Aydın Selcen yazdı: IŞİD liderinin ortadan kaldırılmasının düşündürdükleri

Abdullah Kardaş veya Hacı Abdullah veya Ebu İbrahim el Haşimi el Kureyşi veya eklersek el Mevla el Selbi ABD Özel Kuvvetleri’nin operasyonu sırasında yakalanmamak için kendini eşleri ve çocuklarıyla havaya uçurarak öldü. Böylece 2019 Ekim ayında yine ABD Özel Kuvvetleri’nce öldürülen selefi Ebu Bekir el Bağdadi’nin ardından IŞİD’in yeni lideri de aynı sona “kavuşmuş” oldu. Keza el Bağdadi gibi Kardaş da Türkiye’nin Suriye sınırına taş atımı uzaklıkta (tam da ABD Başkanı Biden ilgili açıklamasında yeğlenen ifadeyle) ortadan kaldırıldı.

Sözkonusu konum, Kardaş’ın sonunun IŞİD’in Haseke hapishane baskınının hemen arkasından gerçekleşmesi ve onun olası Türkmen kimliği en çok üzerinde durulan ayrıntılar. Bunlara bakalım ve IŞİD’e yönetici dayanmıyor oluşu bağlamında örgütün durumu dolayısıyla halen koruduğu tehdit potansiyeli ve bunun olası evrimi üzerine düşünelim.

Kardaş’ın öl(dürül)düğü ev Idlip’in TSK denetimindeki cebinde, sınıra beş km uzaklıkta. Sınır hattında Türkiye tarafından inşa edilen duvar var ve buradan geçişler büyük ölçüde denetim altına alınmış veya başka deyişle “yok” denecek denli azaltılmış durumda. Duvarın Suriye tarafında Türkiye eliyle inşa edilmiş briket kulübelerden oluşan büyük mülteci kampı bulunuyor. Ötesinde de yine nüfusu mültecilerle şişmiş Atme kasabası. Kardaş’ın saklandığı, oranın yerlisi bir Suriyeliden başka bir Suriyeli eliyle kiralanıp ona tahsis edilmiş “mütevazı” ev, bu ikisinin arasında. Idlip cebi, o yöre, gözlem noktaları aracılığıyla nominal anlamda (yani sözgelimi) TSK, yerel uygulamada da HTŞ denetiminde.

Kaynak: Ümit Kıvanç-GazeteDuvar

HTŞ, El Kaide türevi. Terör örgütleri listesinde bulunsa da kendine ve lideri Ebu Muhammet El Cevlani’ye yeni bir profil kazandırmak, potansiyel bir işbirliği ortaklığı yahut düpedüz ayakta/hayatta kalmak arayışıyla IŞİD’le ölümüne bir savaşım içinde. HTŞ, hizaya girmeyi reddeden kimi El Kaide üyelerini de öldürmekten kaçınmıyor. Bu yönüyle, adı konmadan, Türkiye’nin ABD’ye yönelik daimi “YPG, PKK’nin Suriye türevidir, terör örgütleri arasında ayrım yapılmaz, terör örgütüyle başka terör örgütüyle ortaklık yapılarak savaşılmaz” yaklaşımıyla çelişki oluşturduğu ileri sürülebilir. Örtük yani ulusal istihbarat teşkilatı eliyle yürütülen alışveriş ile göstere göstere, açıktan devlet politikasına dönüşmüş eğit-donat programı arasında fark olduğu da belirtilebilir.

Ancak, buradan hareketle, kestirmeden “Türkiye, IŞİD’i destekliyor” veya “Türkiye, IŞİD’in baş destekçisi” demek yanlış olur ve gerçekleri yansıtmaz. Reyhanlı, Diyarbakır, Ankara, İstanbul’da havalimanı ve gece kulübü katliamları ardından IŞİD eylemlerinin bıçakla kesilir gibi durması devletin başarısı mıdır, yoksa işin içinde başka bityeniği mi vardır? IŞİD’le ABD desteği almadan önce de başta Kobani’de olmak üzere (“düştü, düşecek”) göğüs göğüse çarpışan YPG’yi her fırsatta hedef almak tutarlı mıdır? Bunlar da başka ve geçerli sorular. Belirtmeden geçemeyeceğim: Bu ve benzeri soruları, Millet İttifakı’nın da kendine sormasında ve bütüncül dış politika bağlamında Suriye politikalarını “Esad’la görüşeceğiz, meseleyi öylece çözeceğiz” basitliğine indirgemeden, “liyakat mı, siyasi talimat mı önde gelmelidir” sorgulamasında bulunmasında herhalde yarar var. 

