Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Bir çekirge sürüsü gibi geçtiler ülkenin üzerinden

Nereden başlasam bilemiyorum. İki cümle arasında kaldım yine. Biri Aydın Engin’in ölüm haberinden sonra gözümden süzülen yaşlarla kendi kendime söyleyip durduğum, “Bu dünyadan tırmığıyla geldi geçti” cümlesi… Aydın Abi’nin kaç gündür yoğun bakımda olduğunu duymuştuk. Ama bunu da atlatacağını umuyorduk. Çekirge sürüsünün göğümüzü terk ettiğini görmeden, o muzip gülümsemesiyle arkalarından uzun uzun bakmadan gitmezdi sanki. Oysa güzelim Aydın Abi de gitti… İyi ki severek takip ettiğini, hatta bir iki kez yüce gönüllülük göstererek, okuduktan sonra gönderdiği muzip mesajlarla, “kıskandığını” belirttiği mizah dozu yüksek yazılarımın birinde, üzerimdeki eski ve çok kıymetli emeğini anlatma şansı bulabilmişim.

Sanki bu ani kaybın içimdeki hangi teli kopardığını anlatmaya dilim bugün dönmeyecek gibi. Ah Aydın Abi ah… Tırmığınla geldin gittin. Onurun ve haysiyetinle koca bir hayat yaşayıp gittin. Hayat içinde hayatlar. Sürgünlük, Frankfurt’ta yıllarca taksi şoförlüğü, mahpusluk. Kıymetlimiz Oya Baydar’la upuzun bir hayat arkadaşlığı, babalık, dedelik, sayısız insana abilik. Ama ille de gazetecilik. Tam 53 yıl… Bir de çekirge sürüleri var. Muhbir meslektaşlarının işbirliğiyle o güzel ömrünün son yıllarında Cumhuriyet Gazetesi davası kapsamında ağır ceza mahkemelerinde yargılanmana yol açanlar…

İki cümle arasında kaldım demiştim. Diğer cümleyi başlığa çıkardım. Sera Kadıgil’in cümlesi. Zaten bugün neşe de mizah da yok kalemimin ucunda. Bu yüzden bu vurucu cümleden gideyim diyorum. Yazılarıma dikkat lütfeden okurlar farkındadır, Buckingham Sarayı yazarı çizgimi ve mizahımı birkaç haftadır neredeyse tümüyle yitirdim zaten. İçimden kızgın bir şeyler fışkırıyor. Neşeye ve mizaha gelince, bir arkadaşımın başka bir konuda dediği gibi “Geri gelirse benimdir. Gelmezse zaten hiç benim olmamıştır.” Diyelim ki gelmedi, o zaman da “O dil öyle özel bir zaman diliminin diliymiş” der geçerim… Üstelik zaten bu son günlerde başımıza gelenleri kafasından duman çıkmadan izleyebilen varsa onları da çok ciddiye almayın bence. Sinirleri alınmış bir biçimde siyasal gündeme “mın mın mın” analiz kasanların samimiyetinden de analiz kabiliyetinden de şüphe edin biraz. Şu “duygulanımsal emek” çağında bence onların hiçbir hükmü yok, miatları da çoktan doldu. Terbiye ve edep fukaralarının “Edep yahu!” diye bağırıp durduğu ve herkesi “edepsizlikle” suçladığı tuhaf zamanlar yaşıyoruz zaten. En muhalif olanlarımız da bu oltaya yakalanıyor üstelik. “Ama keşke o da o cümleyi öyle söylemeseydi” bıdı bıdıları başlıyor hemen.

Başlığa çıkardığım cümlenin sonrasında da böyle oldu. Sera Kadıgil seçim kanunundaki değişiklikler TBMM Anayasa Komisyonu’nda görüşülürken söz aldı ve uzun bir konuşmanın sonunda da bunu söyledi. İktidar ortaklarının önümüzdeki seçim sürecinde en zayıf oldukları noktaları ve en hayati ihtiyaçlarını dikkate alarak ince ince hesaplar sonunda uzun bir sürede hazırladıkları değişiklikleri bir gecede komisyondan geçirme telaşına ve riyakarlığına itiraz etti. Sera Kadıgil’in bu cümlesi, o şahane konuşma içinde kaybolup gitmesin istedim. Başlık yapınca kısaltmak zorunda kaldım ama Sera Kadıgil tam olarak şöyle söyledi. “Bir çekirge sürüsü gibi geçti AKP iktidarı bu ülkenin üzerinden.” Bu şairane cümleden sonra da Anayasa Komisyonu Başkanı Yusuf Beyazıt tarafından “Temiz bir dil kullanın” sözleriyle uyarıldı. Hayır geçmedilerse, Kadıgil’e cevaben “Geçmedik” deselerdi ama diyemediler.

