Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Roj Girasun yazdı: Türkiye’nin zihin dünyasında emperyalizm

Aylardır Rusya’nın Ukrayna topraklarına yönelik bir harekât gerçekleştireceği ihtimali üzerine konuşuyordu dünya siyaseti. Putin blöf mü yapıyordu yoksa bir süredir Ukrayna sınırına dizmeye başladığı birliklerini Ukrayna topraklarına doğru harekete geçirecek miydi? Geçtiğimiz hafta dünya basınında Rusya’nın Ukrayna’yı işgal planına yönelik haberler çıkmaya başlamıştı bile. Gergin bekleyiş bu hafta başında yani 20 Şubat’ta Putin’in hareket planını açıklamasıyla son buldu. Ve korkulan senaryo gerçekleşmeye başladı savaşın ilk fitili ateşlendi. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı harekât Türkiye toplumunun zihin dünyası üzerine düşünmemize de acı bir şekilde vesile oldu.

Türkiye toplumunda Amerikan karşıtlığı yerleşmiş bir olgu. Ancak Amerikan karşıtlığının Türkiye insanının zihninde tam olarak neye tekabül ettiğini söylemek oldukça güç. Amerikan karşıtlığı bazen Coca-cola gibi bir tüketim kültürü sembolüne yönelik tepki de olabilir, Amerikan siyasetinin askeri saldırganlığına karşı duyulan bir öfke de… Ancak şunu iddia edebiliriz ki, Türkiye de büyük bir çoğunluk bir şekilde anti Amerikancıdır. Hatta Türkiye sağının ve solunun kısmen anlaştığı zemin de Amerikan karşıtlığıdır. (Tabii bu karşıtlığı dünya siyasetinde sürdürmek NATO’ya da karşı olmak demektir.) Türkiye’de sağın ve solun karşı çıkmak konusunda zımnen el sıkıştığı Amerikan karşıtlığı kavramsal karşılığını ise anti-emperyalizmde bulur.

Emperyalizm kavramı da oldukça netameli, tartışmalı bir konudur Türkiye’nin düşünce dünyası için. Kavram, dünya Marksist ve sosyalist literatüründe Sovyet lider Lenin ve ilk dönem Sovyet yöneticilerden Buharin’in makaleleri sayesinde yerleşmiştir. Emperyalizm kavramı sosyalist literatüre girmeden önce ise A. Hobson ve Rudolf Hilferding gibi Marksist olmayan ekonomistler tarafından ortaya atılmıştı. Ancak hem Buharin hem de Lenin kavram üzerine kafa yorunca emperyalizm Marksist ve Sosyalist literatürün ayrılmaz bir parçası oldu. Kavram, Türkiye’de de cumhuriyetin kuruluşundan itibaren hem sosyalistler hem de Sovyetlerden bir ölçüde etkilenen Kemalistler tarafından sıklıkla kullanıldı. Ve emperyalizm 70’lerden itibaren ise anbean sadece solun değil sağın da kullandığı bir kavram haline geldi. Aslında emperyalizm kavramıyla Marksist olmayan Hobson’da ve kavramı kendi düşüncesine adapte eden Lenin’de sığ bir devlet savaşı veya batı doğu karşıtlığı anlamıyorlardı. Komplike bir tezdi emperyalizm ve içsel dışsal, ekonomik politik birçok olguyu kapsıyordu. Kavram Türkiye’de ise sığ bir Batı karşıtlığı üzerinden algılandı. (Daha da özelde Amerikan karşıtlığı) Türkiye’de sağ düşünce de sol düşünce de hatta Lenin’e sahip çıkan radikal sol düşünce de geniş ölçüde emperyalizmi devletler arasında sürüp giden savaşta taraf tutmak olarak gördü. Görmeye de devam ediyor.

Tam da bu yüzden Putin’in Ukrayna’ya yönelik başlattığı savaşta Türkiye solu bir anti-emperyalizm tablosu görebiliyor. Halbuki Putin 20 Şubat’taki konuşmasında Lenin’i hedef alıyordu. Putin, Sovyetler’in kurucusu Lenin yüzünden Ukrayna’nın bağımsız olduğunu ve Rusya’dan koptuğunu söylüyordu. Bu Putin’in Lenin’i hedefe aldığı ilk konuşması değildi. Putin, bölgeye yönelik ne zaman genişlemeci bir siyaset izlemek istese ilk olarak Sovyetlerin kurucu lideri Lenin’i hedefine alıyordu. Geçmişte de çeşitli örnekleri var.

Rusya, Sovyet yönetimi altında yetmiş seneden fazla yönetildi. Sovyet dönemi Rusya’nın tek parti etrafında kenetlenen baskıcı bürokratik bir aygıt tarafından idare edildiği bir dönemdi. Sosyalizmin Rusya’da çözülüşünün ardından geçen bocalama döneminin ardından Putin’in karizmatik liderliğinde Rusya yeniden tek parti etrafında kenetlenen otoriter bir rejime dönüştü. Rusya’da Sovyetler’den farklı olarak muhalefet partileri var ancak Putin’in baskıcı politikaları karşısında hiçbir politik manevra alanları yok. NATO ve Amerika gibi dış odakları tehlike unsuru kullanarak Putin liderliğini hem ülkesinde hem de Kafkasya’da vazgeçilmez kılıyor. İşin ilginç yanı Putin’in bu politikası sadece kendi vatandaşları için değil Türkiye vatandaşlarının bir kısmı için bile anlamlı geliyor.

Muhafazakâr, popülist ve otoriter bir liderlikle yıllardır iktidarda olan Putin’in hem Ortadoğu’da hem de Kafkasya’da NATO’ya karşı verdiği hegemonya mücadelesi uzun süredir devam ediyor. Bu hegemonya savaşında ne Putin ne de NATO’nun özel olarak demokrasiyi ve özgürlükçü değerleri savunduğunu iddia edemeyiz. Ancak şunu belirtmekte fayda var NATO’nun ve ABD’nin Afganistan müdahalesindeki takındığı tutumu eleştirirken Ukrayna’da Rusya’nın ofansif siyasetine göz yummak da büyük ölçüde ikiyüzlüce değil mi?

Türkiye’nin zihin dünyasının sığ bir Amerikan karşıtlığı üzerine oturması üzerine daha çok düşünmeliyiz. Genellikle Türkiye sağına yıkılıyor bu sığ durumun vebali. Pekâlâ görüyoruz ki, ortalama bir Türkiye sol aklı da Amerikan karşıtlığı vesilesiyle sağ otoriter bir liderin, Putin’in bölgesel çıkarlarına destek veriyor.

Roj Girasun’un önceki yazıları:

Korkutmadan zafer müjdelemek mümkün mü?

Harika 90’lar”dan bir gazete manşeti – 2025’te Kürt nüfusu yüzde 50 olacak…

İfade hürriyeti – Uzak diyarların henüz ithal edilmemiş tropikal meyvesi

 İsyandan Bilderberg’e Selahattin Beyazıt’ın vefatının hatırlattıkları…

Köylülerin eli bu kez CHP’ye gider mi?

“İzmir Kürdistan değil”

Ahmet Resai Bey’den Ekrem Bey’e

Kolluk güçlerinin siyasallaşması bu kadar mı normal?

Vaktiyle bir Atsız varmış

Yine de miting deyip geçmemek gerek…

Yine mi Abdullah Gül?

Türkiye’nin stratejik konumu o kadar önemli mi?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.