Aydın Selcen yazdı: Ukrayna – Çıkan kısmın özeti

Ukrayna’da, Putin savaşmadan kazanmak istedi. Kırım’da 2014’te denenip başarıldığı gibi olgun meyve kucağa düşecekti. Putin parmak uçlarıyla kafesi tıkırdattı. ABD ve Britanya ise sanki Putin’in kazandığını sandığında, aslında çuvallamasını öngören bir oyun kurdu. ABD ve AB’nin yaptırımların görülmedik sertlikte ve yükseklikte (yani Putin’i bile doğrudan hedef alacak nitelikte) olduğunu gündemde tutup, ayrıntı vermemeleri ve ABD’nin en üst düzeyden söylem alanını sürekli bir gizliliği anında kaldırılan istihbarat bombardımanına tutması da Putin’i muhtemelen duraksattı. Onlar da böylece belki Putin’in sarayını, onu orada tutan oligarşiyi “tıkırdatmış” oldular, bunu denediler. 

Buna karşılık alanın, soğuk mu demeli, gerçekleri var. Rus kamuoyu ezici biçimde krizi ABD’nin yarattığını ve Putin’in Rusya’yı koruma amaçlı sert güç konuşlandırmak kaldığına inanabilir. AB üyesi ülkelerin seçilmiş yöneticileri ve kamuoylarında, Irak işgaline zemin hazırlayan ABD yalanları, Afganistan’dan neredeyse bozgun halinde ve yeterli eşgüdüm yapılmadan çekilme, Fransa özelinde AUKUS kazığı, egemencilik (“souverainisme”) ABD’nin niyetlerine onların kuşkucu yaklaşımlarını açıklayabilir, gerekçelendirebilir. Ancak, Ukrayna sınırlarına ve Karadeniz’e ve hatta Kaliningrad’a bile olağanüstü bir askeri yığınağı yapan Putin. Özcesi yapay, uydurulmuş bir durum yok ortada.

Doğru, Ukrayna NATO üyesi değil ve onun için, onun adına, orada savaşacak kendinden başka kimse yok piyasada. Defalarca söylendi bu; Vaşington’dan da, Brüksel’den de. Öyle de, hele bizim gibi Karadeniz komşusu ve Rusya’yla yüzlerce yıllık geçmişi bir ülke için, “yokmuş gibi” davranma lüksü de yok. Rusya’nın Ukrayna’yı veya bir bölümünü işgali yahut Ukrayna’da yapacağı bir askeri harekâtla oradaki yönetimi, sistemi değiştirmesi; ondan geriye ne kaldıysa, “kurallara dayalı devletlerarası düzenin” sonu demek. Bosna’nın, Kosova’nın imdadına, ittir-kaktır da olsa, yetişmiş bir ABD ortada kalmadı. Ölçek, 2008 Gürcistan’ın (Abhazya-Güney Osetya) çok üzerinde. 2014’te Kırım’ın ilhakı ve 2021’de Kazakistan’ın otuz sene sonra yeniden kafakola alınması sineye çekildi. Yarın?

Zelensky’nin hakkını teslim etmek gerektiğini düşünüyorum. Siyasal geçmişi, uluslararası deneyimi olmayan, hukuk fakültesi mezunu, 1978 doğumlu bir komedyen. Nisan 2019’da seçildi, ezici çoğunluğu Ortodoks ve kırım/soykırım tarihi olan Ukrayna’nın ilk Yahudi cumhurbaşkanı. Onun istifi bozmamak gerektiğine ilişkin sürekli vurgusu, “NATO’ya elbet üye olacağız” demeden anayasaya atıf yapması, hem Batı’ya hem Rusya’ya yönelik diplomatik temas kapısını açık tutması bence en azından şimdilik ve verili zorlu koşullarda yeterince başarılı. İçişleri Bakanı Monastirsky’nin devlet kurumlarına yönelik bir girişim olduğu takdirde, o eylemcilerin özel kuvvetlerce uyarı yapılmaksızın vurulacağını açıklaması da Kırım şablonundan ders alındığını gösteriyor.