Bu tür operasyonlar aylar bazen yıllar süren istihbarat takipleri sonucunda gerçekleşiyor. Sözkonusu örnek olayda da, Kardaş’ın IŞİD liderliğini üstlendiğinden bu yana kamuoyu önüne çıkmasa, sesli mesaj paylaşmasa da, ilk günden yakın takipte olduğu anlaşılıyor. IŞİD’in ancak on gün süren çatışma ve ABD’nin hava desteğiyle bastırılabilen Haseke hapishane baskını, oradan kurtulan üst düzey IŞİD yöneticilerinin Kardaş’la temasa geçmesi, muhtemelen bu temasların SDG ilgili birimlerince takibi ve ABD tarafıyla paylaşılması dolayısıyla risklerine rağmen operasyonun göze alınması kararı verilmesinde, zamanlamasında etmen olmuş gözüküyor.

Gerek TSK İHA’larının operasyon sırasında havada döneniyor oluşu, gerek yerde TSK denetimi ve sınıra uzaklığı bakımlarından da Vaşington’un Ankara ile belirli bir düzey ve kapsamda eşgüdüm yapmış olması da işin doğası gereği zorunlu. Aynı biçimde, HTŞ birimlerinin operasyon sırasında ortadan çekilmeleri ve hatta olay yerine ulaşan yolları kesmeleri, onlarla da yine belirli düzey ve kapsamda eşgüdüm yapılmış olduğunun göstergesi. Burada da Vaşington, Ankara’nın aracılığını yeğlemiş olabilir. Diplomatik denilebilecek yönden ise Bağdadi öldürüldüğünde dönemin başkanı Trump’ın aksine, bu defa Biden’ın ortaklar olarak yalnızca SDG’ye ve IKB peşmergesine teşekkür etmesi ve işbirliğinin süreceğini açıklaması da aynı bağlamda kaydedilmeli.

Haseke ve Atme gibi kendine düşman yörelerde IŞİD’in ne işi var? IŞİD, ABD öncülüğündeki uluslararası destek, Irak ordusu ve SDG’nin savaşımıyla “alan denetimi” yani başka deyişle “çakma devletlik” konumunu yitirip, nihayet Musul’un doğu yakasından da sökülüp atıldıktan sonra, “hilafet” iddiasından da ideolojide değil ama uygulamada vazgeçmek zorunda kalmıştı. Binlerce üyesi Irak ve KDSÖY hapishanelerine atıldı, binlercesi de Irak ile Suriye’nin yerleşik nüfusa sahip bölgeleri arasındaki denetimi güç geniş çöllük alan ile barınabilecekleri yerleşim birimlerine sıvıştı. Kardaş gibi yöneticiler de onların bakılacağı son yerler olan KDSÖY ve HTŞ’nin (demek ki oldukça gevşek) denetimindeki yerlere saklandı. Kardaş’ın örgütle haberleşmede, Pakistan’daki Bin Ladin gibi yalnızca güvenilir birkaç kurye kullandığı görülüyor.

Örgüt, yeniden vur-kaç taktiklerine geri döndü. Deyim yerindeyse, zamanın olgunlaşmasını bekliyor. Hapishanede tutulan üst düzey üyelerle yapılan yüz yüze söyleşiler, bunların gerek Ezidi ve Hristiyan yerli halka karşı işlenen insanlık suçları, gerek yine yerli Sünni halka verilen doğrudan zarar gibi konularda nedamet getirmekten, özeleştiri yapmaktan hayli uzak olduklarını kanıtlıyor. “Hilafet” kurmak, “Mehdi gelinceye dek” savaşı sürdürmek, kutsal kitapta ne yazıyorsa kendilerince onu harfiyen uygulamak gibi iddialardan da vazgeçmiş değiller. Bu bakımlardan görülebilir gelecekte IŞİD’in hapishane baskınlarını, Şiilerin kutsal yerleri ile Irak, Suriye, IKB ve KDSÖY güvenlik güçlerini hedef alan saldırılarını sürdürmeleri; buna karşılık Sünni halkta sivil kayıplara yol açan intihar saldırılarından kaçınmaları beklenebilir.