“Duygulanımsal emek” kavramını da yukarılarda bir yere boşuna sıkıştırmadım. Meclis sıralarında gecenin saat 02:30’unda müthiş cesur biçimde AKP-MHP vekillerinin yüzüne karşı, bu ülkenin başına getirdikleri her musibeti bütün bedeninin de katıldığı güçlü bir itirazla sayıp döken ve bir yandan da oradan canlı yayın yapan Sera Kadıgil’in emeğini nasıl tanımlamak gerek diye uzun uzun düşündüm doğrusu. Bunu düşünmeme -elbette bu tür bir emekten söz etmiyor olmakla birlikte- aynı gün okuduğum ve Kadıgil’in de dahil olduğu bugünkü Türkiye İşçi Partisi’ni (III. TİP’i) değerlendiren Tanıl Bora’nın yazısı neden oldu. Tanıl Bora günümüz dünyasında sınıfın ve emeğin farklılaşmış tezahürlerinin zengin kavrayışını sunma potansiyeli olan “duygulanımsal emek”ten de söz ediyordu. Kısacası “duygulanımsal emek” hem önemli bir kavram hem de sözünü ettiğim yazıyı okumanıza da vesile olur belki diyerek bu yazıda da bir geçsin istedim.

Gelelim Sera Kadıgil’i sus pus dinlemek zorunda kalan zevatın bir anda üstüne atladığı sözüm ona “kirli dile.” Geceyarısı ekspresinde (Meclis’in ekspres gece mesaisinde) Kadıgil’in belagatini parçalayacak uygun savunma cümlelerini bir türlü bulamadıkları için sus pus oturan zevat işte tam da orada o mühim göreve atandıkları hissiyatını yakalayıverdi. Bir vekile (esasen bir kadına) temiz bir dil kullanmayı hatırlatma görevi… Temiz bir dil kullanmaktan yıkıla yıkıla 20 yıllık bir film çevirdiler ya gözümüzün önünde, şimdi performanslarını hatırlayalım istiyorlar. Nitekim Kadıgil cevabı anında yapıştırıyor. “Üslup konusunda beni en son eleştirecek olan sizlersiniz. Önce gidip o Tayyip Erdoğan’a, ‘Ananı da al git’ diyen Tayyip Erdoğan’a vereceksiniz dersi. Temiz bir dil istiyorsanız doğru düzgün bir mesai saati düzenleyeceksiniz Sayın Başkan. Gecenin 02:30’unda bu kadar oluyor, temiz bir dil bu kadar oluyor. Ya, ülkeyi mahvettiniz, hâlâ burada bana 02:30’da seçim yasası tartıştırıyorsunuz. Birinin sizin yüzünüze bu üslupla gerçekleri anlatması gerekiyor” diyor. Bu noktadan sonra zaten “Edep edep!” diye bir ağızdan bağrışmaya başlıyorlar. Hep aynı film…

Sera Kadıgil’in hiçbir cümlesini ve öfkesinin hiçbir anını zerre yadırgamadım. Bunun da altını ve üstünü çizeyim. Sera olmasa, Meclis kürsüsünde benzer konuşmaları güçlü retoriğiyle defalarca yapmış Meral Danış Beştaş gibi vekillerimiz olmasa, eşlik edeceği bir kanal bulamayan öfkemiz ruhumuzu yiyip bitirecek… Bu ülkenin kadınlarının elinden en büyük kazanımlarından birini, İstanbul Sözleşmesi’ni aldı bunlar. Yine bir gece yarısı… Her şey gece yarısı, hep kriminal işler… Zira onların verdiği cesaret yüzünden her gün ama her gün kadınlar ölüyor. Korkunç biçimlerde öldürülüyor. İşte tam da bu nedenle en sahici ve etkileyici konuşmaları da çoğu kez kadınlar yapıyor. Fakat sahicilik ve etkileyicilik demişken Sezgin Tanrıkulu ve Ahmet Şık’ı da anmak isterim burada. Aynı türden sahicilik bu iki ismin konuşmalarında da var. Şimdilik aklıma gelenler onlar yani, adlarını anmayarak haksızlık etmiş olduğum başka isimler de muhakkak vardır.

