Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Yönetim modelimiz ve muhalefetin aday sorunu

İşletme bilimi açısından yönetim modelleri, kurumların ekonomik performanslarını doğrudan etkiler. Özellikle dış şartlarla uyumlu yönetim şekline sahip olmak, başarılı bir yönetim pratiği için gereklidir. Genellikle yönetimde iki ana eğilimden bahsedilebilir. Bunlardan biri kurumsal ve kural temelli, kişilerden bağımsız yönetim modeli. Diğeri ise “lidere” dayalı, kurallara sıkı sıkıya bağlı olmadan icra edilen, daha çok “durumsallığın” hâkim olduğu bir yönetim modelidir. Bu ikincisinde duruma göre farklı kararların alınması ve uygulanması mümkündür. Bu nedenle kurallara sıkı sıkıya bağlı kalınmaz.

Kamu ve özel kurumlarda “kurumsallaşma” ve “kurumsal yönetişim ilkelerinin” arayışının sebebi ilk şekildeki gibi kural temelli, liderden bağımsız bir yönetişim modeline sahip olmaktır. Avrupa Birliği üyelik müzakereleri nedeniyle 2000’li yılların başında Türkiye, ilke ve kurallara bağlı bir yönetim modelinin oluşturulmasında oldukça önemli yol almıştı. Elbette bunda küreselleşmenin oynadığı rolü ihmal etmemek lazım. Zira ekonomik olarak dışa açık olunan bir ortamda, yönetim bakımından dikkate alınması gereken birçok parametre değişken hale gelir ve her bir değişkeni dikkate almak ve bu değişkenlerdeki değişime göre “durumsal” (yani duruma göre) bir karar vermek ne mümkündür ne de etkin bir yönetim modeli oluşturur. Buna rağmen durumsal yönetişimde ısrar etmek, çok hızlı ve sık değişkenlik gösteren çevresel şartlara karşı alınan kararlarda zıtlıkların, tutarsızlıkları ve hatta çelişkilerin çıkması kaçınılmaz olur.

Şirket yönetimlerinde bu tarz yönetim modellerinin şirketlerin ölçeği ile de ilişkisi vardır. Lider temelli bir modeli küçük ölçekli şirketlerde kullanma imkânı daha fazladır. Ancak şirketler büyüdükçe kurumsal, ilke temelli yönetim modellerini tercih ederek varlıklarını sürdürmeye ve hatta “ebedi müessese” olmaya çalışmaları daha yüksek ihtimal dâhilindedir.

Bu konu devlet yönetimi bakımından değerlendirildiğinde, örneğin Türkiye boyutunda bir devlet ve ekonomi yönetiminin lider temelli ve durumsal bir yönetim modeliyle, verimli ve tutarlı bir şekilde yönetebilmesi mümkün değildir. Hem ülkenin içinde bulunduğu çevresel şartların çeşitliği ve değişkenliği, hem de ülkenin ekonomik ve toplumsal olarak heterojen yapısı, durumsal alınan kararlar arasında çelişkilere, tutarsızlıklara yol açacaktır. Bunun sonucunda da amaçlanan yönetim hedeflerine ulaşılması için gerekli performansının gösterilmesi mümkün olmayacaktır. Diğer bir deyişle bu yönetim tarzının ülkeye olan maliyeti yüksek olacaktır. Bu sürdürülebilir bir yönetim modeli değildir. Bunda ısrar edilmesi, ülkeye zaman kaybından başka bir şey kazandırmayacak; kaçınılmaz sonuç er ya da geç gerçekleşecektir. Elbette o güne kadar yapılan tahribatlarla birlikte…

Türkiye, 2018 yılında yapılan bir referandum ile kural temelli, kuramsallığı göreli olarak yüksek parlamenter bir rejimi terk ederek, lider temelli, durumsal karar almayı öne çıkartan bir modele geçiş yaptı. Elbette büyük beklentileri vardı vatandaşın. En basitinden, daha fazla refah ve bir o kadar da gurur duyacakları başarılar elde etmek vaat edilmişti onlara. İddiaya göre, daha etkin ve hızlı karar alma mekanizmaları ile daha isabetli kararlar alınabilecekti, sorunlara hızlı çözümler bulunabilecekti. Verilen bu vaatlere kimsenin “hayır” diyebileceğini sanmıyorum. Hepsi güzel, hepsi yerinde vaatler. Ama sorun olan, kamuoyunun önüne konulan “Türk Tipi Başkanlık” sistemiyle bu vaatlerin hiçbir şekilde elde edilemeyeceğiydi. Amaç doğru olsa bile amaçlara ulaşmak için seçilen yol yanlıştı.