“Kardaş’ın yerini kim alır” sorusunun yanıtını ise yine neredeyse yüzde yüz Türkmen nüfus yoğunluğuna sahip Telafer ve çevresinde aramak gerekir. IŞİD’in “çelik çekirdeğini” o “kardeşlik” oluşturuyor. O yönden, Kardaş’ın Telafer’e yakın Mehlebiye kasabası kökenli oluşu ve eldeki bilgilere göre Türkçe* konuşan Arap bir aileye mensubiyeti akılda tutulmalı. Ama belki onun da ötesinde, kardeşlerinden birinin Musul’da aydınlatılamayan bir suikaste kurban gidişi, diğer bir kardeşinin ise ITC içinde üst düzey görevlerde bulunup, ardından Türkiye’ye kaçışının kaşları kaldırtacak nitelikte oluşu da yadsınamaz. Zira, ITC’nin dönem dönem devletin farklı birimlerince “yürütülen bir dosya” olduğu artık bilinen, kamuoyuna mal olmuş bir gerçek.     

Yukarıda yakın dönemde IŞİD’in ülkemizde yaptığı belli başlı saldırılara kısaca yer vermiştim. Bunların yanında, daha o zamanlardan başta Telafer ve Musul olmak üzere Irak’ta yuvalanan IŞİD öncülü yerli katil şebekelerinin 2003 Eylül ayı ortasında o dönemde görev yaptığım Irak Büyükelçiliği’ne yönelik ve hemen ardından Kasım ortasında İstanbul’da gerçekleşen dörtlü intihar saldırıları ile 2004 Aralık ayında Musul’da büyükelçiliğin güvenliğini sağlamaktan sorumlu Polis Özel Harekât ekibini pusuya düşürmelerini de unutmamalıyız. 2014 Haziran ayında IŞİD heyulası ilk belirdiğinde Musul Başkonsolsoluğu’nun hangi koşullarda basılabildiğini ve aylar süren rehine krizinin nasıl ortaya çıktığının arkaplanını da dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve başkonsolosu Öztürk Yılmaz’ın artık anlatma zamanı herhalde çoktan gelmiştir. 

*Kerkük ve Erbil Türkmenleri Azeri lehçesiyle, Telafer Türkmenleri ise bizler tarafından anlaşılması çok güç Çağatay lehçesiyle konuşur. Esasen aralarında çekingen deyimle “kendine özgü” denilebilecek tarihsel ve toplumsal ilişkiler bulunan Kerkük ve Erbil Türkmenlerinden, biraz da hakir gördükleri ve pek de yakından tanımadıkları Telafer Türkmenleri hakkında “onlar zaten Moğoldur” yakıştırmasını duymak pek de alışılmadık değildir. Barış dönemi nüfusu 400.000’e yaklaşan Telafer halkının tamamı Türkmen olup, yarı yarıya Şii ve Sünniydi. Saddam devrilip, varkalmak, canını kurtarmak başat önceliğe dönüştüğünde, Şii Türkmenler Bağdat’taki İran destekli Şii Arap iktidar odaklarına, Sünni Türkmenler ise Saddam güvenlik ve istihbarat aygıtı artığı IŞİD ve benzeri odaklara yakınlaşmak zorunda kalmıştır. Türkiye’nin sınıra uzak olmasa da Telafer’e elinin pek uzanamadığını saptamak da gerçekçilik gereğidir.

**Operasyon başlarken, alandaki ABD Özel Kuvvetleri’nce Irak lehçesiyle Arapça sivillere evden çıkma ve Kardaş’a teslim olma çağrısında bulundukları görüntüler sosyal medyada paylaşıldı. Bunun üzerine üç katlı evin giriş katında oturan ailenin dışarı çıkıp kendilerini kurtardıkları, ikinci katta oturan çiftin ise kendilerini Kardaş’a siper ettikleri anlaşılıyor. Kardaş, kendini patlattığında evin onun bulunduğu en üst katının patlamanın şiddetiyle yıkılacağı operasyon planlanırken öngörülmüş. Operasyona katılan ABD Özel Kuvvetleri dönüşte SDG denetiminde bulunan Kobani’deki eski Lafarge çimento fabrikasına iniyor. Orada arızalanan bir helikopteri kendileri imha ediyor.   

Aydın Selcen’in önceki yazıları:

Ukrayna, dış politikanın kendine gelme fırsatı mı?

Hangi cumhuriyet, hangi muhalefet, hangi sağ?

Hristiyan demokrat oluyor da, Müslüman…

Dünyaya bakış 2022 – Nereden soru çıkar?

Dış politikada 2021 – Bir bilanço denemesi

Adam kazandı

Dışişleri – Cepheden cepheye, zaferden zafere…

Kutuplaşma mı, gözü yaşlı kucaklaşma mı?

Casusluk nerede başlar, hukuk devleti nerede biter?

Demokratikleşmenin barometresi dış politikada da helâlleşme

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.