Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Işın Eliçin yazdı: (İktidara) Tutunamayanlar

Üç yıl önce İngiltere’de Muhafazakar Parti, Brexit sürecini tamamına erdirmeyi başaramadığı için istifa etmek zorunda kalan Theresa May’in yerine Boris Johnson’ı seçtiği zaman en çok sevinenlerden biri, o sırada hâlâ ABD Başkanı olan Donald Trump olmuştu. Hatta “ona İngiliz Trump diyorlar” diye böbürlenmişti de: “Artık İngiltere’de çok iyi bir adam başbakan olacak. Çetin ceviz ve zeki. Ona ‘İngiliz Trump’ diyorlar ve bunu övgü olarak söylüyorlar. Beni orada pek severler. İstedikleri, ihtiyaçları olan bu. Boris iyidir. İstediklerini onlara verecek, iyi iş çıkaracaktır.”

Trump’ın bu benzetmesini, saçlarının rengiyle ilgili bariz benzerlikleri dışında, iki liderin tarz ve kişiliklerini iyi bilenler de yerinde bulmuştu: Her ikisinin de bencil, yalancı, sahtekâr ve kuralların, yasaların kendilerini bağlamadığını düşünecek kadar narsisistik kişilikler olduğunu yazanlar olmuştu. Ya da her ikisinin de “karizmatik” ve “şovmen” siyasetçiler oluşunun seçmenle özel bir ilişki kurmalarındaki etkisini analiz edenler de vardı.

Elbette popülizm, otoriterleşme gibi başlıklar altında daha derin, siyasi, ideolojik karşılaştırmalar da yapıldı ama üç yıl önce ABD’de yaklaşan seçim öncesi Trump demokratik siciliyle düşüşteydi. İngiltere’de ise parlamentodaki çoğunluklarını kaybetmiş ve Brexit süreci nedeniyle bölünmüş durumdaki Muhafazakârların iktidarlarını sürdürecek acilen bir yeni lidere ihtiyacı vardı.

Dolayısıyla, İngiltere’nin Muhafazakâr Parti destekçisi medyasının da yardımıyla Trump-Johnson karşılaştırmaları, saç rengi benzerliğinden öte fazla da uzatılmadı.

Fakat şimdi Johnson’ın Downing Street 10 numarayı (Başbakanlık konutu) terk etmemek için gösterdiği direnç üzerine, Trump-Johnson benzetmeleri yeniden revaçta. Tahmin edebileceğiniz gibi muhafazakâr medya da yeniden katıldı koroya, “şovmen” oldu “soytarı”, “renkli kişilik” oldu “psikopat”.

Aslına bakarsanız, Boris Johnson gazetecilik kariyerinde de, siyasette de “güvenilmez”, “sorumsuz”, “yalancı” ve “sahtekar” sıfatları eşliğinde skandallarla anılan, özel yaşamıyla magazini bol, üstelik Muhafazakâr Parti içinde de çok seveni olmayan biriydi. Ama iki dönem İşçi Partisi’nin kalesi Londra’ya Belediye Başkanı seçilmesiyle de kanıtladığı gibi, olumsuz özelliklerini pekala oya da tahvil edebiliyordu. Dolayısıyla Muhafazakâr Parti’nin onu lider seçip, başbakanlık koltuğunu teslim ettiği sırada, Johnson’ın “vezir de eder rezil de” tarzı bir siyasetçi olduğunu gayet iyi bildiklerini ama hükümetine girecek ekiple Johnson’ı idare edebileceklerini umduklarını düşünebiliriz.

Gerçekten de Johnson, Downing Street’e yerleştikten beş ay sonra, Aralık 2019’da genel seçim düzenleme kararı almış, Muhafazakâr Parti de o seçimden 1987’den bu yana parlamentodaki en büyük çoğunluğunu elde etmiş olarak büyük bir zaferle çıkmıştı. Üstelik Johnson’la Brexit meselesi ve parti içinde bu konuda yaşanan kamplaşma sorunu da “halloldu.

Fakat önce Covid-19 pandemisi ve ABD’de Biden’ın seçilmesi ile bu Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna işgali sonrasında Johnson’ı katlanabilir kılan koşullar –bildiğimiz dünyanın sonu mu desek?- çok değişti.