Neticede aradan geçen 3,5 yıllık uygulamanın ardından, bu vaatlerin hiçbiri gerçekleşmedi. Bırakın gerçekleşmesini ülkenin sorun çözme kapasitesinde de gözle görülür düşüşler yaşandı. Yaşadığımız aksaklıkların ve sorunların ana sebebi bu yönetim değişikliği ve yeni modelin de iyi şekilde uygulanamamasıydı. Zira bu kadar yüksek maliyetli ve karmaşık bir yönetişim modelinin uygulanması son derece kalifiye, liyakat sahibi geniş bir bürokratik kitlenin varlığını gerekli kılmaktadır. Böyle bir kadro elinizde yoksa yönetimin performansı kaçınılmaz olarak düşer.

Bu modelin başarısızlıklarının görünürlüğünü azaltmak ve yönetime yönelik eleştirileri görünmez kılabilmek için “siyasi baskı” uygulamak kaçınılmaz bir hal alacaktır. Sistemin başarısızlıkları arttıkça, baskılar da artacaktır. Başka türlü böyle bir sistemin sürdürülebilmesinin imkânı yoktur. Baskıların ise ne kadar işe yarayacağı meçhul.

Ekonomi, bu yönetim sorunlarının görünür hale geldiği ideal örneklerden biridir. Kurallara bağlı kalmayan, lider temelli modelin yönetim pratikleriyle son zamanlarda faiz politikasının ne hale geldiği, ülkenin ve dünyanın gerçekleriyle bağının nasıl koparıldığı buna güzel bir örnektir. Böyle bir yönetişim modeli altında ekonomik sorunlara yönelik yapılan politik tercihlerin, genel olarak sorunu çözmek yerine, iktidarın nasıl kendi ikbalini korumaya yönelik bir tercihe kolaylıkla evrileceği açıkça görülmektedir.

Ülkemizdeki yönetim modelinin sorun çözme kapasitesi giderek azalırken, ekonomik sorunlar son zamanda artıyor. Kanımca bu sorunların en önemlisi; fiyat artışlarının bir türlü engellenememesidir. Hayat pahalılığı siyasi tercihlere bakmaksızın herkesin hayatını etkiliyor. İktidar temsilcileri çaresizlik içinde çıkışı tek bir gelişmeye bağlamış görünüyor. Umutlarını ciddi bir sermaye girişine bağlamış durumdalar. Maalesef dünyanın değişen mali koşulları nedeniyle o da gelmiyor artık Türkiye’ye. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de Ukrayna-Rusya savaşı çıktı başımıza. Yabancı sermaye için jeopolitik riskler de artıyor. Bu gelişmelerin uluslararası emtia piyasaları üzerine yaptığı enflasyonist etkiler de eklenince, Türkiye’deki enflasyon iyice kontrolden çıkıyor.

Sadece bizde değil, tüm dünyada arttı enflasyon. Dünya merkez bankaları birbiri ardına faizlerini arttırdı. Tek bir istisna dışında… O da maalesef Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) oldu.

Geçtiğimiz perşembe günü, bu yıl yaptığı dördüncü toplantıda da TCMB faizleri yüzde 14’de sabit tuttu. Yanlış anlamayın. Bu arada yıllık enflasyon yüzde 60’ları aşmış durumda. Yani bu kararla fiilen negatif faiz ödenmeye devam ediliyor mevduat sahiplerine. Gerçekten ilginç bir durum. Ama sürdürülebilir değil!

Bu arada kamuoyu endişeli. Sadece ekonomik gidişat konusunda değil bu endişe. Seneye yapılacak seçimlerde iktidarın değişmemesi ve ekonomik kötüleşmenin devam etmesi herkesin korkulu rüyası olmuş durumda. Ama insanlar birbirinin yapabileceği siyasi tercihe de güven duymuyor seçimlerde.

