Geçen hafta sosyal medyada paylaşılan bazı fotoğraflar ve videolar birkaç saat içinde Türkiye’nin gündemine oturdu ve viral oldu. Görüntülerde Kız Kulesi’nin önüne çekilen brandaya rağmen teras kısmından itibaren kaldırıldığı açıkça görülüyordu. Bu görüntü ile geçmişte yaşanmış bazı restorasyon fiyaskoları da hatırlatılarak iş bir anda hükümete, bakanlığa, ilçe belediyesine uzanan bir kampanyaya dönüştü. Bu konuda ayrıca söylenmesi gerekenleri yazının sonuna bırakıyorum
Öncelikle belirtmek isterim ki gelen tepkiler doğru ve haklı tepkilerdir. Daha bir sene önce hilti ile yapılan Galata Kulesi restorasyonu yahut Kasımpaşa Bahriye Karakolhanesi binasının göz göre göre yıkılması işleri hafızalarda taze iken bir anda Kız Kulesi’nin yarısının kaybolması haklı olarak kamuoyunda tepkiye yol açtı. Kimse vatandaşa “Neden bu kadar hassassınız” diye hesap soramaz. Çünkü birincisi vatandaşın eski eserlere sahip çıkması medeniyet göstergesidir, ikincisi zaten vatandaşın zihninde sarsılmış bir güven duygusu vardır.
Geçelim…
Gelen tepkiler üzerine Kültür Bakanlığı’na bağlı ilgili birimler restorasyonun Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmış projeye uygun bir biçimde yürütüldüğünü, başta Zeynep Ahunbay olmak üzere Han Tümertekin ve Feridun Çılı gibi mesleğinin uzmanı insanlar tarafından denetlendiğini duyurdu. Fakat bu açıklamanın etkisi sınırlı kaldı. Asıl etkiyi İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın attığı destek tweetleri yarattı. Mahir Bey özetle süreci takip eden üç kişiye güvendiğini belirtti. Bu üç kişiyle İBB’de çalışan Mahir Bey meslekten restorasyon uzmanı olduğu için alınan kararları yakından biliyor olmalı. Lakin bu durum Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir centilmenlik örneğidir. Bu yangına benzin dökmek varken yapılan işin doğru bir iş olabileceğini söyleyerek kamuoyunu sakinleştirdi. Keşke bilimi siyasete alet etmeden bu meseleler tartışılabilse dedirtecek bir örnek yaşandı.
İkinci büyük etki ise Seda Özen’in attığı tweetler oldu. Restoratör-mimar olarak sürecin nasıl ilerlediğini tane tane anlattı. Meğer 1940’larda betondan yapılan üst katlar zamanla çürümüş, alt katların statiğini bozmuş, oluşan ağırlık alt kattaki orijinal taş bedenleri çatlatmış. 1990’larda Ahmet Hamoğlu’nun yaptığı restorasyonda alan kazanmak için teraslar daha da genişletilmiş ve çatlamaları önlemek için kule bedenlerine çelik gergiler eklenmiş. 1990’larda kamuoyu ilgisi neredeyse sıfırken bu çelik gergiler bir dekorasyon unsuru olarak görülmüştü. Meğer yıkımı yavaşlatmak için yapılmış. O dönemleri bizzat yaşayan ve Salacak’ta ikamet eden biri olarak çok iyi hatırlıyorum ki kamuoyunun ilgisi sıfırdı. Köprünün altından çok sular geçti. İşte bu nedenlerle üst kattaki beton muhdes eklerin kaldırılması ve yerine binanın yükünü azaltacak, statik olarak güçlendirecek 1820’lerdeki haliyle ahşap bir üst kat yapısı eklenmesi kararı alınmış. Bu bilgiyle kamuoyu bir miktar yatıştı. Ama mesele burada bitmiyor.
Soru şu: Bu kadar köklü bir değişim neden kamuoyu ile paylaşılmaz da gizli kapaklı bir iş çeviriyormuş gibi brandaların gerisine gizlenir? Hatta o bile becerilemeyip iş “patlayınca” apar topar açıklama yapılmak zorunda kalınır. İstanbul’un en ikonik üç yapısından biri sayılan bu kulenin neden şeffaf bir şekilde kamuoyunun bilgi ve ilgisinden uzak tutulduğu hep bir şüphe işareti olarak kalacaktır. “Site açtık”. vs savunması işe yaramaz. Bir defa o brandanın tamamen kalkması gerekir. İkincisi, örneğin bu projenin yüklenici firmasını üzerinden gazeteci Metin Cihan’ın sorduğu sorular son derece önemlidir. Bu şeffaf olamama halinin bu iddialarla bir ilişkisi olabilir mi, bunlara bakmak lazım.
Bu olayda en sevindirici yan kamuoyunun hassasiyetidir. Karar alıcılar bu hassasiyeti göze almadan bir adım bile atamaz hale gelmelidir. Bunun en kolay yolu da şeffaflıktan geçer. Onay süreçleri, yapılacak uygulamalar, yüklenici firmalar, bilim kurulundaki insanlar vs. vs. kamuoyu ile paylaşılmalı, tahta perdelerin yahut brandaların gerisinde gizli saklı bir iş yapılıyormuş imajından bir an önce kurtulunmalıdır. Hatta İBB Miras’ın yaptığı gibi şantiyeler yurttaşların ziyaretine açılarak ilgilisine yapılan işler anlatılmalıdır. Neticede bunlar bizlere çocuklarımızdan emanettir, dedemizden babamızdan miras değil.