Saat Kulesi -ki daha yenidir- diğeri Tophane Saat Kulesi’dir. Tophane Saat Kulesi’ni yaklaşık 70 yıl önce II. Mahmut inşa ettirmiş, Dolmabahçe’yi ise 1890-94 arasında II. Abdülhamit inşa ettirmiştir. Yaşadığımız dijital çağda meydan saatleri bize çok gereksiz gözükse de 19. yy. Osmanlı bireyi açısından meydan saatleri ve genel olarak mekanik saat kullanımı büyük bir zihniyet devriminin işaretleriydi. Hayatı güneşin hareketlerine ve namaz vakitlerine göre yaşayan şark insanı ilk kez “geceyi fethetmeye” başlamış, günün 24 saat yaşandığı, sokakların aydınlatıldığı, yatsı namazından sonra da hayatın aktığı yeni bir zaman algısına geçmişti. Şark zaman algısındaki bu kırılmayı Ahmet Hamdi Tanpınar “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde çok mizahi bir biçimde anlatır. Meydan saatleri kusursuz Quartz saatlerin olmadığı çağlarda kusurlu mekanik saatlerin ayarlanması için kullanılan birer “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” idiler. Bu meydan saatleri zaman içinde şehrin pek çok yerine yayıldı. Gar girişlerinde, meydanlarda boy gösterir oldular. Bu meydan saatleri Türk edebiyatına da malzeme olmuştur. Mesela Taksim Meydanı’ndaki meydan saati  hem Sait Faik’in “Eftalikus Kahvesi” hikayesinde, hem Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ında geçer. Velhasıl kelam meydan saatleri ve saat kuleleri mühim birer kültür mirasıdır.

Sarayın yanı başında insanda bir hafiflik duygusu yaratan barok Dolmabahçe Camii vardır. Bu cami sarayla birlikte inşa edilmiş bir protokol camisidir. Bol pencereleri, bol ışıklı, ferah, denizin dudağında, lebi derya bir camidir. Ortaköy Camii’ne çok benzer ve Boğaz’ın kenarına inci gibi dizilmiş barok camilerin en görkemlisidir.

Bu hat üzerinde deniz kenarına konuşlanmış ikinci bir cami Fındıklı Molla Çelebi Camii’dir. Molla Çelebi ulema hiyerarşisinde şeyhülislamdan sonra gelen ikinci sıradaki kazaskerliğe kadar yükselmiş bir din adamı ve doğal olarak hukukçu idi. Gerçek adı Mehmet Vusuli Efendi’dir. Konya, Bursa ve birkaç kez İstanbul kadısı olduktan sonra mesleğinin zirvesine Anadolu Kazaskeri olarak veda etmiştir. Vusuli babasının ve özellikle kayın validesi Ayşe Hubbi Hanım’ın saraydaki nüfuzunu epey kullanmış olmalı ki kendisini çekemeyenler ona “Hubbe Mollası” derlermiş. Molla Efendi İstanbul’da bulunduğu zamanlarda fasılarla bu camiyi ve önündeki hamamı yaptırmış. Bu nedenle yapımı 14 sene gibi uzun bir zamana yayılmış. Burada bir bahçesi olan Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile de komşu olmuş. Eser Sinan imzasını taşır. Devrinin bir banliyö camisi olarak oldukça iddialı bir camidir. Epeyce yüksek ve büyük yapılmış. Molla Efendi hemen camiye bir vakıf kurup tüm malını mülkünü buraya bağışlamış olmalı. Tabii mütevelli heyeti çoluk çocuktan mürekkep bir vakıf. Tabii camiye akar olması için inşa edilen hamam da unutulmamış. Hemen ön cepheye yerleştirilen hamam yaklaşık 400 sene sonra Menderes kepçelerine kurban gitmiş. Üstelik ne rölövesi, ne kaydı ne kuydu tutulmaksızın. Geriye birkaç soluk fotoğraf kalmış bu Sinan yapısı hamamdan.

Devam edecek!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.