Avrupa denilense yok ortada alelusul. O vehmedilen, kıta mı, AB mi, bir değerler dizgesi mi olduğu belirsiz “Avrupa” adına Fransa ve Almanya konuşuyor. Tabiatıyla “Normandiya Formatı” diyorlar. Öyle yapınca, masanın bir yanına kendi ikisi, karşı tarafına Ukrayna ve Rusya yan yana oturtulmuş oluyor. Britanya’nın Polonya ve Ukrayna’yı bir yeni savunma hattına/paktına çeken girişimi deyim yerindeyse henüz beşiğindeyken boğulmaya kalkılıyor. “Kaçış Rampası” veya “onurlu çıkış” olarak önümüze konan da 2015 Minsk-II. Ukrayna’nın NATO üyesi ol(a)mayacağını Macron ve Scholz Putin’e sözlü olarak taahhüt edecek, Donetsk-Luhansk’a geniş özerklik verecek biçimde Ukrayna anayasasının elden geçirilmesi başlayacak, Putin de Ukrayna’nın şakağına dayadığı silâhı çekmese de, parmağını tetikten çekecek. Buna “Sudetenland-II” (Münih 1938) formülü de desek herhalde edep dairesi dışına fazla çıkmamış oluruz.  

Daha önce belirtmiştim: Anlayabildiğim kadarıyla “ihtiyar delikanlı” NATO’nun “kabahati” ise müttefikleri arasında Türkiye’nin olması. Oysa o Türkiye, 30 müttefik arasında o çatıya gerçek katkı sunan belki yedi ülkeden biri. Belki NATO, Anglosakson ikili (ABD-Britanya) ile AB lokomotifi ikili (Almanya-Fransa) arasında ikiye bölündü. Belki, Almanya-Fransa stratejik egemenlik, savunma özerkliği hülyaları, düzensiz göç ve onun iç siyasetlerine el uzatan Putin’in desteklediği popülist-aşırı sağcı oyuncularca demokratik düzeni zehirlemesi sonucu vermesini engelleme geçici körlüğü, çeyrek yüzyıllık bir fosil yakıtlardan kurtulma ufkuna salimen varma önceliği gibi nedenlerden “almaza yatıyor”.

Putin, Kış Olimpiyatlarını vesile edip Pekin’e gitti. Ayrıntılı ve hacimli bir Çin-Rusya işbirliği anlaşması imzalandı*. Putin, Tayvan’da Çin tezlerine destek verirken, Şi’den NATO’nun genişlemesine karşı çıkma güvencesi aldı. AB, iki aya kalmadan “Stratejik Pusula”, NATO ise Haziran ayında gelecek on yılı kapsayacak “Stratejik Konsept” belgesini kabul edecek. Anımsayalım: AB adayıyız ama kararların oydaşma ile alındığı NATO’nun 1952’den beri üyesiyiz. Aradan, Erdoğan’ın Kiev’i ziyaretiyle, oniki yıldır müzakere edilen Serbest Ticaret Anlaşması’nı imzalayıp, kritik önemdeki savunma işbirliğini başlatıp, Ukrayna’ya SİHA’lar ve iki Ada tipi korvet satarak, ayrıca Kırım’ın ilhakını tanımadığımızı da açıklayarak şimdilik sıyrıldık. ABD’nin Dedeağaç tercihine de Yunanistan’la ikili denge bağlamında karşı çıkar görünüp, Karadeniz, Baltık, Polonya görevlerine bihakkın katkı sunarak bir orta yol çizmiş göründük. Bununla birlikte, yarının ulusal güvenlik ve savunma yaklaşım ve önceliklerinin bugünden hayli farklı olacağı gerçeğine ilgili kurumlar denli muhalefetin de şimdiden uyanmasında yarar var.

