Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Ekonomide uluslararası camianın bir parçası olmak

Enflasyonda beklenen oldu. Aralık ayında yüzde 36,1 ile rekor kıran TÜFE enflasyonu, Ocak ayında yeni bir rekora imza atarak yüzde 48,7’e ulaştı. Daha bundan yirmi yıl önce, 2003’ün Ocak ayında yüzde 25,7’lik bir enflasyon ile iktidarı alan AKP, aradan geçen bunca yıldan sonra, enflasyonu başlangıçtaki seviyenin çok üzerine çıkarmış oldu.

Aslında bu günlerde tüm dünyanın derdi enflasyon. Dünya ekonomisindeki enflasyon gerçeği sadece iktidarın ve yakınında yer alan iktisatçıların görebildiği bir sorun değil. Bunu kabul etmek lazım. Ama aynı zamanda bunun önemli bir sorun olduğunun da bilincinde olmalı.

Böyle, dünya geneline yayılmış bir sorunla baş edebilmek için, başkalarının neyi ve neden yaptığına, uygulamacılar açısından bakılmasında yarar olabilir. Malum olduğu üzere FED, dünyada ve ABD’de artan enflasyon konusunda endişeli. Kısa bir süre sonra para politikasında ciddi bir değişime gideceğinin mesajını tüm dünya kamuoyuna vermekte. Uluslararası likiditenin sahibi olması sebebiyle FED, dünyadaki diğer merkez bankalarının uygulamakta oldukları para politikalarını kendisinin yeni duruşuna göre uyarlamalarını istiyor. Tahmin edersiniz ki, bu mesajın özenesi olan ülkelerden biri de Türkiye.

Daha dün AB Merkez Bankası para politikasını gözden geçirdi ve bir değişime gitmedi; faizleri sabit tuttu. Ama FED ile benzer endişeleri paylaştığının mesajını da verdi. Diğer yandan Brezilya Merkez Bankası faizlerini arttırdı. Daha önce de birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke merkez bankaları para politikalarında, FED’in açıklamalarıyla uyumlu şekilde değişikliğe giderek, faizlerini arttırdılar, yeni pozisyon aldılar.

Çok daha önemlisi faiz artırımı artık küresel bir eğilim haline geldi. Diğer bir deyişle, FED’in dünyadaki merkez bankalarına yönelik verdiği koordinasyon çağrısına uygun davranış sergilenmeye başlanıldı. Dünyada baş gösteren enflasyona karşı ortak mücadeleye girip, birbirleriyle koordineli bir para politikası uygulama dönemine girildi.

Peki ya biz?

Maalesef tek istisna Türkiye. Ülkemiz dünyadaki bu işbirliği çağrılarına olumlu cevap vermeyerek, beklenenin aksi yönde davranmayı tercih etti. Cesurca politika faizlerini düşürmeye başladı. Hem de hiçbir iktisadi gerekçe olmadan. Dünyadaki diğer merkez bankalarının gösterdiği işbirliğinin dışında kalmayı seçti. Ülkemizdeki enflasyonun artışına rağmen, böyle bir koordinasyon çağrısına neden olumsuz cevap verildiği ise anlaşılamadı.

Herhangi bir sağlam bilimsel dayanağı olmasa da, iktidar bu şekilde davranarak enflasyonla “etkin” bir şekilde mücadele edilebileceğini tüm dünyaya göstermek istiyor, hatta bu konuda geçerli olan bilimsel teorilere muhalefet ederek bile olsa. Oysa şu ana kadar bu iddiayı destekleyecek bir sonuç alınamadı. Merkez Bankası politika faizini kademeli olarak düşürürken, enflasyon da artmaya devam etti. Yapılan açıklamalara bakılırsa, anlaşılan bu durum bir süre daha devam edecek. Zira ülkemizdeki karar alıcıların “faiz neden, enflasyon sonuçtur” yönündeki görüşüne duydukları inançta bir azalma olmadı.

Biz iktisatçılar uzun süre böyle bir beklentinin doğru olmadığını, böyle bir politikanın ülkemizdeki enflasyonla mücadelenin bir yolu olamayacağını, bilimsel dayanaklarıyla anlattık. Görüşlerimizi ilgililere ulaştırmaya çalıştık. Ama sonuç alamadık.

Aslında iktidarın bu görüşleri savunmaya başladığı zamandan bu yana yeteri kadar zaman da geçti ve gözlem birikti. Sadece bu gözlemlere bakarak, iddia edildiği gibi faiz ve enflasyon arasında pozitif bir ilişkinin olmadığı görülebilir. Dahası politika faizi düşerken, piyasa faizlerinin düşmediği açık bir şekilde anlaşılabilir.