Bu sahici “edepsizliğe” çok ihtiyaç var. Dağınık duyguları toparlamaya ve görünmezleşmeye başlamış zulmü görünür kılmaya yarıyor. Kimse bunun da bir tür şiddet dili olduğunu düşünmesin bence. Öfkeye ortak bir dil kazandırarak, sessizliğin örtülü şiddet potansiyelini zayıflatıyor. Üstelik hiç de öyle ayarsız bir dil kullanmıyorlar. Daha evvel de yazmıştım ortada parti devleti haricinde bir devlet görünmüyorsa, işlemesine imkan verilen bir “Meclis” yoksa, devlet terbiyesi de “Meclis edebi ya da adabı” denen şey de yurttaş önceliğinin ve yurttaşlık haklarının inkarından başka bir şeye hizmet etmiyor.

Ne diyordum? AKP ve MHP’li vekiller, sus pus dinlemek zorunda kaldıkları Sera Kadıgil’in o gümbür gümbür konuşmasının sonuna rastlayan bu cümleye, Allah’ın lütfu gibi sarılmaktan geri durmadılar elbette. Bu cümleleri bu yazıya konu eden de bu sarılıştaki riyayı görmek oldu. Sera(cığım canım ki kendisiyle hiç tanışmam) iktidar ortaklarının geniş geniş hazırladığı bu teklifi, gece yarılarına kadar görüştürüp sonunda o gün o komisyondan geçirmeye yeminli olmalarını, açık, net ve seri bir konuşma içinde deyim yerindeyse yerden yere vurdu.

Toplam 17 saati aşan o yorucu günün sonunda, iktidar vekillerinin riyakarlıkları, bu ülkenin gençleri ve geleceği başta olmak üzere bütün kaynaklarını tüketen tamahkârlıkları ve parçası oldukları topyekun talan rejiminin marifetleri (hem de bir kadın tarafından) tek tek sayılır dökülürken, AKP ve MHP’li vekillerin gıkı bile çıkmadı, çıkamadı. Hiç ama hiçbir şeye “Öyle değil böyle” bile diyemediler. Çünkü her söylenenin tam olarak o şekilde yaşandığını onlar da herkes kadar biliyordu. Fakat ne zaman ki Sera “Bir çekirge sürüsü gibi geçti AKP iktidarı bu ülkenin üzerinden” dedi, işte kıyamet de orada koptu. Dikkat edin haksız olanlar her zaman ve daima bunu yapar. Ağzınızdan bir anda çıkacak hakaretamiz bir sözü akbaba gibi beklerler. Konuşmanın bütün bağlamı, öfkenin bütün nedeni ve diğer her şey askıya alınır. Bir de bizim aramızda da “politik doğruculuktan” mustarip olanlarımız var tabii, “Ama o da öyle demeseydiii” diye sıraya girerler. Bunlara hiiiç kulak asmayın. Bu yazının da özlü sözü bu olsun.

“Tırmıklayın…”

Sevilay Çelenk’in önceki yazıları:

Rahatsız edici bir teklif

Maksat haklılığı değil hayatı sürdürmekse

“Yalnız bir şey başardın, sana şarkılar yazdık”

Tahtın da bahtın da bir nihayeti var

İnsanlık Sokağı nerede?

Bu kurumlar ve bu bürokrasi nasıl normalleşecek?

Tümüyle trolleşmiş AKP siyasetinde ağa dolanmak

Gezegen öldüren kuyruklu yalanlar

Çorbayı tası bırakmışlar, naslarla uğraşıyorlar

Seviyorlar Hacı, haberin olsun!

Ama sayaç da işliyor Hacı!

Tutturmuşlar bir prompter!

Yoksa işte toplum yaşamı dediğin şey nedir ki?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.