Ekonomi elbette kötü yönetimin sonucunda bu duruma geldi. Özellikle ekonomi, tek bir kişinin, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan ekonomik görüşlerinin uygulanmasında diretebilmesine olanak sağlayan bu yönetim modeli nedeniyle bu hale geldi aslında. Kısaca, Sayın Cumhurbaşkanımızın “faiz neden, enflasyon netice” diyerek faizleri düşürme inadından dolayı…

Ama tek sorun ekonomi mi? Hemen hemen her konuda “kötü” yönetim örneklerini görmek mümkün. Politikasızlık hâkim oldu ülkeye. Her şey kendi akışına bırakılmış gibi. Kimin dümenin başında olduğu ise meçhul. Kamuoyunun gördüğü tek sorumlu var. O da “Başkan”. Uygulamacılar ise perde arkasındalar. Zira sistem böyle bir sistem. İcraatı fiilen yapanların değil, icraatın başında olanın görünür olduğu bir sistem bu.

Kamuoyundaki bu endişe geniş bir taban tarafından paylaşılır bir hal almış görünüyor. İktidardan umudunu kesenler, iktidarın değişmesi için eldeki tek araç olan muhalefete yöneldiler. Fakat onların da arzuladıkları atikliği ve siyaset becerisini gösteremediklerini düşünmekteler. Muhalefetin ekonomik sorunların nasıl çözüleceğine dair gözle görünür bir politikaya sahip olmadıklarından dert yanıyorlar. Bu aslında her konu için böyle. Ben iktisatçı olduğum için kendi alanımla ilgili eleştirileri konu ediniyorum sadece.

Ama hiçbir zaman kamuoyu ve onlar adına konuştuklarını iddia eden yorumcular, gerçekte kendilerinin ne istediklerini bilip bilmediklerini sorgulamamaktadırlar. Sanki onlar açısında her şey net. Sorun sadece muhalefet temsilcilerinin bu sorunlara yönelik politikalarının eksik olması. Biraz da doğu toplumlarına özgü, kaderini başkasının eline, insafına bırakma alışkanlığı sanırım.

Elbette eleştirilerin bir başka konusu da nedendir bilmem hala “başkan” adayının isminin belirlenmemiş oluşu. Özellikle bu hafta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş etrafında yaşanan tartışmalar bunun en güzel ama bir o kadar da trajikkomik göstergesi. Kanımca bu istek de kamuoyundaki kafa karışıklığının bir başka göstergesi. Bir kesim, bu ismin muhalefetin başkan adayı olması gerektiğini söylerken, diğer bir kesim de muhalefetin genel olarak aday belirleme konusunda geç kalmış olmasını eleştirmekte. Muhalif kamuoyuna hâkim bu görüş de doğu toplumlarına özgü, kaderini ellerine bırakacak güvenilebilir bir lider arayışının sonucu olabilir mi? Yani kültür bir bakıma. Gücün yanında da olsanız, karşısında da olsanız değişmiyor ne aradığınız ve aradığımızdan beklediklerimiz. O yüzdendir ki muhalefetin “ilkelerle” değil ama bir isimle kamuoyunun karşısına çıkması isteniyor gibi bir izlenim veriliyor kamuoyuna. Prensipler değil, seçilebilme şansı olan ama yönetim ilkelerini daha sonra tartışacağımız bir aday görmek arzusu herkeste. Bu bir bakıma iktidarı ve muhalefetiyle herkes tarafından içselleştirilmiş olan bir başkan arayışı aslında.

Peki, nerede kaldı “kurala dayalı yönetim ilkesi”? Maalesef Sayın Mansur Yavaş veya Sayın Ekrem İmamoğlu ismini başkanlık yarışı için ortaya atarken, hiç kimse “ilkeleri” bu isimlerle birlikte telaffuz etmiyor. Onları bu yeni yönetim modelinin “yeni başkan adayları” olarak görüyorlar. Kamuoyunun tercihlerini ilkelerin değil, daha çok lider isminin etkileyeceği üstü kapalı kabul ediliyor aslında.

Eğer kamuoyunun düşüncesi gerçekten buysa neden tüm bu çabalar? Kimin için? Kimse kamuoyunun neden kural temelli bir yönetime ihtiyaç duyması gerektiğini anlatmıyor. Arzulanan refaha en kolay kural temelli yönetim modeliyle erişilebileceğinin kamuoyuna anlatılması önemsenmiyor. Varsa yoksa adayın ismi.

Umarım tez zamanda belli olur.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.