Peki, tüm bu göstergeler rağmen, neden bu ısrar? Gerçekten bilmek zor. Sanırım bu da ülkemize özel bir durum. Belki de başkanlık sisteminin bir sonucu.

Geçmişte Türkiye’de düşük faiz politikaları izlendi. Hatta yüksek enflasyonla birlikte, reel faizlerin negatif değerlerde seyrine bile rastlandı uzun süre. Ama o dönemler ülkemizdeki kurumsal yapının farklı olduğu yıllardı. Mali kesim gelişmemiş, araçlar itibariyle çeşitlilik kazanmamış ve hatta devletin ekonomideki ağırlığı bugüne göre çok daha fazlaydı. Para politikası bakımından ise, Türkiye’nin dünya ile sıkı koordinasyon içinde olması gerekmiyordu. Çünkü 32 numaralı, TL’nin konvertibilitesini sağlayan kararname ortada yoktu. Sermaye hareketlerinde kontrol vardı. Para politikası belirlenirken, doğrudan ülke ihtiyaçları göz önüne alınarak belirleniyor, dünya ile herhangi bir koordinasyon endişesi taşınmıyordu.

Ya şimdi?

Artık TL konvertible bir para. Bu bir tercihti neticede ve tercih 1990 yılında yapıldı. Yine kurumsal yapımızda yaptığımız düzenlemelerle, sermaye uluslararası düzeyde mobil hale geldi. Sonuçta bu da bir tercihti ve yapıldı.

Aksi tartışılamaz mı? Elbette tartışılabilir. Ama böyle bir tartışma henüz yok etrafta.

Yaptığımız bu tercihlerle biz, tüm para politikasına yönelik kararlarımızı dünya ile uyumlu yapmayı ve gerektiğinde koordinasyon içinde davranmayı vaat etmiş olduk. Bu koordinasyonun gereklerini yapmaktan kaçınabilirsiniz elbette. Böyle bir durum, sizin Avrupa Parlamentosu’nun Kavala davasındaki yükümlülüklerinizi yerine getirmemenizden kaynaklanan yaptırımlara benzer bir müeyyide ile karşı karşıya bırakmaz. Ancak böyle bir koordinasyon eksikliği ekonomik maliyetlerin doğmasına neden olur; enflasyonun artması, ulusal para biriminiz hızla değer kaybetmesi gibi.

Bir kere bu koordinasyonu kaybederseniz, dünyaya yabancılaşmaya başlarsınız, kendinizi uluslararası camiadan dışlamış olursunuz. Ekonominizin maruz kalabileceği tasarruf açıklarının finansmanında “çok ihtiyaç” duyacağınız yabancı yatırımcılarla kendiniz aranıza ciddi mesafeler koymuş olursunuz. Uluslararası camia sizin neye ve hangi motivasyona göre finansal kararlar aldığınız anlayamaz. Onlar için davranışlarının tahmini son derecede güç, riskli bir hal alır.

Böyle bir durumda sermaye gelmez mi? Tabii gelir.

Gelir ama kalitesiz olanı gelir. Faizi yüksek, vadesi kısa olanı gelir. Bu sermayeyi de kısa dönemli tüketim harcamalarının finansmanı dışında başka bir yerde kullanamazsınız. Bu ticarette rastlanan, “müflis” tüccar durumuna düşme tehlikesi yaratır. Mali baskı altına girmiş bir ekonomide, hangi maliyetle, hangi şartlarda borçlanılacağına bakmadan uluslararası piyasalarda borç arayan bir ülke konumuna sokar sizi.

Korkarım, yeni açıklanan enflasyon rakamları ekonominin geleceği açısından umut vermiyor ve bu enflasyona karşı geliştirdiği reaksiyon, Türkiye’nin uluslararası camia ile koordinasyonunu yitirmesine yol açıyor. Ülke, bırakın yeni borç bulmayı, mevcut borçlarını ödemekte zorlanan “müflis” bir tüccar konumuna düşmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmak üzeridir. Bundan çıkış ise mevcut kurumsal yapısıyla uyumlu karar süreçlerinin oluşturulmasıyla mümkündür. Kanımca çözüm uluslararası camia içinde yer alıp, onunla daha uyumlu bir para politikası uygulamaktır.

Öner Günçavdı’nın önceki yazıları:

Para otoritesinin enflasyona bakışındaki değişim

Muhalefet ekonomide ne yapmak istiyor? Gözlem ve içe dönüş

Türkiye’nin refah arayışı ve siyaset

İki bin yirmi bir

AKP’nin kendi tabanına ihaneti

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.