Covid-19 pandemisi büyük can kayıplarıyla uzun süre haber gündemini belirlediğinden, Johnson’ın yönetememe zaaflarını, doğru dürüst bir programı olmayışını ve ülkeyi Trump gibi kişisel hırs ve kaprislerine göre, teamülleri, yasa ve kuralları yok sayarak yönetmeye çalıştığını gözlerden ırak tuttu. Ama 2021 sonlarına doğru artık Muhafazakâr Parti’nin parlamento grubu içinde de huzursuzluk başlamıştı. Derken ülkenin geri kalanı çok sıkı bir Covid-19 karantinasındayken Downing Street’teki Başbakanlık konutunda düzenlenen partilerle ilgili skandalı patlak verince, İngiliz halkı bunun faturasını haklı olarak Muhafazakâr Parti’ye çıkardı, partinin oy oranlarında büyük bir düşüş gözlendi. İşte Johnson için kaçınılmaz sonun başlangıcı bu oy kaybı oldu. Çünkü İngiltere parlamenter sistemle yönetiliyor, başkanlık sistemiyle değil. Çünkü İngiltere’de milletvekilleri –hâlâ- önce seçmenlerine karşı sorumludur, parti liderlerine değil. İngiltere’de yaşayan ekonomist ve yazar Ergin Yıldızoğlu’nun satırlarından aktarıyorum:

“Parlamenter rejimin istikrarı, güçler ayrılığına, güçlü bürokrasilere, siyasette genel kabul görmüş teamüllere ve ‘toplumsal mutabakata’ dayanır. Seçilen hükümetler, liderler bu ‘teamüller’, yasalar ve uzman bürokratlar yoluyla denetlenirler. Yasalar bir yana, teamüllere uymayan liderlerin görevlerini bırakmaları gerekir. Parlamenter rejimde, siyasi iktidar söz konusu olduğunda, esas olan hükümet ve liderler değil devlettir. Teorik olarak, hükümetler değişir ama devlet (teamüller, yasa ve bürokrasi) değişmez.”

Yıldızoğlu, alıntı yaptığım “Kapitalist parlamentarizmin sırrı” başlıklı bu makalesinde, parlamenter rejime içkin olduğunu söylediği başlıca iki “sırrın” Johnson benzeri liderler tarafından neden ve nasıl istismar edilebildiğini anlatıyor. Okumanızı öneririm. Ama ben halihazırda başkanlık sistemine tabi ama bunun yaklaşan seçim ertesinde “güçlendirilmiş parlamenter sistemle” değiştirilmesini uman biri olarak, yazımda Yıldızoğlu’nun gösterdiği bardağın dolu tarafını paylaşıyorum.

Boris Johnson, Margaret Thatcher’ın 11 yıllık iktidar rekorunu kırmaya niyetlenmişti. “İktidarda kalabilmek için yasaları, kurumları değiştirmeye, bürokrasiyi zayıflatmaya devam etti, İrlanda barışını tehlikeye atmaktan çekinmedi, göçmenleri Ruanda’ya sürmek, yeni gelenlerin ayaklarına elektronik pranga takmak istedi. Yükselmeye başlayan grevler üzerinden toplumu kutuplaştırmaya çalıştı.”

Ama olmadı. Üç yıl dolmadan Muhafazakâr Parti liderliğinden istifa etmek zorunda kaldı. Başbakanlık koltuğuna ise ancak selefi seçildikten sonra veda edeceğini söylüyor. Yani en geç ekime kadar direnebilir. Bakalım hem partisi içinden hem de muhalefetten gelen “İktidarı şimdi hemen terk et” baskısına direnebilecek mi?

Yanıtını şahsen bilmiyorum ama en azından İngiltere’de merkez-sağ çizgisindeki sermayeyi temsil eden The Times gazetesinin Johnson’ın ipini çektiğini izliyorum. İngiltere’nin yazılı anayasası yok ve sistem teamüllere, geleneklere, tarihi emsallere uygun davranılmasına bağlı olarak işliyor. Johnson bunları hiçe sayan, kısmen hiçe saydığı için de oy çeken bir siyasetçi. Downing Street 10 numarayı işgal etmeye devam ettiği sürece, sistemin zaaflarını koltuğunu korumak için kullanmaya devam etmesi yahut Trump gibi gidip dönmesi şaşırtıcı olmaz. Şu aşamada sadece İngilizlerin sistemlerine, iyi kötü hâlâ işler olan demokrasilerine sahip çıkmasını umuyorum. Yoksa… Yoksasını hep beraber yaşıyoruz, yazmayalım, bayram günü keyfimiz kaçmasın.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.