Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı: Küresel yeni güvenlik algısı ve stratejik otonomi – Türkiye ne yapacak?

Dünya dönüşüyor. Dönüşen dünyanın güvenlik konsepti yepyeni bakış açıları meydana getiriyor. Son olarak NATO Zirvesi ve Batı’da yaşanan tartışmalar buna işaret ediyor. Peki Türkiye bunun neresinde? Muhalefet iktidara gelirse ne yapabilir? Bu soruları yanıtlayabilmek için son 10 yılı gözden geçirmekte fayda var.

2008 global finansal krizinin sarsıntıları ile girilen 2010’lar büyük bir toplumsal hareketliliğe neden oldu. 2008 ile 2013 yılları arasında tüm dünyayı kasıp kavuran protestolar meydana geldi. Suriye İç Savaşı’nın ve dolayısıyla büyük yer değiştirmenin – göçün – başlangıç anı Arap Baharı bu dönemdedir, Türkiye Gezi hareketi olarak deneyimledi.

Bunun ardından Suriye Savaşı’na, IŞİD’in kuruluşuna, etkisini artırmasına ve küresel düzlemde ise popülizm virüsünün yayılışına tanık olduk. Dünya giderek otoriterleşti. Demokrasiden uzaklaşan ülkeler kervanına birçok yeni ülke katıldı. Bu döneme otoriterleşme dalgası deniyor. Türkiye de doğal olarak bundan nasibini aldı ve 2017 sonrasında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile bir baskı dönemi olarak buna tanıklık etti.

Küresel şok dalgaları

Tüm bunların üstüne iki büyük küresel vaka eklendi. Önce salgın ve son olarak da Ukrayna Savaşı bütün dünyaya şok dalgaları gönderdi. Bunlar gösterdi ki 40 yıl önce elden geçirilen küresel kurumsallık, onun kurduğu ticari ilişkiler ağı ve temel doktrinler gözümüzün önünde kabuk değiştirmekte.

80’lerde kurumsallaştırılan ve yasalaştırılan küreselleşme 90’larda altın dönemini yaşıyordu. Düşük enflasyon, likidite bolluğu, mukayeseli üstünlüklerin yeni kurulan modelde ticari başarılar yaratacağı inancı ve bilfiil durumun bu oluşu başarılı bir model ortaya koyuyordu. Küreselleşme dediğimiz kavram hayatlarımızın doğrudan içinde yepyeni bir bağımlılık ilişkisi yaratıyordu.

Ancak küresel güç dengesinin otoriterleşme yönündeki değişimi ve elbette buna eşlik eden teknolojik atılımlar – otomasyonun güç kazanması gibi -, enerjiye olan yüksek ihtiyaç, iklim değişikliği gibi unsurlar başarı matrisinin temelini değiştirdi. İşte tam bu anda başarıya giden yolun taşlarını döşeyen küresel ticaret ve karşılıklı çoklu bağımlılık ilişkisi başarıyı başarısızlığa götüren ve yeni bir modele zorlayan ilk işaretleri sundu.

Verimlilikten güvenliğe

Rusya’nın siyasi ve askeri kararları şok dalgasının görünen yüzlerini oluştururken, mevcut modele esas darbenin Çin’in sahip olduğu hammade kaynakları ile bunların yönetiminden geldiğini görüyoruz. Ulusal ve küresel firmalar ucuz emek sebebiyle şirketlerinin üretim noktasını çoğunlukla Çin’e kaydırmıştı. Sebep belliydi: Verimlilik. Bu kavram küreselleşme içerisinde güvenliğin önündeydi çünkü güvenlik denince sadece askeri bir güvenlik algısı ağırlıktaydı.

Ancak yaşadığımız son 10 yıldan sonra güvenlik algısının genişlediğini görüyoruz. Artık gıda ve enerji güvenliğinin de en az askeri güvenlik kadar önemli olduğunu deneyimliyoruz. Küresel ve ulusal başarı matrisinin anahtarı olan karşılıklı ve çoklu bağımlılık yerini stratejik otonomiye bırakıyor. Başarı matrisinin yeni anahtarı bu olacak. Ancak bu karşılıklı ilişkilerin tamamıyla terki anlamına gelmiyor. Artık verimlilik esas ilke olmayacak. Enerji, gıda ve hammade temini konusunda dünyada tekel kuran ya da kurmaya yakın ülkelerde otoriterleşme eğiliminin yaşanması ve bir araya gelişleri onlara karşı bağımlılık ilişkisinde verimi değil güvenlik konseptini geri getirdi. O yüzden stratejik otonomi genişletilmiş yeni güvenlik konseptinde çok önemli bir noktada.

Türkiye güvenlik konseptinin neresinde?

Açıkçası 2002’den sonra AKP döneminde Türkiye tarımdan enerjiye, enerjiden gıda ürünlerine kadar küreselleşmenin ilk modelinin yani bağımlılık matrisinin açık, gönüllü ve istekli bir yürütücüsü oldu. Koruyucu bir kalkanı olmadan ya da bunun yatırımını yapacak şekilde aksiyon almadan, bağımlılık ilişkisinin tam ortasına kendisini attı.

İşler küresel siyaset ile ticaret ağı için iyi giderken bu bağımlılık Türkiye’nin bir refah illüzyonu görmesine neden oldu. 2013 yılına kadar süren bu illüzyon girizgahta bahsettiğim 2010’ların etkisiyle buharlaştı. Türkiye bağımlı ve aynı anlama gelmek üzere kırılgan bir yapı ile her türlü müdahaleye açık hale geldi. İçerdeki otoriterleşme dalgası ülkeyi daha da kırılganlaştırdı ve bir noktadan sonra göç krizinde gördüğümüz kapıların tamamıyla açık bırakılması aslında ekonomide de meydana geldi.

İktidar bu kırılganlığı önce dış tehdit ve bölünme korkusuyla aşmayı denedi. Ancak hayatın ağır gerçekleri karşısında insanlar dış tehdit ve bölünme algısından ekonomik güvenlik algısına geçmişlerdi. İktidar başarı modeli yaratamadığı gibi insanları inandıramamaya başladı. Kendi seçmeninin bir kısmı dahil. İktidar seçmenindeki oy kaymasının ya da kararsız havuzuna düşmesinin başlangıcı bu algının değişimidir. Bugün insanlarla konuştuğunuzda – iktidar seçmeni dahi olsa – ekonomik güvenlik algısı yani genişletilmiş güvenlik algısının çok önde olduğunu görüyorsunuz.

Türkiye stratejik otonomisini yaratabilir mi?

Bu artık eğer seçilirse, Erdoğan sonrası süreçte bugünün muhalefetine düşen bir görev. Türkiye’nin stratejik otonomisini yaratması, güvenlik algısını ekonomik temelde de inşa etmesi ama bunu yaparken demokratikleşmeye ve Batı dünyası ile ortaklık içerisinde yapmaya dikkat etmesi gerekiyor. Küresel siyaset ve küresel gelecek buna izin veriyor, yeter ki muhalefetin planı, vizyonu ve bunu işleyecek kadrosu olsun. İşte o zaman Türkiye kırılganlığını ve bağımlılığını azaltmış şekilde demokrasi saflarına dönecektir. Hem de güçlü bir oyuncu olarak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.