Putin bağlamı kendi hamlesi için uygun gördü: Almanya’da taze topbaşı yapmış “trafik lambası” koalisyonu, Fransa’da bitmez-tükenmez ulusal kimlik tartışmasının öne çıktığı seçim kampanyası dönemi, AB dışına çıkmış ve başbakanı Johnson’un hokkabazlıklarıyla meşgul Britanya, kaybetmesi kuvvetle muhtemel Kongre seçimlerine giden ve “zayıf” izlenimi veren “Carter tipi” bir ABD başkanı. Ve belki, kasası tamtakır ve dolayısıyla dış politikada talepkâr konumda, esnekleşmek zorunda olan bir Türkiye. Rusya’yı ve yakın çevresinde, dünyada oynaması gerektiğini düşündüğü rolü, hak ettiği yeri Putin Temmuz 2021’de Kremlin resmi sayfasına koyduğu makalesinde kuşku payı bırakmayacak biçimde açıklıyor. Moskova’ya bir “III. Roma” (malum ikincisi bizimki) konumu ayırdığı da biliniyor. Merhum Stalin’den “barışı savaşın devamı” olarak gören anlayışı miras aldığı da belli.

Güncel gerçek duruma geri dönersek, 17 Şubat’ta Donetsk’te ilk Rus tahriği yaşandı. 2008 Ağustos ayında Güney Osetya’da aynı biçimde kurulan tuzağa dönemin Gürcistan Cumhurbaşkanı Saakaşvili’nin nasıl düştüğü anımsandı. Kiev’de Rus Büyükelçiliği’nin bacasından çıkan dumanlar yakın gelecekte tahliye anlamına gelecek şekilde gizli belge yakıldığını gösterdi. Rusların çekilme başlangıcı olarak sunduğu zırhlı araç hareketliliğinin, cephe içinde güç kaydırması olduğu kanıtlandı. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, keza 17 Şubat’ta sıradışı biçimde BMGK oturumuna katılıp, konuşma yaptı. Putin için askeri yığınağı ucu açık biçimde yerinde tutmanın gerçek ve geri çekmenin siyasal maliyetleri belli. Maliyet demişken Rusya’nın gayrisafi yurtiçi hasılasının, ABD-AB-Britanya toplamının 4%‘üne tekabül ettiğini de not düşelim.

Geçen Pazar “Ukrayna gitti, gidiyor” demiştim. Değerli Sinan Ülgen’in “oyun teorisi” atfına, “domino teorisi” yaklaşımıyla nazire yapmaya yeltenecek olursak henüz “devrilmedi ama sallanıyor” diyebiliriz. Devrilirse havaya bakıp ıslık çakmak bir seçenek değil. O devrilen domino taşı, yukarıda da değindiğim üzere kurallara dayalı küresel düzenin de mezartaşı olacak. Yinelemek gerekirse, Türkiye’nin savunma önceliklerinden ulusal güvenlik yaklaşımına ve caydırıcılığına dek sil-baştan yapmasını zorunlu kılacak**.

Üstelik Çin ve Rusya ile açılan ”ikiz soğuk savaş” döneminin yanında, cihadizm sınaması da nicedir kapımızda. Brüksel’de 17-18 Şubat tarihlerinde yapılan AB-Afrika Zirvesi’nde Afrikalı işbirliği ortaklarından bazıları “barışı koruma değil uygulatma” taleplerini seslendirdiler. Putin orada olan ama olmayan “Wagner” eliyle devletleşme süreçlerini tamamlayamamış ülkelere uzanıyor. Bizim açımızdansa kuzeydeki komşumuz Rusya’nın, güneyde Suriye’de ve özellikle Idlip’te de komşumuz olduğu unutulmamalı. Rusya Savunma Bakanı Şoygu, 15 Şubat’ta Şam’da Esat’ın karşısında oturuyordu. Ayrıca Batı demokrasilerini içeriden sarsan Putin, ülkemizde de seçimlerin 2023’te yapılacağını herhalde aklının bir köşesinde tutuyor olmalı.

2100’lere gelindiğinde, Avrupa nüfusunun dünya nüfusuna oranı yalnızca 5% kalacak. O nurlu ve cepler dolu ufuklara doğru akıllarda yeşil dönüşüm, düzensiz göç, refah devleti öncelikleriyle yürüyorlar. Ancak kan ve çelik olmaksızın savunmanın nasıl olacağı konusu da Ukrayna’dan kendini aynı düğüne davet ettirdi. Diplomasi için Moskova’ya giden Scholz ve Macron’un oradan Putin’le birlikte verdikleri resimler, paternalizm ile demokrasi yan yana gelince neye benzeyeceğine, nasıl konuşacağına ilişkin belirgin bir fikir verdi. Sürekli Münih 1938 anılıyor da, bugünlerden bakış 1943 Tahran ve 1945 Yalta da “niyet neydi, akıbet ne oldu” sorusunu akıllara getiriyordur. Son dönemde kendilerini “anti-emperyalist” olarak tanımlayanların yan yana koyduğu Powell ve Blinken’in BMGK fotoları ise Ukrayna’yı işgal etmek üzere olanın ABD mi olduğunu düşündürtüyor. Putin Batı’yı böldü mü, aksine birleştirdi mi; oyunu istediği gibi kurdu mu, kuramadı mı yollu soruların, Ukrayna kısmen veya tümüyle, kalıcı veya geçici olarak işgal edildikten, altyapısı yıkıldıktan sonra pek anlamlı olacağını düşünmüyorum. “Rafine analiz” tutkusuna 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde Çukurambar’da epeyce kendilerini kaptıranlar olduğunu da anımsar gibiyim. Yarın, “olan oldu, torba doldu” diyerek, dönüp hiçbir şey olmamış gibi işimize bakmak da bir seçenek değildir sanıyorum. 

Sonuç olarak, Dr. Yörük Işık’ın işin başından beri öngördüğü üzere, geldik geliyoruz Pekin Kış Olimpiyatları’nın biteceği 20 Şubat ile yerdeki buzun eriyip, zeminin yeniden balçıklaşmaya başlayacağı 15 Mart arasındaki harekât penceresine. Putin Ukrayna’nın kuzey ve doğu sınırlarıyla, güneyde ilhak ettiği Kırım’a toplamda 150.000’i aşkın asker yığarak, her türlü yüksek teknoloji silâhı alana taşıyarak, Karadeniz’deki ablukayı tamamlayarak nicelik, nitelik, konumlanma bakımlarından hazırlığını tamamladı. Yalnızca siyasal bağlam şimdilik eksik kaldı. Dolayısıyla “istikşafi” diplomasi turları sürüyor. 1938’de Münih dönüşü Londra’da Chamberlain*** coşkulu kalabalıklara elinde peçete gibi salladığı Hitler imzalı kağıdı sallarken “Bizim çağımızda barış!” diye seslenmişti. Paris’te makam aracının camından benzer biçimde sevinç gösterileri yapan halkı dalgın bakışlarla izleyen Daladier**** ise kendi kendine “Ah ahmaklar, bir bilselerdi…” diye mırıldanmıştı. 

*BE Tacan İldem ve BE Fatih Ceylan’ın makalesi

**Dr. Nadir Fırat’ın makalesi

*** Dönemin Britanya Başbakanı – “Peace in our time!”

**** Dönemin Fransa Başbakanı – “Ah les cons, s’ils savaient…”

Aydın Selcen’in daha önceki yazıları: 

Ukrayna gitti, gidiyor…

IŞİD liderinin ortadan kaldırılmasının düşündürdükleri

Ukrayna, dış politikanın kendine gelme fırsatı mı?

Hangi cumhuriyet, hangi muhalefet, hangi sağ?

Hristiyan demokrat oluyor da, Müslüman…

Dünyaya bakış 2022 – Nereden soru çıkar?

Dış politikada 2021 – Bir bilanço denemesi

Adam kazandı

Dışişleri – Cepheden cepheye, zaferden zafere…

Kutuplaşma mı, gözü yaşlı kucaklaşma mı?

Casusluk nerede başlar, hukuk devleti nerede biter?

Demokratikleşmenin barometresi dış politikada da helâlleşme

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.